Mehmet Selim MARDİN

Mehmet Selim MARDİN

Siyasette muktesit meslek ve Cemaleddin Efgani

Bediüzzaman Said Nursi 1895 yılında Mardin’e gelir. Mardin’de kurumsal medrese hocaları ve talebeleri ile giriştiği ilmi münazaralarda onları ilzam eder. Bu durum medrese ehlinin hoşuna gitmez. Onu çekemeyenlerle sert münakaşalar yaşanır. Başta kabullenemeyip muaraza etmeye kalkıştılarsa da bunu başaramadıkları için onu üstat kabul ettiler. Bediüzzaman, Mardin’de bulunduğu dönemde siyasetle tanışır. Onun siyasi hayatı burada başlar. Abdurrahman Nursi’nin yazdığı ve yayınladığı “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı” adlı eserinde siyasetle tanışmasını şöyle ifade eder: “O esnada Mardin’e gelen iki dervişe tesadüf etti. Bunlardan birisi Cemâleddin-i Efgānî Hazretlerine mensup olup, diğeri Tarikat-i Senûsiyye mensubu idi. Bunlar vâsıtasıyla hem Cemâleddîn-i Efgānî’nin mesleğine, hem de Senûsî tarikine intisap etti.”

Tarihçe’de geçen Cemaleddin Efgani’ye mensup derviş büyük ihtimalle o tarihlerde Suriye’de bulunan Efgani’nin talebelerinden Seyyid Abdurrahman Kevakibî (d.1848-ö.1902) veya Abdulkadir Mağribi (d.1867-ö.1956) olabilir. O dönemde Suriye Osmanlı devletinin bir vilayeti olarak Mardin’in de sınır komşusu idi.

Bediüzzaman da Münazarat adlı eserinde “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, ta o vakitte, meşhur Kemâl’in "Rüya’sıyla uyandım” der. Bediüzzaman’ın siyasete ilgi duyması istibdat taraftarı olan Mardin mutasarrıfı Selanikli Mehmed Enis Paşa tarafından hoş karşılanmaz ve hemen gereğini yapıp Molla Said’i elleri ve kolları bağlı olarak Bitlis’e sürgün eder.

Said Nursi’nin Mardin’de tanıştığı “siyasetteki muktesit mesleği” ile onu hakka irşad eden zat Cemaleddin Efgani’nin bir talebesiydi. Efgani o dönemde İstanbul’da bulunuyordu. İslam dünyasında yenilikçi hareketin öncülerinden sayılan Efgani, Afganistan, İran, Mısır, Hindistan ve Osmanlı ülkesinde bulunup yenilenme mücadelesi vererek düşünce ve siyaset dünyasında adından söz ettirmiştir.

Kısaca hayatına göz atacak olursak;

Cemaleddin Efgani 1838 yılında Esedâbâd köyünde doğmuştur. Soyunun Hazreti Hüseyin’e dayandırılması nedeni ile seyyid olarak bilinmektedir. Babası çiftçilikle uğraşmasına rağmen oğlunun eğitimine çok önem vermiştir. Beş yaşında Kur’an’ı öğrenir. On yaşında İran’a giderek iki yıl medrese eğitimi alır. Necef’te Hadis, Fıkıh, Usul ve Tefsir dersleri alır. Bu süre zarfında bilgisi ve zekâsıyla grubundakilerden sıyrılmış ve herkesin dikkatini çeker olmuştur. O daha gençlik yıllarında dinî, mezhebi, ahlakî, siyasî ve sosyal alanlarda ilmin önemini kavramıştır. 1854 yılında Şeyh Murtaza Ensari’nin tavsiyesi üzerine, hem matematik, geometri ve diğer yeni ilimleri öğrenmek hem de halkın siyasî ve sosyal hayatı hakkında bilgi edinmek için Hindistan’a gider. 1862 yılında Afganistan’a gider ve Afganlıların İngilizlere karşı olan mücadelelerinde yardımcı olur. 1869 yılında Afgan hükümetindeki değişiklikten sonra yeni hükümetle anlaşamadı ve Afganistan’ı terk etmek zorunda kalarak Hindistan’a geçti. Burada da fazla kalamayarak 1870 yılında İstanbul’a geldi.

efgani.jpgİstanbul’da gördüğü teveccüh Şeyhülislamın tepkisine neden olduğundan 1871 yılında Mısır’a gitti. Mısır hayatının dönüm noktası oldu. Burada yaptığı ders halkaları ve toplantılar sayesinde yine dikkatleri üzerinde topladı ve yedi yıl kaldığı Mısır’dan da ayrılmak zorunda kalıp Hindistan’a gitti.1882 yılında Maddeciliği ve Tabiatçılığı reddetmek adına Dehriyyun’a Reddiye ya da Natüralizm Eleştirisi adlı eserini Bombay’da bastırır.

1883 yılında Paris’te bulunduğu sırada Muhammed Abduh’un yardımı ile Urvetu’l-Vuskâ dergisini çıkarmaya başladı. Siyasi ve sosyal eleştirileri nedeniyle dergi iki yılda yayınlanan on sekiz sayısından sonra kapatılmak zorunda bırakıldı. Bir süre İran ve Afganistan’da kaldıktan sonra 1892 yılında Sultan Abdülhamid’in daveti üzerine İstanbul’a gelir. Efgani hayatında hiç evlenmemiştir ve Sultan Abdülhamid’in kendisini evlendirme teklifini kabul etmemiştir. Efgani 1897 yılında İstanbul’da vefat eder.

Bediüzzaman, İttihad-ı İslam meselesinde selefleri arasında Cemaleddin Efgani’yi de sayarken Divan-ı Harbi Örfi adlı eserinde bunu şöyle dile getirir: “Elhasıl, Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra o, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allamelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit alimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslamı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:

"İhtilaf ü tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz;
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni. "

Bediüzzaman’ı siyasetteki muktesit mesleğe irşad eden Cemaleddin Afgani’in aynı zamanda onun siyasi düşünce yapısını da etkilediğini gözlemlemek mümkün.

Efgani, yaşadığı dönemin şartlarına bağlı olarak siyasî olaylarla daha fazla gündeme gelmiştir. Bu nedenle Efgani’nin, Hindistan, İran, Türkiye ve Mısır gibi İslâm dünyasının en önemli merkezlerinin dışında İngiltere, Fransa ve Rusya gibi dönemin sömürgeci güçlerini de yakından inceleme ve tanıma fırsatı bulması, sömürgeciliğin mahiyetine ve İslâm dünyasının siyasî durumuna yönelik bugün de önemli sayılabilecek görüşler ortaya koymasına ortam ve imkan hazırlamıştır. O yaşadığı dönemin ulema ve aydınlarından çoğunun mahrum olduğu bir siyasî perspektife, kavrayış ve duyarlılığa sahiptir. Efgani’nin ıslahat fikirlerinin çeşitli yönleri vardır fakat onun asıl düşüncesi İslâm dünyasında yenilik hareketi başlatmaktır. O, kendi döneminde Doğuyla Batı’yı iyi gözlemlemiş; Müslüman toplumların ilerleyen Batı karşısındaki geri kalmışlığına çare arayışı içine girmiştir. Halefi olan Bediüzzaman da tedenni-i milletten ahu vah ederek geri kalmışlığa çareler sunmuştur. Şam’da Emevi camiinde 1911 yılında okuduğu hutbede İslam aleminin neden geri kaldığını ve Batı’nın neden ilerlediğini veciz bir şekilde dile getirmiştir.

Efgani’nin din ve siyaset birliği anlayışında, din siyasete değil, siyaset dine tâbidir. O, bu düşünceyi iki yönlü; birincisi, içerde bulunan hâkim güçlere, ikincisi de dışarıdan gelen sömürge güçlerine karşı kullanmayı düşünmüştür. Afgani, siyasî kararlara katkı sağlamaları için halkı din etrafında toplayarak bir birlik oluşturma çabasına girişmiştir. Bediüzzaman da aynı metodu kullanarak özellikte meşrutiyet döneminde Siyaset ile dine hizmet etmeye gayret etmiş. Bununla ilgili günün gazetelerinde makaleler yayınlamıştır.

Cemaleddin Efgani, halkı açıkça ve toplu halde Mutlakıyetten Meşrutiyet rejimine davet ederken, Batı Avrupa meclis devletlerini örnek almıştır. Onun Meşrutiyet ve Cumhuriyet temelli bir devlet kurma fikri, “Seyyid Cemal Kanunî” olarak da bilinmesine yol açmıştır. O devlet teşkilatında anayasal bir düzenlemeden yana tavır sergilemiştir. Nitekim Mısır’da iken siyasî ıslah planı hazırlayarak Hidiv İsmail Paşa’ya sunmuştur. Bediüzzaman da aynı şekilde meşruta-i meşrutiyeti savunmuş. Meclise ve kanunlara istinat eden hürriyetçi sistemi dile getirmiştir.

Efgani, ülke halkının birlik (ittihad) oluşturmasıyla, tüm ülkede siyasî birliğin sağlanabileceği kanaatindedir. Bunun için sağlam ve cesur bir lidere ihtiyaç vardır; fâsid ve yabancı güçlerin buyruğundaki bir lider ülkeye hâkim olursa istismarcı güçlere karşı koymak mümkün olmayacaktır. Bediüzzaman da millet hâkimiyetini esas alan yönetimlerin, daha güçlü olacaklarını belirtmiştir.

Efgani toplumu ıslah ve tedavi etmek için beş husus üzerinde durur: İç baskıya, cehalete, İslâmî esaslardan uzaklaşmaya, mezhep ayrılığına ve Batı sömürgeciliğine karşı mücadele. Konferanslarında, Batıdaki ilmî ve teknik gelişmelere dikkat çekiyor ve Batılıların gayretinden övgüyle bahsediyordu. Bununla birlikte, Batı’nın bir başka yüzü olan istismarcılığına şiddetle karşı çıkıyordu. Bediüzzaman aynı düşüncelerle hayatı boyunca istibdada, cehalete, mezhepler arası çatışmaya ve mimsiz batı medeniyetine karşı gelmiştir. Medeniyetin iyiliklerine sahip çıkmıştır.

Efgani’nin düşüncesinde Batı iki önemli portre çizmektedir. Bir tarafta İslâm ülkelerini esaret altına alan istismarcı bir Batı vardır ki, Efgani’ye göre bu tecavüz Müslümanların milli benlik ve kültürlerini zayıflatmaktadır. Hâlbuki her ülke kendi kültürel ve dini değerleriyle en iyi şekilde yönetilebilir. O, İslâm ülkelerini zaafa uğratan ana sebep olarak Batı müdahalesini gördüğünden, istismarcı güçlerden şiddetle nefret ediyordu. Öte yandan onun gözünde Batı, ilim, teknoloji, modern tarzda eğitim ve yeni siyasî tutum açısından oldukça önde ve örnek alınabilir düzeye ulaşmıştır. Müslümanlar bu alanlarda Batının ilminden yararlanmak suretiyle istismara karşı koymayı başaracak ve ilerleme kaydedeceklerdir. Bediüzzaman’a göre de Lem’lar adlı eserinde “Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.”

Afgani, İslâm alimlerinin ortaklaşa çalışabilecekleri ve fikir alışverişinde bulunabileceği manevi bir merkeze ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun için Hac mevsiminde dünya Müslümanlarının toplandığı yer olan Mekke (Hicaz bölgesi) son derece müsait bir yerdir. Her yıl bu bölgede toplanan Müslümanlar önemli meseleleri görüşebilir, fikir tartışması ve iş bölümü yapabilirler. O, İslâm dininin doğduğu yer olan bölgede, Müslümanların problemlerine bir çözüm bulabilmek ve İslâm Ülkelerini istismardan kurtarmanın yollarını aramak için, İslâm ülkelerinden âlimler ve temsilcilerin katılacağı bir kongre teklif eder. Afgani, bu fikri öne sürerken, Hac için bir araya gelen İslam âlimlerinin toplanarak siyasî meselelere çözüm yolları aramalarının yanı sıra İslâmî ilimlerin seyri ve Müslümanların uyanış hareketi için neler yapılması gerektiği üzerinde de durabileceklerini söyler. Bediüzzaman’da Hac ibadetinin ihmali neticesinde İslam dünyasında yaşanan sıkıntıları dile getirir. Bedîüzzamân hac ve ondaki hikmetin ihmalinin musibeti değil, gazap ve kahrı celp ettiğini söylüyor. Hakikaten yaşanan hadiseler musibetin de ilerisinde gazap ve kahır şeklinde tecelli ediyor. Bediüzzaman hacdaki ihmalin cezasının da “keffâretü’z-zünub yani günahların kefareti; müminlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen keffaret hükmündeki hastalık ve musibetler değil; kessâretü’z-zünub yani günahların çoğalması olduğunu” belirtiyor. Çünkü kefferatü’z zünub olsa ceza çekilir ve musibet kalkar.

Cemaleddin Efgani’nin siyasi ve sosyal konularda bir çok düşüncesi Bediüzzaman’da makes bulmasına karşılık bazı meselelerde Bediüzzaman Efgani’den ayrılmıştır. Efgani siyasi meselelerini hep siyasi devlet adamları ile halletmeye çalışmış bu yüzden anlaşılmayıp sürekli sürgün edilmiştir. Bediüzzaman ise düşüncelerini devlet adamlarına iletmekle beraber halkın değişik katmanları ile görüşlerini ve düşüncelerini paylaşmıştır. Meşrutiyette takındığı tavır bunun açık delilidir.

Efgani bazı İslam ülkelerinde halkı mevcut idareye direnmeye teşvik ederken Bediüzzaman müspet hareket metodu ile idareye ilişmemiştir. Ama idarenin yanlışlarını da haykırmaktan çekinmemiştir. Bu hareket tarzı kısmen Efgani’nin talebesi Muhammed Abduh’ta da gözlenmiştir. Efgani ile Abduh arasında fikir ayrılığı belirmiştir.

Bediüzzaman, siyasette muktesit meslek ile ilgili düşüncelerini örneklerle Münazarat adlı eserinde şöyle aktarır. ”İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in "Rüyâ”sıyla uyandım. Lâkin maatteessüf, su-i tesadüfle hükûmete itiraz edenlerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite rast geldim. Ehl-i ifratın bir kısmı, Araptan sonra İslâmiyetin kıvâmı olan Etrâkı tadlil ediyorlardı. Hattâ bir kısmı o derece tecavüz etti ki, ehl-i kanunu tekfir ederdi. Otuz sene evvel olan kanun-u esâsîyi ve Hürriyetin ilânını tekfire delil gösterdi, وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَۤا اَنْزَلَ اللهُ ilâ âhir hüccet ederdi. Bîçare bilmezdi ki:وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ bilmânâ مَنْ لَمْ يُصَدِّقْ'dır. Acaba sabık istibdadı hürriyet zanneden ve Kanun-u Esâsîye itiraz eden adamlara nasıl itiraz etmeyeceğim? Çendan onlar hükûmete itiraz ederlerdi. Lâkin onlar, istibdadın daha dehşetlisini istediler. Bunun için onları reddederdim. İşte şimdi ehl-i hürriyeti tadlil eden şu kısımdandır. Bununla beraber, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni İnkılaptan on sene evvel aldattı ki, ehl-i ihtilalin ekseri masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir iki sene zarfında zail oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız mutekid müslümanlardır.

Elhasıl: Hükümete hücum edenler, bazıları "Haydo, Haydo" derlerdi, bazıları "Haydar Ağa, Haydar Ağa" derlerdi; ben "Haydar" derdim, şimdide "Haydar" diyorum vesselam... (Münazarat)

Bediüzzaman aynı zamanda tarafgirane körü körüne siyasetin de tahlilini yapmıştır. Ona göre salih ve alim bir kişi kendi siyasi fikrine uyan münafık bir kişiyi coşkuyla övmüş; buna karşılık kendi siyasi fikrinden olmayan salih ve alim bir kişiyi ise ön yargı ile tenkit etmiş ve fasık ilan etmiştir. Bu tür körü körüne yapılan ilkesiz, gerekçesiz ve ölçüsüz siyasetten Allah’a sığındığını belirtmiştir.

Faydalanılan kaynak
-
Seyyid Cemaleddin Afgani ve din eğitimi anlayışı
The understanding about religional education of Seyyid Cemaleddin Afgani (Esedabadi) Aliye Yılmaz – 2012

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum