Emek ve sermaye

Emek ve sermaye konusu insanlık tarihi kadar eskidir. Emek, bir istihkaktır; ücreti hak eder. İstihkak, şuurlu bir canlının bedenindeki kuvvet ile zihnindeki bir mevzuya dair ilim ve hakikati, kendi arzu ve iradesi ile birleştirme çabasıdır. Bu istihkak bazen bir kitap ve çömlek şeklinde somut ürün olarak, bazen bir tarla sürme ve yardım etme şeklinde nispeten soyut olarak kendini gösterir. (1) Ekonominin iki ana sahası olan üretim ve hizmet sektörleri istihkak esasına dayanıyorlar. Mal ve hizmet şeklinde netice farkı olsa da her ikisinde de alın teri ve zamanın harcanması vardır.

Bu tahakkuk etmiş emeğe verilecek ücret, ister cüz’î ister küllî olsun, en mukaddes bir kazançtır. Semavi ve beşeri hiçbir hukuk sistemi, emek ve istihkak arasını asla ayırmamıştır ve ayıramaz da... Bu açıdan emeğin sabit olduğu bütün iş davaları —istisnai haller hariç— daima çalışanlar lehine sonuçlanmış ve kişi hak ettiği ücreti daima almıştır.

Sermaye, ücretin kullanılmasının fıtrî ve doğal bir sonucudur. Çünkü kazancı, ihtiyacını birebir karşılayan kişiler onunla hayatını devam ettirirlerken kazancı ihtiyacının çok ötesinde olan kişiler alâ külli hâl, kazançlarının bir kısmını biriktirmek isterler. Bu birikim, gelecek zamandaki riskli durumlar için bir tedbir mahiyetinde olabildiği gibi, başka sahalarda veya çalışılan sahada daha ileri derecelerde kazanç elde etmek için de kullanılabilir. Burada kişinin korku ve hırs duyguları belirleyicidirler. Bir insanın meşru kazancıyla, işini büyütmesine veyahut başka iş sahaları açıp diğer insanlara iş imkânı sunmasına hiçbir kimse itiraz edemediği gibi, kendi hayatını ve aile efradını korumak için birikim yapmasına da kimse karşı çıkamaz. Bu iki saik, insanın acz ve fakr üzere yaratılmış fıtratının sonuçlarıdır. Bu açıdan bu olağan akış, kâinatta geçerli sabit kanunlardır. Bizler bu akışı farklı kıtalarda yaşamış farklı ırk ve milletlere ait devletlerin sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarında tarih boyunca gözlemleyebiliyoruz.

Bu temel hususlardan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki, meşru sermaye, birikmiş emekten ibarettir. Gayr-ı meşru sermaye ise, mazlumların hakları üzerine kurulmuş bir zulüm kulesidir.

Evet, kendisinin ve ailesinin yıllık ihtiyacı olan 5 ton buğdaydan 50 ton fazla buğday üreten bir çiftçinin gerek takas ve mübadele yoluyla gerekse doğrudan satış yoluyla elde ettiği koyunlar (2) veyahut altınlar, onun emeğinin birikmiş ve cisimleşmiş şeklidirler. Bu birikim ve servete karşı çıkmak, “emek düşmanlığı”dır; sermaye düşmanlığı değildir. Bazı sermaye düşmanları genelleme yaparak sermaye düşmanlığı adı altında farkında olmadan emeğe düşmanlık yapıyorlar. Carl Marks, “Sermaye, birikmiş emektir” (3) demekle sermaye-emek bağını ifade ettiği gibi, dolaylı olarak meşru sermayenin de ana kaynağını bildiriyor. Meşru sermayenin haklılığı karşısında boynunu büküyor.

Bütün insanlığın aklen ve vicdanen reddettiği sermaye faiz, sömürü, rüşvet, hile ve saire yollarla elde edilen haksız kazançlardır. Yahudi faiz lobisinin tüm dünyada; Batı dünyasının Amerika ve Afrika’da yaptığı gibi… Evet, Batı ülkeleri bütün sermaye ve servetini, özellikle Kuzey ve Güney Amerika’dan; ucuz iş gücünü ise, Afrika’dan temin etti. İktisatçı Mustafa Özel, incelediği hiçbir iktisadî ideolojinin ve ekonomik yapının haksız kazancı ve bunun başı olan faizi tasviplemediğini kitaplarında vurgular.

Kâinatın akıl ve vicdanı olarak insanlığa gelen bütün semavi dinlerde emeğin mukaddes görülmesi ve faizin ise haram olması ortak ve tartışmasız bir mevzudur. Bunu Yahudilere ait Evâmir-i Aşere’de (On Emir’de) görebildiğimiz gibi, Kur’an’da da sıklıkla görebiliyoruz. Yaşayan Kur’an olan Hz. Peygamber (ASM), insanlığın ilk İnsan Hakları Beyannamesi konumunda olan Veda Hutbesi’nde diğer birçok sosyal konu gibi faiz konusunu da ele alarak şöyle der:

"Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anapara size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Faiz, sermayenin gayr-ı meşru çocuğudur. İslam, zinayı yasakladığı gibi, sermayenin zinası olan faizli krediyi de yasaklamıştır. Ta ki gayr-ı meşru çocuğunu, insanlığa bela etmesin. Veda Hutbesi’nde bu yasak bütün İslam âlemine ilan edilmiştir.

Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar yaşanan süreçte İslam dünyası içinde ve dışında ekonomik manada çok ciddi değişimler ve dönüşümler yaşandı. İslam toplumları, Kur’anın emrettiği üzere emekle kalkınarak üretimle en güçlü devletleri ve en müreffeh medeniyetleri kurdular. Abbasi, Endülüs, Osmanlı gibi… Fakat her kemalin zevali olduğu gibi rehavet, israf ve monotonlaşma ile İslam ekonomisi çöküşe geçti. Bu esnada Hıristiyan dünya sömürgelerden elde ettiği gayr-ı meşru servet ve köle işgücüne dayanan zulüm piramitleri kurdu. Her biri bir piramit olan devletleri ile ekonomik manada yükseldi. Her biri ayrı bir Firavun olarak İslam âlemini kuşattı ve istila etti. İslam’ın kalesi olan Osmanlı Devleti’ni de parça parça etti. Başkenti olan İstanbul’u da işgal etti.

İslam âlemi açısından bunalımın zirvede olduğu o en sıkıntılı ve kasvetli günlerde Üstad Bediüzzaman, İstanbul’da Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiye’de görevli iken, İngilizlerin mensubu olduğu Anglikan Kilisesi’nin başpapazı, Dârü’l-Hikmet’ten İslam’a dair 6 soru sordu ve 600 kelime ile cevap verilmesini mağrurane istedi. Bu sorulardan 2 tanesi doğrudan doğruya emek-sermaye, faiz-zekat mevzusu hakkındadır. Sorulan mağrurane sorular ve Üstad Bediüzzaman’ın onlara verdiği tokmak gibi cevaplar şöyle:

“Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hazıra (mevcut ekonomik sıkıntıları) nasıl tedavi eder?" Derim: Hurmet-i ribâ (faizin haramlığı), hem vücub-u zekâtla (zekatın zorunluluğu ile). Buna dair şahidim (4) االرِّبٰو اللهُ يَمْحَقُ da.

(5) الرِّبٰوا وَحَرَّمَ الْبَيْعَ اللهُ وَاَحَلَّ  (6) الزَّكٰوةَ وَاٰتُوا الصَّلٰوةَ وَاَقِيمُوا

Der dördüncüsünde: "İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y (emek) asıl, esastır. Servet-i insaniye zalimlerde toplanmaz; saklanmaz ellerinde.

Buna dair şahidim:

(7) سَعٰى مَا اِلاَّ لِلاِنْسَانِ لَيْسَ وَاَنْ (8) اَلِيمٍ بِعَذَابٍ فَبَشِّرْهُمْ اللهِ سَبِيلِ فِى يُنْفِقُونَهَا وَلاَ وَالْفِضَّةَ الذَّهَبَ يَكْنِزُونَ وَالَّذِينَ ” (9)

Bediüzzaman’ın emek hakkında kullandığı iki kelime emek-sermaye ilişkisini çok güzel ifade ediyor: Asıl ve Esas.

Asıl kelimesi, bir ağacın kökü ve üzerine büyüdüğü nokta manasındadır. Zıddı olan fer ve füruat ise, o kökten çıkan dal ve dalları ifade eder. Bediüzzaman burada bize bir ağaç temsili düşünün, diyor. Bu manasıyla emek, ekonomi ağacının başlangıcı, kökü ve ruhudur. Meşru sermaye ise, ekonominin insanlık dünyasında dal-budak salma yoludur. Refah ve medeniyet ise, ekonomi ağacının meşru, güzel ve lezzetli meyveleridir.

Esas kelimesi ise, bir şeyin odaklandığı merkez ve üs demektir. Çadır için direk gibi, beden için kalb gibi, hayat için ruh gibi… Esas unsur ortadan çekildiğinde, geriye dağılmaya hazır bir yığın ve kitle kalır. Bu manada ekonomi denilen hayat ve faaliyetin ruhu, emektir. Onu çevreleyen sermaye ise, onun bedenidir. Atomları beden yapan ruh olduğu gibi, ekonomik yapıyı da canlı kılan ve ayakta tutan emektir. Maddeyi kıymetli kılan, insan emeğinin sanat, zanaat ve sanayi gibi çeşitli görüntüleridir. Emeğin azaldığı yerde toplumsal ve kültürel çürüme başlar. Bu açıdan faiz sistemi ve kazancı, insanlığı ve medeniyetleri içine çeken muazzam bir bataklık ve onu Karun misali yutan dev bir girdap gibidir. Bu sistem, insanların tembellik damarlarından yararlanıyor ve besleniyor.

Bu noktada İslam’ın zekât müessesesi, durağan meşru bir kazancı bile çok çarpıcı bir şekilde kirli veya kirlenici sayar. Bu kirlenmeyi gidermek için, o kazançtan belirli bir miktarı alıp en muhtaç kişiye aktarır. Ta ki o kazanç, harcanarak piyasaya taze bir kan olsun. Bu sayede ekonomi canlansın ve çürümekten kurtulsun. Hem İslam, zekâtın en makbulünü kişinin bizzat kendi eliyle ve aleni olarak vermesi sayar. Bu sayede servet sahibine, o muhtaç kişinin fakir hallerini gözleriyle gördürür. Fakirlik halini gözüyle görme ise, kişideki merhamet duygusunun anahtarı olur. Hz. Peygamber’in (ASM) dediği gibi: “İşitmek, görmek gibi değildir.” Fakirliği ve ekonomik sefaleti duymak ile bizzat yerinde müşahede etmek gibi… Görmeyle uyanan bu merhamet duygusu, alınan feyiz ve sevabın da kuvveti ile zekâta süreklilik kazandırır. Zekâtın süreklilik kazandığı ülkelere ne bir ihtilal, ne bir terör, ne bir anarşi girebilir ve ne de bu duygular o ülkelerin içinde uyanabilir.

Zekât, ekonomilerin zırhı ve sigortası; emek nimetine hürmetin nişânesi ve göstergesidir. Evet, çalışabilmek de bir nimettir. İşsizlik küçük bir Cehennem ve azap döşeğidir. Dünyada en çok sıkıntıyı çekenler çalışanlar değil, işsizlerdir.

Dipnotlar
1-Kâinattaki her nesne ve canlı da, İlâhî kuvvet, ilim ve iradenin bir ürünüdür. Bu açıdan, bir istihkakı ve hakkı gösterir. Bu sabit hakikatten dolayı bihakkın ârif-i billah olan Abdülkadir-i Geylani Hz.leri öyle der: “ Hak, kayyum-u vücuddur ( varlığı ayakta tutan unsurdur. ) Vücuddan hak, çekilirse kıyamet kopar. ” ( Füyuzat-ı Rabbaniye)
2-Koyunlar, çoğalabilen canlı sermayeyi; altınlar ise, durağan ve üremeyen birikimi ifade eder. En akıllı kişi, birikimini canlılıktaki bereket kanununa bağlayan ve hayatî ihtiyaçlara yatırım yapandır.
3-Das Capital kitabında geçtiği üzere…
4-"Allah faiz kazancını yakıp mahveder." Bakara Sûresi, 2:276.
5-"Allah alışverişi helâl, faizi haram kıldı." Bakara Sûresi, 2:275.
6-"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin." Bakara Sûresi, 2:43.
7-"İnsan için, ancak emeği ve emeğinin karşılığı vardır." Necm Sûresi, 53:39.
8-"Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları acı bir azapla müjdele." Tevbe Sûresi, 9:34.
9-Sözler, Lemeat, Anglikan Kilisesine Cevap.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
14 Yorum