Sağol Taha Akyol

Son zamanda bir hastalık başladı. Sultan Abdülhamit muhabbetinden başkalarını eleştirmek hatta hainlikle suçlamak. Taha Akyol bu tarz eleştirinin densizliğini, yersizliğini anlatır. Çok canı sıkılmışa benzer. Haklı olarak bunun kabul edilemez olduğunu söylüyor. Sultan Abdülhamid’in Mehmet Akif ve Bediüzzaman Said Nursi tarafından eleştirilmesinin hürriyet fikrinin gelişmesine hizmet ettiğini söyler. Bu yüksek bir zaviyeden bakmaktır, iyi ki varsın Taha Akyol. Sıradan insanlar hakları olmayan eleştiriler yaparsa herkes yadırgar ama gerek Sultan Abdülhamid gerek Akif ve Bediüzzaman sıradan insanlar değil ve kimsenin gölgesi kimseninkinden farklı değil. Ülkemizin semasını süsleyen üç büyük adam, onların gölgeleri birbirini boğmaz. Üstelik eleştiri tarihinde büyük adamlığın büyük eleştirmenliğin şanı haklı eleştiri yapmaktır. Bu yüzden kimse kalkıp niye eleştiriyor, sen şuşun busun diyemez.

Hugo’nun bir şiir kitabını kralın kitapçısı görür ve beğenir krala götürür. Kral beğenir ve kendisine bin frank yıllık bağlanmasını emreder. Daha sonra cumhuriyetçi Hugo kraldan uzaklaşır, yirmi beş yıl Paris’ten uzakta yaşar. İstese krala yalakalık eder, rahat içinde yaşardı. Ama Hugo’ya bu yakışmaz. Paris’e döndüğünde herkes sokaklara dökülür “yaşa Hugo” diye tempo tutarlar. Hugo, ”yirmi beş yıl sürgünde yaşadığımı Paris halkı bana yirmibeş dakikada unutturdu” der. Büyük sanatçıların yazarların bir mayası var o mayanın dışında davranmaz, davranamaz.

Peygamberimiz (asm) Miraçtan döner. Ebu Cehil, Hz. Ebubekir’in yanına gider ona “Ya Ebabekir senin arkadaşın saçmalıyor. İki aylık Küdus yolunu bir gecede aşmış, gidip geldiğini söylüyor” der. Cenab-ı Ebubekir, sadakat timsali Ebubekir-i Sıddık hiç istifini bozmadan “O diyorsa doğrudur” der. Hadi şimdi bir tersten bakalım, diyebilirdi ki “hadi gidip soralım, gerçekten nasıl olur bu iş?” Bu ikinci durumda realite olabilir, masumane. Ama bu Ebubekir hazretlerine yakışmaz. “O diyorsa doğrudur” der.

Akif nasıl bir adamdır? Onun farklı bir kişiliğinin olduğunu görenlerce inkar edilmez. Bu cümle onu ifade etmez. Mesut Yılmaz kültür ve turizm bakanı iken onun ile ilgili Ali Nihat Tarlan’ın yazdığı İngilizce kitaba bir foreword yazar yani önsöz. Ne kadar derin bir yazı adeta Akif’in hayatını anlatmaz onun kişiliğinin ve mücadelesinin felfesesini yapar: ”The flow of national culture from the past  to the future  is made possible by certain  monumental figures who act as bridges  linking generations. These figures help to create  a new  awareness o f national consiciousness  in the soul of the nation  in danger of losing  its true  identity ; they provide fresh vigour  and excitemend  to move the young generations  to build up a new future  fort he country.”

“Milli kültürün akışı geçmişten geleceğe manumental anıtsal figürlerle –yani Akif gibi-insanlarla mümkün olur. Onlar nesiller arasında köprüler kuran kişilerdir. Bu figürler milli coşkumuzda yeni farkındalıklar oluşturulmasına yardım eder. Bir milletin ruhunda gerçek kimliğini kaybetmek tehlikelidir. O genç nesillerin hareketlerine heyecan ve canlı dinçlik sağlarlar. Ülke için yeni gelecekler inşa ederler.”

Bugün gençliğimize dini ve milli bir edebiyat kimliği kazandıracak eserlerin önde gelenlerindendir Safahat. Hem dini hem de milli heyecan veren eserlerle doludur. Bizim gündelik hayatımızın, dini hayatımızın İslam tarihinin, milli felaket zamanlarımızın neşe ve sürur günlerimizin hepsi Safahat’ta şiire dönüşmüş. Bazı yerlerde şiirle tefsir yapmış aynı zamanda bir tefsir niteliği kazanmıştır. Üniversite de dahil Akif tanıtılmamakta adeta geçiştirilmektedir. Akif’e şair bile demeyen bir adam kamusal alanda onu temsil etmektedir. Isparta’da onun ölüm gününde bir ihtifal dahi yapılmamıştır. Muhafazakar, milliyetçi, milli heyecanları yerinde bir adam yoktur üniversitede. Zülüm, darp, hakaret yönetimin geçiştirdiği basit olaylardır. Öldürmek için çalıştıkları adamı sürüklemek bile onlara bir dert değil. FETÖ, PKK ve yandaşları hala eskisinden daha etkin adam doldurmaktadırlar. Devletin gözünü boyayıp birkaç tane çapsız adamı atmakla bunların sonu geldiği imajını devlete vermektedirler.

Akif, menfaat kaygısı olmayan biridir. İstiklal marşını mecliste Hamdullah Suphi okur. Büyük coşku oluşur. Akif, utancından dışarı çıkar. Soğuk Ankara’da birincilik mükafatını almaz, üşür arkadaşından bir palto ister. O da “Akif, şu parayı alsaydın da bir giyecek alsaydın kendine“ der. Akif bu arkadaşı ile birkaç ay kelam etmez.

Bediüzzaman, İstanbul’a memleketine eğitim getirmek maksadı ile gider ama Sultan Abdülhamid ile görüşemez. O bu bölgelerde ırkçılığın gelecekteki kötü sonuçlarını görmüştür. Dini ve milli ilimlerin tahsili ile kaynaşmanın sağlanacağını düşünür ama Sultan bunu anlamaz. Gayretli sultan yeni mektepler açar. Harp okulu, deniz harb okulu gibi ama bu okullarda yetişenler ihtilal fikirleri ile dolarlar. Çünkü Fransız ihtilalcileri ve fikir adamlarının fikirlerini okurlar.

Bediüzzaman’ın modern, geleneksel ve milli yaklaşımları saraya giremez. Bugünkü olaylar o günlerdeki ihmallerin sonucudur. Sultan Abdülhamid’i tenkid etmesi işte bu yüzdendir. Bediüzzaman’ı tanıyan onun eleştirdiği her konuda haklı olduğunu bilir, çünkü Bediüzzaman iş olsun, fiyaka olsun diye eleştirmez. Cesaretini bile anlayamaz onu rencide ederler. Okul açmak için gelen adamı dinleme, bir de aşağıla.

Fransız demokrasisi krallık. Saray, demokrasi fikirli aydınlar, aydınlık çağı filozoflarının fikirleri arasındaki çatışmadan doğmuştur. Bizde demokrasi, külah gibi milletin başına geçirilmiştir. Sözde demokrasi. Aslında bizim demokrasi tarihimiz bir yerde sandıktan çıkanlar değil, sandığa konanlarla oluşur. Ahmet Kutsi, İnönü ile görüşür, ertesi gün milletvekilidir. Birçok milletvekili bölgelerini bile görmemiştir. Halkın seçtiğinden çok başkanların seçtikleridir, sandık bir kılıftır.

Bediüzzaman, tenkidi eserlerinde teorik olarak belirler. ”En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar. O müthişin en müthişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse! Zira iman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem mânevî timsaldir. Şu tenkit, imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bitaraf kalır. Şu zaman-ı tereddüt ve evhamda iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müspet efkârı ve müşevvik beyanatı hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. "Bîtarafane muhakeme" dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedî ve müşteri olan yapar.“

Buradaki tenkit teorisi bir mufassal izah gerektirir. Bediüzzaman tenkidin psikanalizini yapar.

“Tenkidde insaf olursa hakikatı rendeçler.” Nasıl bir ağaç rendelenir, sonra bir binada kullanılır, onu rendeleyen keser veya testere ona yardım etmiş, onu kullanılır fonksiyonel hale getirmiştir. İnsandan tenkitle gereksizliklerinden rendelenirse hakikat ortaya çıkar. Hz. Ömer’in bir yorumunu bir kadın kalkıp eleştirir o da kabul eder. İslam tarihi böyle harika eleştirilerle doludur. Ama cemaatler eleştiriye kapalıdır, bir adam alır götürür, kimin haddine düşmüş onu eleştirsin.

“Tenkide mâruz olacak eserler değil. Fakat derecât-ı takdir, derecât-ı fehim gibi mütefavit ve müteaddittir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir.”

Bediüzzaman, takdir ile tenkidin sınırlarını belirler. Herkes anlayışına göre takdir eder, takdir de tenkidin bir çeşididir ama insanlar bilgilerine göre eleştirir. Bilgiye dayanmayan tenkid ve takdir kısır kalır. Beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Beğendiğini alır ama beğenmediğine ilişmez. Yoksa kargaşa olur.

“Haklı tenkidi hiçbir kanun suç saymaz” der Bediüzzaman. Bütün hayatı mahkemelerde savcılar ve hakimlerle geçmiştir. Sürekli eleştirilmiş ve eleştirmiştir. Bunlar onun eleştirel tutumları tenkid teorisi ve uygulamasıdır.

Tenkidi, ne derece kanundan, hakîkatten, adâletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor.” Tenkidin kanun, hakikat, adalet ve hakka göre yapılmasıdır, yoksa eleştiri değildir. Bizde çok zaman tenkid kıskançlık yüzünden yapılan eleştiridir. Her şeyi mükemmel olan bir eserin çürük noktasını eleştirir. Halbuki bir eser kusurları ile görülmeli ama eseri yıkmak için değil.

Erzurum’da Ahmet Polat abi ölmüştü, bir deneme yazdım o zaman birinin hoşuna gidip beni takdir edeceğine “sen de çok olmaya başladın“ dedi. O zaman çok ağırıma gitmişti.

Bediüzzaman bütün eserlerinde eleştiri ile hakikati ortaya çıkarır. Haşir, Ayet’ül Kübra daha nice eserleri muhalif adamın eleştirilerine göre yazılır. Onun eleştiri tarzı birkaç doktora tezi olur.

Yazıyı Taha Akyol’un sözü ile bitirelim: ”Akif ve Bediüzzaman’ın eleştirileri hürriyet fikrini geliştirmiştir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum