Hezeyanlı bir felsefeciye cevaplar

Sait Gürsel’in yazısı

Sizi tekraren ismen muhatap alıp, iftiralarla kendinizi Said Nursi üzerinden popülerleştirmenize fırsat vermeyeceğim. Ancak hezeyanlarını fikir olarak kamusallaştıran birine cevap vermek, hakkın hatırının gereğidir. Bu cevabi yazımın konusu ise münhasıran Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatı hakkındadır. FETÖ'nün haşhaşilerin evrim geçirmiş bir versiyonu ve bir terör örgütü olduğu konusunda tüm Türkiye kamuoyu gibi zaten hemfikiriz. Yine de okumaya tahammül edebilirseniz Said Nursi ve FETÖ arasında "organik" vb. bir bağ olmadığını da yazının sonunda iki kere iki dört eder derecesinde anlayacaksınız.

Ama önce sizin Said Nursi ve Risale-i Nur hakkındaki üslubunuz ve kirli dilinize; ardından, dil ve mantık arasındaki korelasyon gereği kirli mantığınıza değineceğim.

Kirli bir mantığın göstergesi: Kirli bir dil

Said Nursi hakkında yazdığınız yazılarda Nursi'ye birçok hakaret var, saymaya gerek yok. Nursi'ye bu hakaretleri etme hakkınız ve özgürlüğünüz bulunmuyor. Örneğin aynı hakaretleri sokaktaki birisine sarf ettiğinizde ya da hayatta olmayan ama çocukları, torunları olan birisine yönelttiğinizde bile hukuki bedel ödemeniz gerekeceğini, hakaretin aynı zamanda bir suç olduğunu biliyorsunuz.

Ancak birkaç ifadenize değinmek gerek.

Madem felsefeci olma iddianız var, yerli yersiz kullandığınız "şarlatan (charlatan)" ifadesinin akla ve bilgiye karşıtlık üzerinden değil felsefe tarihinde "felsefi şarlatanlık (le charlatanisme philosophique) " olarak da kullanılageldiğini ve Hegel'in bile bundan nasibini aldığını biliyorsunuzdur. Mesela Hegel tam da sizin gibi devletin resmi ideolojisinin savunuculuğunu insanlara felsefe diye sunduğu iddiasıyla diğer felsefeciler tarafından "felsefi şarlatan" olarak suçlanmıştı. Dolayısıyla "felsefi şarlatanlık" yaparak gerçek bir filozof olunamayacağını bilmelisiniz. Hakaretleriniz bakımından ise ahlak felsefesine yoğunlaşmanız ve Immanuel Kant'a çalışmanız gerektiği kanaatindeyim.

Sünuhat nedir?

Yazınız kendi kendini tekzip ediyor. Bir kısım Vehhabilerin İbn-i Arabi'ye söylediği "Şeyh-i Ekfer" sözcüğünden ilhamla yazınızdaki "Said-i Ekfer" hakaretiniz, aslında mantıksal hatanızı bakın nasıl ortaya koyuyor.

Said Nursi tarafından Risale-i Nur'ların Kur'an'dan ilhamla yazılması ve bu yönüyle Risale-i Nur Külliyatı'na "Kur'an'ın malı" gözüyle bakılması, size göre "Allah vahiy gönderiyor ve ben son peygamberim" demekmiş. Peki öyle mi?

Mesela siz yazınızda İbn-i Teymiyye'ye atfedilen ama esasen bir kısım Vahhabi'nin "İbn-i Arabi" hakkında diline doladığı meşhur "Şeyh-i Ekfer" hakaretinden ilham alarak "Said-i Ekfer" demişsiniz. Buraya dikkat; yani "...Ekfer" sözcüğü sizin orijinal buluşunuz değildi ve "Şeyh-i Ekfer" deyişinden ilham alarak hakaret ettiniz. Şimdi saçma bir mantıkla sizin İbn-i Teymiyye ya da Vehhabi olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Beyin ve muhakeme sahibi isek söyleyemeyiz. İbn-i Teymiyye olmanız da imkansız zaten. Ama esinlenmeniz ve sözünüzün Vehhabiliğin malı olduğu çok açık.

O halde Kur'an'daki ayetlerin yine Kur'an'dan ilhamla tefsiri olan bir eserin Kur'an-ı Kerim olduğunu iddia edebilir misiniz? En azından lise seviyesinde mantık dersi almışsanız, Said Nursi'nin ya da talebelerinin Risale-i Nurları Kur'an-ı Kerim yerine koymayacağını anlarsınız, söylediklerinizin safsata olduğunu bilirsiniz.

İbn-i Arabi kendi kitaplarında "ilham edildi", Mevlana "vahyedildi", Said Nursi yer yer "yazdırıldı", Yunus Emre "kalemi görmeyen yazıyı kalem sanır" demişti. Bu tarihi şahsiyetler kibirden sakınıyorlar, insan iradesinin Allah iradesi karşısındaki cüz'iliğini ilan ediyorlardı. Böylelikle yazdıklarının hem kaynağını kendileri görmüyorlar, hem de övgüyü reddederek ilhamı, ruhu, aklı, kalbi, kuvveti, muhakemeyi veren Yaratıcı'yı nazara veriyorlardı.

Zira şunu unutmayın: Risale-i Nurlarda yalnızca doğrudan tefsir yanında, pekçok izahatta bile dolaylı olarak yüzlerce Kur'an ayetine atıf vardır. Üzümün maliki kuru bir üzüm dalı değildir. "Ve Rabbin bal arısına vahyetti ki" ayetinin sırrınca arı kendini bala malik bilmez.

Ne demelerini bekliyordunuz mesela bu tarihi şahsiyetlerin? Antik Yunan felsefesinden beri sanat ve edebiyat dünyasında yer edinen 9 adet "ilham perisi"ne mi atıf yapmalıydılar? Dante bile İlahi Komedya'da Antik Yunan ilham perisi Kalliope'ye atıf yapmıyor mu?

Çevirmensiniz aynı zamanda. Yabancı dilde kitap çeviriyorsunuz, ülkemizde yabancı dil bilen akademisyenin var olması ne güzel. Sanmıyorum ama belki akademisyen olarak dünya literatürüne geçmiş yabancı dilde eserleriniz de vardır. Ve eminim bu işi yaparken, mesela çeviri bir kitabın asıl yazarı olduğunuzu da zannetmiyorsunuzdur. Zira siz çeviride bile edilgensinizdir ve tefsire kalkışsanız mantıken a fortiori yani evleviyetle ve belki de hiçlik derecesinde edilgensinizdir.

Zannediyorum Arapça'ya ilginiz var. Müsaade edin sünuhat kelimesinin izahı bu konuyu kapatalım. Sünûhat kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup Saniha ve Sünuh kelimeleri ile ilişkilidir. Saniha kelimesi zihne gelen fikir, mütalaa; vuku’ vaka’, zuhur eden husus anlamına gelirken Sünûh kelimesi de üzerinde çok düşünülmeden akla ve kalbe gelen anlık mana olarak ifade edilebilir.Bu minvalde Sünûh kelimesinin çoğulu olan Sünûhat kelimesinin anlamı "Kalbe gelen manalar, kalpte meydana gelen doğuşlar" şeklinde ifade edilebilir. Said Nursi de telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı'nda bazı yerlerde geçen "Kalbe ihtar edildi" gibi ifadeler için aynen şöyle diyor: "Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: “Benim hünerim, benim zekâm değil. sünuhat kabilinden” demektir. Bu da herkesin dediği gibi bir sözdür. Eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mânâ ilham da olsa, hayvanattan tut, tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nevi ilhama ve sünuhata mazhar oldukları, ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzım gelir.” (Emirdağ Lâhikası - II - 88. Mektup)

Sonuç olarak aslında bu izahlara gerek yok. Hele ki Kur'an ile Risale-i Nur kıyasınız zaten kıyas-ı maalfarık. 60 yıldan fazladır Türkiye'de yazısı en güzel, okunması en kolay Kur'an-ı Kerim'i yazan Hüsrev Altınbaşak'ın Said Nursi'nin bir talebesi olduğunu, Said Nursi'nin güzel hatla Kur'an'ı Kerim'i yazmayı ısrarla teşvik ettiğini bilemeyebilirsiniz. Ama bilmelisiniz ki binlerce Risale-i Nur talebesi aynı zamanda hafız, yüz binlerce Risale-i Nur talebesi yüzlerce kez Kur'an'ı hem hatmetmiş ve hatmetmeye devam ediyor, hem de çok kez mealini bitirmiş, on binlerce Risale-i Nur talebesi ise okuduğu tefsirin dili sayesinde Arapça bir hutbeyi rahatlıkla anlayabilir ve bir ayetin genel olarak size mealini verebilir. Binlerce Nur talebesi de sarf, nahiv, kelam, hadis ilmiyle size ders verebilir. Bu insanların ise sokaktaki sıradan insanlar olduğunu ve siz şarabınızı yudumlarken bu işlere ömürlerini ayırdıklarını bilseniz kâfi.

Said Nursi ve Anti-Emperyalizm

Gelelim bir diğer konuya... Said Nursi'yi "emperyalist, emperyalistlerin ajanı vb." gibi nitelemenizi bir akademisyen için dramatik bulduğumu itiraf etmeliyim. Çünkü bu iddianıza cehalet denilmez, cehl-i mürekkep yani "bilmediğini de bilmemek, fark etmemek" denir. Özet geçiyorum, resmi kayıtların birer suretini ve sair vesikaları da gönderebilirim, zira sizin gibi alelade bir atfın yolladığı muteber olmayan atıfla ve kanıt belirtmeden yazmaktan utanırım.

Said Nursi şuurlu ve yerli bir alimdi. Osmanlı döneminde meşhur Avusturya malları boykot edildiğinde boykotçulara "yalnızca Avusturya'yı boykot değil, tepeden tırnağa memleketin mamullerini giymek gerektiğini ve kendisinin de öyle yaptığını" beyan ediyordu.

Said Nursi 1. Dünya Savaşı'nda milis albayı idi. "Keçe Külahlılar" namıyla meşhur ve talebelerinden oluşan milislerle Doğu'da Ruslara ve Ermeni çetelerine kök söktürdü. Nihayet Bitlis müdafaasında bazı talebeleri, yeğeni şehit oldu, kendisi esir düştü. Ruslar esir ettiğinde hınçlarından idamla yargıladılar. İstanbul'a geldiğinde Nursi'ye üstün hizmetlerinden dolayı Genelkurmay tarafından madalya takdim edildi ve Genelkurmay tarafından Dar'ül Hikmet-il İslamiye'ye atandı. İngilizler İstanbul'u işgal ettiğinde Hutuvat-ı Sitte adlı eserini yayımlayıp, her yerde dağıttırdı, İngilizlerin "artık yenildiniz, bizim yönetimimiz altında da eskisi gibi İslam'ı yaşayabilirsiniz" propagandasına karşı bu eseri yayımladı. İngiliz işgaline karşı Said Nursi bu eserle aleni direniş çağrısı yaptı ve kelimesi kelimesine şöyle haykırdı: "Tükürün İngiliz lâininin (lanetlisinin) hayasız yüzüne!". Ve onlara şöyle diyordu: “Ekpekü’l-küpekâ’dan tekepküp etmiş köpek” (köpeklerin en köpeğinden köpekleşmiş köpek!)

Yetmedi. Kuvay-ı Milliye aleyhine fetvalar verenlere karşı, açıkça ve alenen Kuvay-ı Milliye lehinde fetva yayınladı, Said Nursi yazdıklarında Yunan lider Venizeolas'a da ağır ifadeler kullandı. Bu sırada TBMM tabii ki bu cesarete kayıtsız kalmadı ve defalarca Ankara'ya en resmi ağızlardan telgrafla (Kazım Karabekir başta olmak üzere) davet etti. En son 1922'de Said Nursi Ankara'ya geçti ve Meclis'te "hoşamedi" ile karşılandı, Yunan ordusunu yenen hükümeti tebrik edip, vekillere ana salonda alkışlarla bir konuşma yaptı. Resmi kayıtları göndermemi ister misiniz? Ben de bu yazıyı, bu ülkenin kurtuluşu için bir bacağını kaybetmiş bir gazi torunu olarak ve 12 yaşında Amerika'nın Irak işgaline karşı sokaklarda "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!" diye yürümüş biri olarak yazıyorum.

Bana bu ülkenin tarihinde, Kurtuluş Savaşı dahil hem doğuda hem batıda emperyalistlere karşı hem at üstünde silahlı hem silahsız mücadele etmiş böyle bir din alimi gösterin, alnınızdan öpeceğim sizin. Uluslararası yayınlara konu edilen açık kaynaklar ve belgeler karşısında, kaynak ve atıflarınızın akademik karşılığı yok ve bu şekilde profesör kimliğinizin arkasına sığınamazsınız kanaatindeyim.

Said Nursi Kürtçülüğe tenezzül etmedi

Bir başka konu ise Said Nursi'ye Kürdi vb. üzerinden bölücülük, ihanet, Kürtçülük gibi bir izafede bulunmanız. Kürdi kelimesi kendisinin mütemadiyen kullandığı bir lakap olmadığı gibi, Kürt coğrafyasında doğmakla birlikte o alenen Nursi'yi kullanmış, eserlerinin kapağına da Nursi yazdırmış. Sizin memleketiniz Afyon ve siz Afyoni olduğunuz için, "afyon" kelimesinin anlamından dolayı sizin uyuşturucu bağımlısı bir eroinman olduğunuz sonucuna varılmaz. Böyle bir çıkarım safsata mantığıdır, aynı zamanda ırkçılıktır.

Said Nursi hem Kürt, hem Türk, hem Arap, hem Müslüman, hem insan idi. En önemlisi Nursi'nin eserlerinde Kürt milliyetçiliğine ne kadar sert biçimde karşı olduğunu, eğer okursanız görürsünüz. Hele ki bu eserlere Kürtlerin ekseriyetle teveccüh ettiğini bilirseniz, bugün Diyarbakır'a, Bitlis'e özgürce giderken bu ülkenin manevi çimentosu Said Nursi'yi de hayırla yâd edersiniz. Said Nursi ne Türkçülüğe ne Kürtçülüğe tenezzül etti. İhtilafı bir hastalık gören, Şeyh Said'in isyanına karşı duran, engellemeye çalışan, eserlerinde ve fiilerinde "dahilde Türklere karşı silah çekmenin haram olduğunu" ilan eden bir adamdan bahsediyorsunuz. Felsefeci iseniz fikir sahibi olabilmek için en azından Kant'ı dinleyip "bilmeye cesaret et"melisiniz. Türkçe anlamadıysanız da bari bu ülkenin bir dili olan Kürtçe size sesleneyim: Qenciya herî mezin zanîn e.

Said Nursi ve tebliğ

Ve bir diğer konu: Said Nursi'nin Papa'ya gönderdiği mektup ve gönderdiği kitap. Açıp o mektubu okusaydınız ve gönderdiği kitabın içeriğini bilseydiniz, sanıyorum Said Nursi ile FETÖ arasında irrasyonal bir korelasyon kurmazdınız. Felsefecisiniz ama burada da diğer değerlendirmelerinizde olduğu gibi yine "ratio" yok.

Said Nursi o mektubunda ateizme ve komünizme karşı Hristiyanların dindar ruhanileri ile Müslümanların ittifak etmesi gerektiğini ifade ediyor ve Hz. Muhammed'i (asm) peygamber olarak tanımaları için tebliğ vazifesini yerine getiriyor. Mektupla gönderdiği Risale-i Nur eserinin adı ise Zülfikâr... Gönderdiği bu kitabının ana kısmı ise Mucizat-ı Ahmediye Risalesidir ve Peygamberimizin mucizeleri ile peygamberliğini aklen mantıken ispat eder. Yani Said Nursi, Hz. Muhammed (asm)'i peygamber saymayan Hristiyan dünyasının en büyük temsilcisi olan Papa'ya, Hz. Muhammed'in hak ve son peygamber olduğunu ispat eden kitabını gönderiyor. Ve son olarak Said Nursi'nin ağzından ve eserlerinde dinlerarası diyalog gibi bir ifadeyi asla bulamazsınız. Aksine Hristiyan ve Yahudilere benzememeye çalışmak gerektiğini, onlara özenmemek gerektiğini Kur'an'dan ayetlerle ders vermektedir.

Madem felsefecisiniz, kulak kesiliniz. Spinoza 'imgelem'ini adeta ide zannederek bilgiye ulaştıklarını sananların yanılsama içinde olduğunu ifade etmişti. Belki de iyi niyetle olguların arka planını araştırmalısınız ve en azından imgelemenizi ratio ile terbiye edebilmelisiniz. Çünkü yazılarınızda akademik ve felsefi bir metodoloji olmadığı gibi, sıradan bir insandan beklenebilecek olağan bir tutarlılık da yok.

Said Nursi cumhuriyetçiydi

Bir diğer probleminiz ise Said Nursi M.Kemal'e düşman mıydı, Cumhuriyet'e karşı mıydı? Said Nursi daha sizin anne ve babanız, belki de dedeniz bile dünyaya gelmeden Cumhuriyetçi olduğunu, yani daha II. Abdülhamit devrinde açıkça "cumhuriyetçiyim" diye ilan edip, istibdada karşı olduğunu, halkın reyine dayalı bir meşveret ve şuranın gerekli olduğunu, anayasal düzene dayalı hürriyetçi bir hukuk devletini savunmuş ve bunu da softa cahil hocalara karşı Kur'an ve Sünnetten delillerle ispat etmiştir. Tabii ki manasız, isim ve resimden ibaret bir cumhuriyet rejiminden yana olmamıştır. O dönem eserlerin orijinali de halen duruyor, okuyabilirsiniz.

Ayrıca bu konuda yani "cumhuriyet" konusunda da formasyonunuzu güncellemelisiniz. En azından akademide muteber olan Arend Lijphart'ın Çağdaş Demokrasiler sınıflandırmasına ve diğer uygar demokrasiler listelerine bakınız. Özetle, İran ve Kuzey Kore de bir cumhuriyettir ama demokrasi değildir. Ve unutmayın "Kemalist Cumhuriyetten Faşist İtalya’ya Selam!" manşetiyle Mussolini'yi selamlayan ulusal yarı resmi gazetenin de adı Cumhuriyet idi o dönem. Yani faşist bir diktatörlüğe selam çakan bir yarı-resmi gazete ve rejim adı ya da bir sucuk markasından ötedir cumhuriyet. Gerçek bir demokratik rejimi ifade ettiği zaman anlamlıdır.

Said Nursi M. Kemal'e değil ama fikirlerine evet karşıydı. Mesela Said Nursi laikliği seküler devlet olarak anlıyordu. Yani dindarlar devlete talip olmamalı ve karışmamalı, devlet de dindarların inancına karışmamalı (seküler devletteki negatif yükümlülük). Tabi bunun için varyasyonları yani frankofon laicisime ile dünyada halen en yaygın olan secularism arasındaki farkı da idrak etmelisiniz. Kısaca dini pratikleri bertaraf eden ideolojik laisizm ile din devlet ilişkilerini ayrıştıran seküler devlet farklıdır.

Öte yandan Türkiye'de çok partili demokratik hayat içerisinde M. Kemal'in fikirlerinin siyasi hayatta halkın büyük çoğunluğunun teveccühüne pek mazhar olamadığını da yaşınız boyunca gözlemlemişsinizdir. Nitekim türbe vs. gibi şeylerden kesinlikle uzak durulmasını vasiyet edip, hatta yalnız birkaç talebesinin mezarını bilmesini isteyen, sıradan düz bir mezarı olan Said Nursi'nin ölüsüne dahi tahammül edemeyip, mezarını parçalayan ve cesedini kaçıran nekrofil ruhluların ise tarihin çöplüğünde unutulduklarını da bilmektesiniz. Risale-i Nur ise milyonlarca insan tarafından yüze yakın dilde halen okunuyor. Tıpkı Sokrat'ı idam edenleri hatırlamadığımız gibi...

Said Nursi cehaletle savaştı

Said Nursi şöyle diyordu: "Bizim düşmanımız; cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz." Ve bütün Risale-i Nur Külliyatı okuyucuya iman esaslarını özellikle aklen ispat ve kalben tatmin etmeyi esas alıyordu. Eserlerinde de "sözümü mihenge vurunuz, altınsa alın bakırsa atın" diye okuyucuya açık çek veriyordu. İşte bu yüzden canınızı sıkageldi bu eserler. Anne babadan öğrenilen taklitçi bir İslam yerine, tahkik edilen ve hakikaten iman edilen ve canlı tutulan bir İslami anlayış yeşerdi bu topraklarda. Risale-i Nur eserleri Kur'an, Hz. Peygamber (asm) ve kainatı birer rehber tuttu. Kur'an'ın "Hiç tefekkür etmez misiniz? "Hiç akıl etmez misiniz?" emrine uymayı ders verdi Risale-i Nur. Siz ise obsesyonlarınızın esiri olup akıl ve ilmin karşısında zannetme kolaycılığına devam edegeldiniz.

Feto: "Ben Nurcu Değilim"

Gelelim son konuya. Said Nursi ve FETÖ. 1971'den beri FETÖ elebaşı kendisine her sorduklarında "Ben Nurcu değilim" diyegeldi. Mahkeme zabıtları ve röportajlarında onlarca kez bu beyanı var. Zaten 40 yıldan fazladır da Risale-i Nurları değil esasen kendi saçma sapan eserlerini mankurt robotlarına okuttu Bu ruh hastası aynı zamanda Said Nursi'yi sağlığında gidebilecekken kasten ziyaret etmediğini, onu kıskandığını kendisi açıkça otobiyografisinde de itiraf ediyor. FETÖ, Said Nursi'nin malum ilk ve sonraki talebeleri arasında da hiç bulunmamış ve alakası olmamış biri. Son yıllarda Risale-i Nurları sahteleştirmeye kalkışacak kadar da büyük bir cinayete imza attı.

İddianız o ki, FETÖ bir kitabında Said Nursi'yi övmüş, o halde burada silsile var. Ne kadar saçma!? Bakın, mesela siz bir felsefecisiniz. Sizin eserlerinizi kitapçıdan alıp okumuş, hasta ruhlu ve kendini büyük bir filozof sanan birinin, herhangi bir yazısında bahsedip övdüğü onlarca adamdan biri de siz olsanız, hadi diyelim bazı fikirlerinizi başkalaştırıp kendi malı gibi istismar da etse ve kötüye kullansa, o kişi sizin çırağınızdır ve siz onun ustasısınız diyebilir miyiz? Basit bir alıntı ve örnek sunup, yüz tane kesin hüküm veriyorsunuz. FETÖ'nün M. Kemal için söylediği "askeri ve siyasi bir deha" ve sair övgülerini de not düşelim. O halde FETÖ Kemalist miydi? M.Kemal'in çırağı mıydı? Saçma. Dolayısıyla yazınızdaki usta-çırak ifadesi bu kadar sığ ve boş.

15 Temmuz gecesi sadece benim bildiğim 4 gencecik Risale-i Nur talebesini, Fetöcü darbeciler katletti. Nurcular ve Fetullahçılar arasında 50 yıla yaklaşan bir zihniyet ve pratik farklılığı olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Geçmişin muhasebesini evet tüm dindarlar yapmalı ancak insafla. Sap ve saman farklı. Tabii niyetiniz bu değil ve sizi anlamak için ne Freud ne Lacan olmak gerek.

Sinsice devlette kadrolaşıp örgütlenmeyi, halkın temiz duyguları ve bakışını istismarla, münafıkane ve takiyyeci biçimde devleti ele geçirmeyi hedeflemiş bir terör örgütü bir yanda; devlete mesafeli kalıp asla devlete talip olmamayı, şiddete başvurmamayı, asayişe ilişmemeyi, iman ve Kur'an dersi alıp imanla kabre girmeyi vasiyet etmiş Said Nursi diğer yanda... Bir diğer ifadeyle ikisi arasında Everest Dağı ile Mariana Çukuru kadar büyük fark vardır.

Sonuç olarak, yazınızı Said Nursi ve Risale-i Nur bakımından medeni biçimde değerlendirmeye çalıştım. Bu noktada yazılarınızın 'fact'lere ve veriye ya da vesikalara dayanan bir objektivitesi olmadığı gibi, yazılarınız boş sübjektif değerlendirmelerden oluşan bol hakaretli bir bocadan ibaretti.

İddialarınız "tez" denilmeyi bile hak etmiyor ancak ben tez gibi kabul edip, delilleriyle antitezleri sunup çürüttüm. Hangi konuda kaynak, belge vb. isterseniz her zaman gönderebilirim, zahmet edip azıcık araştırırsanız bulabilirsiniz de.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum