Mehmet Akay Abinin hatıraları (Rizeli Yunus Abi’den nakil)

Doktor Mehmet Akay Abi Rize’de iki buçuk yıl kalmış, o süre zarfında Yunus Abi ile sürekli birlikte olmuşlar. 1971’den sonra iki buçuk yıl. Risale-i Nurları tanıyor ama Akay Abinin gelmesi ve sürekli risale okuması ile onların da ilgileri artıyor ve daha çok okumaya başlıyor. Az kitap okuduğunu söyleyince Akay abi, “bir kiraz ağacına tırmanmaz isen kiraz yiyemezsin. Tırmanınca kiraz yemeye başlarsın, yani kitaplarla çileli bir yolculuğun olmalı” der.

Yunus Abi ilk defa şu cümleyi çözünce zevkini alır metinlerin: “Hilkat şeceresinin semeresi insandır.” Buradaki kelimelere bakar ve manayı anlar ondan sonra anlamak için gayret sarfeder, yeni bir dünya keşfetmiştir.

Akay Abi “keşke bir araba alsam onunla dolaşıp insanlara risale dağıtsam“ der. Birlikte esnafları dolaşırlar ve Akay Abi her gittiği yerde risale okur, muktezayı hale göre konuşur, gayet kibar ders okur, insanları etkilerdi. Mümkün mertebe hizmet olarak gördüğü şeylere yardımda bulunurdu.

Yunus Abi ondan şevk alır. Zengin birisinin elde edilmesini söyler Yunus Abi. Akay Abi ise “insanları iman hakikatlerine bağlamadan paralarını nazara alarak davranırsan sonuç alamazsın, önce imanını kurtarmayı düşünmelisin” cevabını verir.

Hızır isimli gayet cevval birisi çok hareketliliğinden dolayı sakat kalır. Akay Abi bir gün kitapları alır ona birlikte giderler ve Hastalar Risalesi’ni sonuna kadar okur. Sonra birgün Hızır denen adam Akay Abi ile Yunus Abi’yi arar ve o kitaplarla yeni dünyalara kavuştuğunu anlatır, onun o halini elemden neşeye çevirir Akay Abi’nin davranışı. Bu asrın fehmine göre bir derstir eserler özellikle bu okunan Hastalar Risalesi, yürüyemeyen bir adamı hayata bağlar.

Namaz kılarken parayı cebinden çıkarır öyle namaz kılardı. Aldığı maaşı Yunus Abi‘ye bırakır. Yanında taşımaz. Bir gün Kur’an’ın basımı için Feyzi Abi, Bayram Abi, Tahir Abi, Demirci Hoca, İbrahim Toprak’ın evinde para toplarlar. Akay Abi “sendeki param ne kadarsa hepsini ver” der. Yirmi bin lira dolayındadır. En çok parayı da o vermiş olur. Bir de Yunus Abi’nin babası verir. Talebelerin masraflarına katılırdı, çok cömerttir. O sıralarda Celal Huyut da oraya gelir, onun eserlerin okunmasında çok dikkatli dinlemesinden dolayı, “Bu çocuk iyi bir nur talebesi olacak, dikkatinden belli“ der. Gerçekten öyle olur. Ben de o zaman Celal kardeşle uzun boylu iki ay kadar okumuştuk.

Çay içerken yanında dört bardak bulundurur birini içer öbürü bekler onu içer arkasından öbürlerini.

Hasta olduğunda ziyaretine giderler, eşi ziyaretçi kabul etmez ama Yunus Abi rica edince bir süre sonra kabul edeceğini söyler. Kabülde odaya girip otururlar, Akay Abi biraz gözünü açar ve güler, bunlar onun hizmetini anarlar. Yunus Abi arkadaşı ile yola çıkarlar, bir süre sonra bir telefon gelir eşinden, Akay Abi ziyareti o zaman ferketmiştir ve Yunus Abi’ye muhabbetlerini gönderir.

Namaz kılarken ayaklarının baş parmakları bembeyaz olur, o durum dünyevilikten sıyrılmanın bir işareti olurmuş. Zübeyir Abi’nin yanında kalmış, onun eserleri okumasından ve ilgilerin dağıtılmamasından yana tavrından çok etkilenmiştir.

Zübeyir Abi gazeteye evet der ama himmetlerin dağılmasını istemez, Akay Abi de öyle düşünür.

Akay Abi’nin Rize‘deki hayatı büyük hizmetlere neden olur, yeni insanlar kazanılır.

İkinci Mektub’u Akay Abi bir prensip olarak almıştır, Yunus Abi’ye ondan bahseder, zaman zaman.

***

“(O mezkûr ve malûm talebesinin hediyesine karşı cevaptan bir parçadır.)

Sâlisen: Bana bir hediye gönderdin. Gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen, onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan herkesin hediyesi reddedilse seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu bîçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise tezehhüd ve sun’î bir istiğna değil belki dört beş ciddi esbaba istinad eder.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar. “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar.” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler: اِنْ اَجْرِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ ۞ اِنْ اَجْرِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yâsin’de اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ cümlesi, meselemiz hakkında çok manidardır.

Üçüncüsü: Birinci Söz’de beyan edildiği gibi Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakiki’ye ait şükrü, senayı zahirî esbaba verir, hata eder.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zülcelal’e yüz binler şükrediyorum ki küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiyye-i ömrümü de o kaide ile geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

Beşincisi: Bir iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor belki dokunduruluyor, yedirilmiyor. Bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek, gayrın malını almamaya manen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.

Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor, o da hoşuma gitmiyor.

Hem tasannu ve temelluktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en a’lâ baklavasını yemek, en murassa libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.

Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en mühimmi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.”

İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir bîçareyi, salih veya veli tasavvur ederek sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer hâşâ ben kendimi salih bilsem o alâmet-i gururdur, salahatin ademine delildir. Eğer kendimi salih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.

Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum