Sahur sayıklaması III

Dün gece sahur kaçtı, haliyle sabah namazı da.Târifsiz bir hüzün kapladı içini. Allah’a karşı duyulan zelil bir mahcubiyet. Bütün hayatı böylesi bir mahcubiyet içinde geçti zaten. Öğle namazından sonra Ulu Cami’de öğle mukabelesine devam. Fire yok şimdilik. Ama teravihler sorma gitsin. Bu yıl neden böyle oldu, anlamıyor. Mukabelenin yarısından sonra, bilhassa son hizipte elinde olmayarak uykuya dalıyor. Biyolojiye karşı durmak zor. Lanet olsun şeytana! Damarlarında dolaşıyor. Bir türlü rahat bırakmıyor onu. Aşıkane ve sadıkane okuyuş. Öylesine. Anlamadan. Ama daha feyizli ve daha bereketli.

En sıkıcı şey lüzumsuz davetler ve kallavi iftar softaları. Gerçi kendisini böyle bir sofraya davet eden henüz çıkmadı. Edilse geri çevirebilir mi? Emin değil. Tıka basa yedikten sonra huşu içinde teravih kılmak imkansız hale geliyor. Şunu anladı ki maneviyat ile maddiyat, yani din ile dünya, yani dünya zevkleri ile ibadet aşkı bir arada yürümüyor, biri gelince diğeri gitmek zorunda kalıyor. Kırk yıl sonra da şunu anladı: zenginlik ile dindarlık bir arada olmuyor, ikisi aynı mekanı paylaşamıyor. Biri gelince diğeri gitmek zorunda kalıyor. İşin garibi şu ki kendisi ne zengindi ne dindar. Sahi neydi kendisi?

Televizyonda tatsız ve tuzsuz bir program. Bomboş. Ülkenin gûya en meşhur entelektüellerinden biri konuşuyor. “Fiziksiz metafizik” gibi Ramazan ayında hiç mi hiç gitmeyen bayat ve berbat bir konu. Tekellüflü ifadeler ve fiyakalı cümleler. Geçen on dokuz mayıs vesilesiyle attığı mesaj muhafazakarları çok kızdırdı. Cumhuriyete ve milli mücadelenin önderine övgüler, selam göndermeler. Yaklaşık kırk yıllık entelektüel hayatını Cumhuriyet dönemi ilke ve inkılaplarını, milli mücadelenin önderini kıyası eleştirmekle geçirmiş birinin geldiği yer burası. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi.

Belki de o haklı, bizim gibi gericiler haksız. Bizler gölgeler dünyasında yaşamaya devam eden zavallı kuklalarız. O aydınlandığı için bizim göremediklerimizi görüyor. Neden olmasın ki? Akıbetimiz hakkındaki son hükmü ve kararı mahşer günü Allah vermeyecek mi? Bıktı artık bu adamı eleştirmekten. Ama nedense onsuz da yapamıyor. Düşmüyor yakasından. Daha doğrusu kendisi düşmüyor onun yakasından. Neden bu adama bu kadar taktı, bir anlayabilse! Belki de kıskançlıktan. Onun gibi şöhretli ve okunan biri olmamaktan. Ona karşı duyduğu gizli hayranlıktan…

Ramazan huzursuzluğu devam ediyor. Sahur yemekleri onun gibi hastalığı olanlar için tam bir işkence. Ama emir yukarılardan. Cehennem korkusu, cennet nimetlerini ve Allah’ın rızasını kaybetme endişesi titretiyor insanı. Pascal mantığı, ya varsa! O zaman ibadet etmeyenlerin kaçacağı delik yok. Vay haline onların! Şu an bir Budist veya Hindu’nun oruç ve namaz diye bir derdi yok. Adına manevi hava, manevi atmosfer denilen şeylerin tümü izafi. Bir ara eli Cemil Meriç’e gitti bıraktı. Üstte risaleler var, dokundu ama alıp okuyamadı. Meal dedi birkaç dakika ancak. Roman ve şiir mi, şeytan görsün yüzlerini.

Ramazan ayının 'Kur’an ayı' olduğunu biliyordu ama bunu, Ramazan ayında Kur’an’ın orijinali dışında hiçbir kitap okuyamayınca anladı. Anlamadan okumak daha hoş, daha lezzetli. Anladın mı, fazla okuyamıyorsun. Çünkü geçmiş günahlarını hatırlıyor ve sadece utanıyorsun. Yüzün kızarıyor. Rezil oluyorsun. Kuran’la herhangi bir alakan kalmadığını görüyorsun. Bizimle artık ilgisi olmayan bazı tarihsel ayetler görüyorsun. Kafan karışıyor. Çıkamıyorsun işin içinden. Hangi âlim çıkabildi ki sen çıkabilesin. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Zaten bu ümit de olmasa helak olmak dışında elinde bir seçeneği yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum