Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Şahin Doğan'ın kitapları-2

Şahin kardeşin ikinci okuduğum "Hakikatin İzinde" kitabı İz Yayınlarından çıkmış. 2019 baskılı kitabıdır. Öncelikle kitapta epeyce yazım yanlışı var. Kendisine özelden bildirdim. Diğer baskılarda bu hataların, hatta görmediğimiz başka hatalar da varsa, onların da düzeltilmesini temenni ederim.

Kitabın üç bölüme ayrılması, ayrı bir güzellik ve orijinalite. Hiçbir kitapta böyle bir tasnif görmedim. Bu tasnif de 14. Yüzyılda yaşamış El Muvafakat adlı fıkıh ve dil eserinin sahibi Endülüs âlimlerinden İmam Şatibi'den ilhamen yapılmış. Bu tasnif zarurîyyat (zarurî ilimler) hâciyyat (muhtaç olunan ilimler) ve tahsiniyyat (birtakım maslahat ilimleri) adıyla üçe ayrılmış. Zarurîyyat ilimlerine iman ilmi örnek verilmiş. Risale-i Nurların baştan sona bu ilimleri ifade ettiği açık. Fakat "Fıkh-ı Ekber'in" yazarı İmam-ı Azam'ın da "En büyük fıkıh  Allah'a sahih bir imanla bağlanmaktır" sözü çok mânidardır. Bu söz, tek başına zarurîyyatı ifade ediyor.

Şahin Doğan'ın kitabı, baştan sona düşünmenin hakkını verme gayreti olarak yorumlanabilir. Kendisi de bunu zaten böyle bir sorumluluk olarak görüyor. Fakat o her gün değişebilen günlük elbise keyfiyetindeki 'fikir zamparalıkları' olarak gördüğü düşünceleri değil; bedeli ödenen, haysiyet isteyen, kan, ter, emek, sancı ile elde edilen düşünceyi hedefliyor. Bu düşünce ise sunulmaz, bulunur diyor. Tarihte başta peygamberler nice düşünce adamı, bu soylu düşünceyi tahammülü zor yalnızlığın 'hınzır uğultusu'na tahammülle kavuştular ona göre. Demek soylu düşünce ancak yalnızlıkla elde edilebilir. En azından elin kârda bile olsa, kalbin yârdan sapmayacak herhalde.

Yazıların başlıklarını vermeden, bazı düşüncelere bakışımı belirteceğim öncelikle bu yazımda. Kitabı okuyan, zaten bu yazdıklarımın hangi yazıya karşılık geldiğini bulacaktır. 

Dışlama konusunda biraz haksızlık ediyor Doğan. Ebu Cehil'in kapısına yüz elli defa giden, kendisini yüz kadar Müslümanla hicrete zorlayan, Mekke'ye iki büklüm giren, bir Yahudi cenazesi geçerken bile ayağa kalkışına "O da insandır" diye izah eden bir peygamber ve nihayet onun son talebelerinden Said Nursi'nin, başkasının günahına ağlamasını ve kendisine zulmedenlere bile hakkını helâl etmesini nazara alsaydı; "tüm inançlar insanları ayrıştırır" hükmünü vermezdi herhalde. En azından Kur'an'ın toptancılık yapmadığını, insanları inançlarına ve sosyal durumlarına göre ayırdığını da bilmek yeterli zannediyorum.

Şahin Doğan'ın bir hükmünü de realite ve tarih tam doğrulamıyor en azından. Eğer insanın bakış açısını, sadece onun ön kabulleri belirliyorsa, sahabenin hangi toplumdan çıktığını; din değiştiren binlerce insanı izah edebilir miyiz? Evet, ön kabulller önemli ama tek seçici ve etkileyici değil. "İman, insanın cüzi iradesini saf etmesinden sonra, onun kalbine ilka edilen bir nurdur." Esas olan, kişinin serbest iradesini düzgün kullanmasıdır. Nice deliden veli, veliden deli olmuştur. Bunun günümüzde de çok örnekleri vardır. On beş yüksek akademisyeni toplayın. Bir babalarını sorun bir de çocuklarını sorun. Çoğu ya çiftçinin ya işçinin ya da okuma yazma bilmeyen birinin evinden çıkmış, kendi gayretiyle bir yerlere gelmiştir. Kendileri eğitimli güya ön kabulleri de yüksektir ama çocukları konusunda âcizdirler. Demek şahsî gayret ve irademizi terbiye etmemiz önemlidir. Kendi ailelerimizde bile bunun orijinal örneklerini gorebiliyoruz.

Şahin kardeş, Avrupaî buluşları da hepten onlara vererek, istişare yapan asırlara en azından Endülüs'e biraz haksızlık etmiş. İslam dünyasındaki Kur'an'a da uymayan radikalizmi, İslama mal edenler; İslam'ın yükselişini önlemek adına, birinin işi bitince başkasını rahatlıkla devreye alarak, büyük planlarını uyguluyorlar.Her devirdeki güzellik, ilahî kaynaklıdır. Temiz ve bozulmamış fıtratlar, karanlık dönemde de olsa kendini gösterir. Bozuk fıtratlar da vuran güneşin bir maddedeki kokuşmuşluğu ortaya çıkarması gibi, kendilerini ortaya çıkarırlar. Suç güneşin değil, bozulmuş fıtratındır. Onun için Velid'in Haccac'ın suçunu, onun idareciliğine engel olamamış mahza hakikat İslam'da aramamak lazımdır.

Şu da önemli. Önemli olan, teknik midir, tekniğin nerede kullanılması mıdır? Yani onun hedefi midir? Birinci ve ikinci Dünya ve halen devam eden vesayet savaşları, hangisinin önemli olduğunu bize fiilen öğretmiştir.

"Mutlak Hakikat Var mıdır?" başlığı altında çok güzel bir yazı var kitapta. Her beşerî düşünce ya da muharref dinde, elbette bir dâne-i hakikat vardır. Ama insanı ve kainatı yaratan Rabbimiz, mutlak hakikati ve mutlak hüsnü, Kur'an'da bize bildirmiş. Diğerlerindeki dane halindeki hakikatler tamim edildiğinde, hem fikrî hem de uygulamalı zulümler ortaya çıkmıştır. Yalnız yazıda geçen "hakikat-ül eşya-ü sabitetün" yanlış açıklanmış. 18. Mektub'a bir daha bakınca, bir dahaki baskıda düzeleceğini zannediyorum.

"Güzellik ve iyilik asıldır. Kötülük ve çirkinlik arazidir yani ikincildir. O da güzellik ve iyilik için bir basamak ve mihenktir. Çirkinlik ve kötülük evrenin organik bütünlüğü içinde anlam kazanıp güzellik ve iyiliğe dönüşür. Böylece İlâhî adalet sorunu, kendiliğinden çözülerek, kâinat ve içindeki her şey Allah'ın sonsuz, sınırsız iyiliğinin ve güzelliğinin bir tezahürü haline gelir" cümlesinin geçtiği "Hayata Müslümanca Bakmak" yazısı için dahi, bu kitap alınır ve okunur düşüncesindeyim.

"Hayata Agnostikçe Bakma"nın özetini de veriyor Şahin Doğan. Ya desene nefsine esir olarak kalmak, kestirmeden Şahin kardeş.

Şahin Doğan'ın "filozofların ve bilim adamlarının tanrısı'nın karşısına, bir akıl yürütme ile kanıtlama ile değil; kutsal kitaplarda kendini açığa vuran bir habere inanma, güvenme fiili ile ortaya konan imanın Tanrı'sını yerleştirme, daha makul bir tercih gibi" cümlesi de biraz eksik duruyor. Elbette meselenin kayyumu imandır. Delil sadece kuburu bitirmek içindir ama Rabbimizi bize tarif eden üç muarrifi de unutmayacağız.

"AVM'ler âvâmın mâbedi, müzelerse havassın" tespitiyle birlikte "Dinden ve kutsaldan kopmakla felsefe dünyası, bir taziye evine döndü" tespitine bayıldım.

Zarurîyyat bölümünün galiba en uzun ve dikkat çeken "Müslümanların Modernlik ile İmtihanı" yazısı ise, derin ve titiz bir değerlendirme.

Haciyyyat bölümü "Bir Ateist ile Müslüman'ın Tartışması" yazısı ile başlıyor. Uzun fakat okunurluğu olan bir diyalog yazısı. Diğer 'izm'lerle de çok güzel diyaloglar kurulmuş. Bir ateist ya da deiste verilebilecek cevaplardan müteşekkil derinlikli olan bu yazıları, okumanızı isterim. "Bir Ateist ile Tartışma" yazısının devamını keşke getirebilseydi. Orada yazar Murat Utkucu ile güzel yazışmalar yapılmış ama devamı gelmemiş.

Bu bölümde "Nurculuğun Günümüz Sorunları" da biraz irdelenmiş. Risale-i Nur külliyatını tüm sorulara cevap verir bir otorite olarak görmek doğru mudur, sualine Şahin Doğan "İmanî konularda tüm sorulara cevap veren otoriter bir metindir" demek daha uygun olur diyor. Fakat Metin Karabaşoğlu şöyle diyor: Risale-i Nurun her şeyin başı ve esası olan 'ulum-u imaniye'ye dair meseleleri hal yoluna koyduğu; bu noktada eski âlimlerin sözlerini tekrardan öte, yeni bir çığır actığı; iman üzerine mesaisini teksif etme tavrının diğer tüm meselelerin bu temel uzerine oturtulması anlamına geldiği; Risale-i Nurun ister şahsî ister sosyal ister iktisadî ister siyasî olsun, her bir meseleye imanî bir nazarla muhatap olmanın usulünü gösterdiği; zaten imanî olmayan ne bir konu ne de bir soru bulunduğu anlamında onun her meseleyi hallettiği doğrudur.

Entelektüel zayıflık, benim de kafamı kurcalıyordu, niye yeterince entelektüelimiz yok diye. Fakat Şahin bunu, fazilet olarak görüyor.

"Harf İnkılabı ve Osmanlıca Dersi" yazısı ise çok güzel. 

Zengin ve bol yazılarla süren bu bölümden sonra tahsiniyyat bölümü geliyor. On dokuz yazıdan meydana gelen bu bölümde de güzel yazılar var. Mesela İhsan Fazlıoğlu için "Ararken bulanlardan, Cündioğlu için ise ararken kaybolanardan. Arayan bulmak ister, kaybolan ise bulunmak" tespiti yerinde. Cündioglu uzmanı olan sevgili Şahin Doğan'ın kaybolanlardan olmamasını temenni ederim.

"Temenniler ve Hakikatler" yazısını tekrâren okuyorum. Şahin kardeş bu yazısını bir yerinde "Yalnız başına Hz. İbrahim gibi tevhid sancağını taşıyabilecek cesarette bir iman sahibi olabilmek. "O, İbrahim tek başına bir ümmetti" diyor, Hz. Kur'an. Bir ümmetin taşıyabileceği yükü, tek başına omuzlamak, yaşayan faniler içinde yegane muvahhit kişi olma bahtiyarlığına ermek..." tespitinde bulunuyor ve bunun yollarını irdeliyor.  

"Çilesiz suratlar, gerçekten tüküresi suratlardır" derken de rotüş yapmadan, kostüm takmadan yaşamayı namuslu zekâlara mahsus kılıyor. "Her Izdırap Mukaddestir" yazısında.

"Bir Yılın Sonunda Arzu" yazısı ise bir değerlendirme, bir dertleşme. "Risaleler hayatımın ayrılmaz parçası. Mistik ve derûnî cezbe anlarım da tavaf ettiğim biricik mihrap. Benimle büyüdüler, yürüdüler, açıldılar, çiçeklendiler: Sözler, Şualar, Lemalar, Mektubat...İstifade mi dediniz? Çok az. Bu yıl hiç meal okumadım. Mealistler, meale olan güvenimi sıfıra indirdiler" diyor yazarımız. Kimin güvenini indirmediler ki aziz kardeşim? Hem de nice beyinleri bin parçalara ayırarak.

"Türk Nesrinde Üslûp Üzerine Deneme" yazısı da harika. Tolstoy'dan Ahmet Mithat'a, Namık Kemal'den Halit Ziya'ya, Süleyman Nazif'ten Peyami Safa'ya, Tanpınar'dan Orhan Kemal'e, Cemil Meriç'ten Orhan Pamuk'a güzel ve katıldığım değerlendirmeler yapılmış. Tanpınar'ın "Kitap Korkusu" yazısı içimi burktu. Bu kitap içindeki harika bir değerlendirme ve şiirimsi bir tatta yazılmış  "Şehir ve Kent" yazısı için bile, alınıp okunmaya değer.

"Çok Kitap Okuma Bir Kitap Oku" yazısında büyük yazarların ilginç okuma örnekleri var. Fakat okuma nedir? Yazı "Okuma faaliyetinin irfanî geleneğimizdeki anlamı, sadece metin okuması değil; nesneleri okuma, varlığı okuma, insanı okuma, kâinatı okumadır. Ortada henüz yazılı metne dökülür kitap yokken, Kur'an'ın ilk emrnin "oku" olması ne kadar mânidar! Hülasa biz okumayan bir toplum değiliz, tam tersine çok okuyan bir toplumuz ama yeterince reklâmını yapmayan ve yapma ihtiyacı bile duymayan tasannusuz bir toplum" tespiti ile bitiyor.

Tesekkiyat-ı firak ile teşekkürat-ı Rahmaniye farkını anlamak için "Mukaddes Hüzün" yazısı bir numara.

"Ramazan  Huzursuzluğu" yazısı ise ona tanıdığımız bir hak ve ta'rizimiz olsun. 

"Muhabbetullah" yazısı, "Aşk elinden avare, Mecnun gibi aşk belası ile sarhoş olmak isteyenler için Risaleler hem kâfidir hem de vâfidir "tespiti ile bitiyor.

Hakikatin izini süren Şahin kardeş "Bildiğim Tek Şey, Hiçbir Şey Bilmediğimdir" yazısında "Teslim olan anlar. Anlamak ise aczini itiraf etmektir. Bediüzzaman'ın dediği gibi gerekirse el feneri hükmündeki cüzi ihtiyariden vazgeçmektir" diyor. Diyor ama bir sonraki "Ve Ben Bende Değilken" yazısında onu yapmıyor. Yapmayınca da "Ve ben ışığın altında zifirî bir karanlık içindeyken..." diye de inliyor.

Evet dostlar Şahin Doğan'ı bu emeklerinden dolayı tebrik etmemek elde değil. Fakat bir demet çiçek sunduğum bu kitapları elde edip okumak size ait. 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum