Sahilde çay içerken hepimiz aciziz

"A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helal olması için, namazdan çıkarken meleklere selam vermek gerektir." Mevlana Celaleddin-i Rumî (k.s.), Mevlana'dan Seçme Metinler'den.

Çok da kabadayılık taslamaya gerek yok be arkadaşım. Sahilde çay içerken hepimiz aciziz. Hiçbirimizin gücü mutsuzluğa yetmiyor. Sabrın da fire verdiği yerler var. Bir suskunluk alıyor maviliğe bakarken. En mütebessimimiz bile, insanlar içinde mütebessim, kendi içinde değil. Kimse, fakirliği yakıştırıp, zat-ı âlisine bir tebessüm sadaka vermiyor. Hiç içine, aynaya, yüreğine; ağzını kapatırken eline, avuçlarına gülümseyen gördün mü yakınlarda? Kendi kendine gülen, çocukların ve delilerin dışında, kaç insan kaldı? Ne yapayım ben kalabalık içinde atılmış şuh kahkahayı? Alınma ama; işte bunlar hep kabadayılıktan, kibirden. Başkasına sadaka sanıyor tebessümü. Kendisine değil. Öyle söyleme. Yalnız kalınca gülümseyebilenlere mutlu derim ben. Kalabalıkta hepimiz bir şekilde başarıyoruz bunu. Yapmacıklık kömür ateşi değil ki. Saman alevi.

Tasannu çirkince. Yüzümüze ikinci bir yüz asılıyor kurguyla. Ben o yüzü sevmiyorum. İnanmıyorum da. Bana yalnızken gülümseyebilen insanlar lazım. Kendi kendine güzel şeyler konuşanlar, güzel görenler, güzel düşünenler, gülenler. Mutluluğu canı isteyenler. Mutluluğa kastederek yaşayanlar. 'Mış gibi' yapmayanlar. Kendisine sadaka vermekten korkmayanlar. Kuru üzüm çubukları yani. Sulu taneler değil. Ama doğru, beşer bu kadar mutluluğu kaldıramaz, deli yaftasını yapıştırır onlara. Akıllı adam menfaati yoksa mutlu da olamaz modern zaman kitabında. Hüzün kalıcı olandır, yani aslolandır, neşe iki hüzün istasyonu arasında alınan mesafe, bir geçiştir sadece. Hodbinin dünyası ister istemez bedbinlik getirir.

Beni mutlu olduğuna inandırmak istiyorsan insanlardan kurtarabildiğin zamanlarına bakmak isterim. Yani kimseye numara yapmadığın, rol kesmediğin, sadece sen olduğun vakitleri görmek isterim. Ne zaman böyle bulacağım seni? Belki geceleri. Uyumadan az önce başın yastıktayken. Işıklar kapalı ve insanların sırtı sana dönükken. Babanın mezarında belki. Ortalık tehnayken. O zamanlar ağlıyor musun durup dururken? İşte öyle vakitlerde yakalarım seni. 'Sen busun' derim.

Bir de namazların var insanların sana bakmadığı. Senin de herkes gibi ve herkesten biri olduğun anlar. O anlarda aklından ne geçiyor, bilmek isterim. Sabır ve namaz birbirinin kardeşidir. Kur'an onları beraber anmıştır. Hayatta zorlayan ne varsa gelir namazda bulur seni. Bir turnusol kağıdı veya bir tahlil nümunesi gibidir zamanda namaz. Zamana bırakılmış bir ayraçtır. Ömründe fikrin neyse namazda zikrin de odur. Ne aklına geliyor namazda? Neye sabrediyorsun? Allah, kesretten kurtulup biraz da kendine kalman için odacıklar yaratmış, yaymış günün içine, hem de beş tane. Kıymetini biliyor musun?

Namaz ve sabır birbirinin kardeşidir. Birindeki gücünü diğerindeki sebatından anlarsın. Bir mantık arıyor insan sabredebilmek için. Bir doğru, bir hakikat, bir asâ-yı Musa ki, onu yere atınca vesvesenin her türlüsünü yutup fikri temize çıkaracak... Kimse sabretmek için sabretmez. Bir umut için sabreder. Bir meyve için, bir kazanç için, bir sonuç için... Sen ne için sabrediyorsun? Meyvesi ne sabrettiğinin? İşte namaz bunu düşünmek için bir fırsat sanki.

"İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?" Bana öyle geliyor ki; namazda bizzat namazın kendisi düşünülemez. Evet, içinde geçen elfaz-ı mübarek düşünülebilir. İmana ve Kur'an'a dair şeyler tefekkür edilebilir. Hayal ile na'büdü'nün 'nun'una binilebilir mesela. Onunla âlem seyran edilebilir. Bunlar düşünülerek ağlanabilir, tebessüm edilebilir, sevinilebilir, hüzünlenilebilir. Firavun'un inkârı anlatılırken Hz. Ömer (r.a.) misali hiddet edilebilir. Ama namazın içinde namazın bizzat kendisi düşünülemez.

Penceredir o. Pencere dışarıya bakılmak içindir. Bizzat kendisine bakılmak için değildir. Çünkü namaz, parçaları hakkında tefekkür edilebilir, ama bizzat kendisi üzerinde zihin tutulamaz birşeydir. Allah, insana namazı emrettiğinde, bana öyle geliyor ki; sadece namazın içeriğine dair olanları değil, onların eşiğinden bakılarak asl-ı hayatın içeriğine dair olanları da tefekkür etmemizi ister bizden. Namazda bundan da kaçamayız.

Seni bilmiyorum ama çok defalar olmuştur bana. En zor dertlerimin çözümleri namazlarda aklıma gelmiştir. İçinden çıkılmaz sandığım meselelerin cevabı namazda gelip beni bulmuştur. Kıraat esnasında veya rükû ederken veya secdede. Birden açılır sanki fikrin kapıları. Belki de hayatımızda böylesi durup düşünme anları eksik kalmıştır: İmdat çekiçleri. Panik odaları. Acil çıkışlar. Namaz bizim hayattan acil çıkışımızdır. Uyanıkken bahşedilen rüyadır.

Allah günde beş kere hayattan/kesretten koparıp ellerimizi önümüzde bağlatır. Dünyayı arkamızda bırakarak fakat bazen de kainat kitabını açarak düşünürüz. "Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin. Gerçi bu ağır gelir ama, huşû duyanlara değil!"  ayeti belki buna işaret eder:

Birşeyin çözümünü mü bulamadın, sabrını yaslayacak bir mantık mı aradın, âmelin yetmediğinde namaza dur. Namazla iste. Panik odasına kaç! Fitne zamanı koşarken yürümek, yürüyorsan durmak, ayaktaysan oturmak, oturuyorsan uzanmak gibi birşeydir bu. Bir nefes almak dünyadan, bir düşünmek, bir durulmak o çılgınca akışkanlığın içinde. Demem o ki: Yüzünü Allah'a dönmek için diğer yüzlere bakmayı bırakıp bazen durmak gerek. Huşû, biraz da durulmaktadır çünkü. Sen durmadan hayat durulmaz. Modern zamanların 'hareket sarhoşluğuna' namazda büyük bir deva varmış gibi geliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum