Sadık Yalsızuçanlar: Vefa Apartmanı

Sadık Yalsızuçanlar: Vefa Apartmanı

Suavi Kemal Yazgıç 'ın yazısı...

Vefa Apartmanı’nı ilk kez Ankara’da yaşadığım dönemde, çalıştığım şirketin Kocatepe Camii’ne nazır ofisinin civarında dolaşırken fark ettim. O zamanlar apartmanın önünden her geçişimde vefasızlıktan şikâyet eden büyüklerimizin “Vefa İstanbul’da bir semt imiş” serzenişini hatırlar ve Dersaadet’te bir semte sürgün olan vefa duygusunun Ankara’da bir apartmana sığdırıldığını düşünürdüm. Meğer bu apartmanın isminin uzun bir hikâyesi varmış. 27 Mayıs darbesinden sonra Tevfik İleri ve ailesi, Abdi İpekçi Parkı’nın arkasında bulunan ve sonradan İş ve İşçi Bulma Kurumu olarak kullanılacak olan binada ikamet ediyormuş. Tevfik İleri Yassıada’da idamla yargılanıp daha sonra da bu cezası müebbet hapse çevrilerek Kayseri Cezaevi’ne gönderildikten üç ay sonra kansere yakalanıyor ve vefat edince ailesi evlerinden çıkarılır. Tam bu esnada Murat Karayalçın’ın dayısı, Olgunlar Sokağı’nın köşesinde bir apartman yaptırdıktan sonra Tevfik İleri’nin ailesine sahip çıkar ve o apartmanda bir daireye yerleştirir. Apartmanın adını ise “Vefa Apartmanı” koyar.


Sanıyorum ki sırf bu hatıra bile Vefa Apartmanı adlı romanın gadre uğramış eski bir politikacı olan Tevfik İleri’nin hikâyesinden çok daha fazlasını ifade etmeye yeter. Bu noktada bir uyarıda bulunmam şart. Vefa Apartmanı, bir devlet büyüğünün büyüklüğünü anlatan bir roman değil. Bunun iki sebebi var. Öncelikle Tevfik İleri hayatında kendini bir “devlet adamı” olarak konumlamamış. O siyasi kariyerinde de öncesinde de kendini “hizmet adamı” olarak görmüş. İkinci olarak da kitap, İleri’yi siyasi hayatından ziyade psikolojik ve manevi boyutlarıyla anlatarak “devlet adam”ından ziyade “insan” olması odağından kurulan bir hikâyeye sahip. “Vefa Apartmanı” bu farklılığı dolayısıyla da yakın tarihin siyasi dönemini ve 27 Mayıs darbesinin trajik boyutlarını anlatan özel bir roman. Darbenin hem Yassıada’da hapis tutulan hem de onlardan uzak kalan ailelerinin yaşadıkları zorlukları konuyla ilgili bir belgeselin yakınından bile geçemeyeceği bir sıcaklık ve samimiyetle anlatıyor. Bu insanları Yassıada’ya hapseden gücün ne denli acımasız olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz böylece.
 

Daha da önemlisi Tevfik İleri’nin şahsında bir dönemin moral portesine şahit oluyoruz. Nasıl yetiştiğini, evlendiğini, çocuklarını nasıl yetiştirdiğini okurken devasa bir zihin haritası pafta pafta önümüze seriliyor. Tevfik İleri’nin gerek gençliğinde gerekse Yassıada’da yargılanırken kaleme aldığı mektuplar, çocuklarının anlattığı hatıralar romanın omurgasını oluşturuyor. Söz konusu mektup ve hatıraların nasıl derlendiğini anlatan bölümler ise romanı bugüne bağlıyor. Tevfik İleri’nin üzerlerine titrediği çocuklarının olgunluk hallerini okumak, bir anlamda onun da portresinin eksik parçalarını tamamlıyor. Nitekim yarı dokümanter nitelik taşıyan kitabın, yayınevince de isabetli bir seçimle “anı-roman” başlığı ile yayınlandığını hatırlatmak isterim.
“Vefa Apartmanı”nın bir başka boyutu ise taşıdığı tasavvufi damar. Tevfik İleri’nin derviş meşrep karakteri ile Yunus Emre ve Niyazi Mısri’den yapılan alıntılar bir arada okununca tasavvufun insan karakterine kattığı mayayı daha net bir şekilde görmek mümkün oluyor. Türküleri de unutmadım elbette. Hemşinli Tevfik İleri’yi anlatan kitaba serpiştirilen Karadeniz türküleri kitaba ayrı bir anlam, renk ve ritim katıyor.


Nisyan ile malûl oluşumuzun tedavisi bu tarz kitapların çoğalmasından geçiyor. Bu sadece geçmişe ait bir bilginin yaşatılmasıyla, hafızalara tekraren nakşedilmesiyle de ilgili değil. Zira geçmiş, olmuş ve tamama ermiş olaylar ve vefat etmiş kişilerden ibaret değil. Zira ‘geçmiş’ diye adlandırdığımız zaman dilimi sadece olmuş ve bitmiş bir dönem yahut sadece bugünü hazırlayan bir zaman dilimi değil geleceğin de için de yer aldığı çok boyutlu bir tasarımdır. Tarih her kuşak tarafından tekrar tekrar yazılırken sadece bugüne ilişkin algımızı, birikimimizi değil geleceğe dair beklentilerimizi de hesaba katarız. Geçmişte yaşana bir olay sadece geçmişin ve içinde bulunduğumuz zamanın değil geleceğin de bir parçasıdır.
 

Biz geleceğe daha farklı baktıkça, geçmişi anlamlandırma biçimimizi de gözden geçireceğiz. Tarih her seferinde başka veçheleriyle, başka cepheleriyle yeniden gün yüzüne çıkarak yeniden ve yeniden okumaya ve anlamlandırmaya açık kalır. Niçin önemli başka okumalar? Entelektüel zerafet adına mı bunları söylüyorum? Hayır. Tarihi anlamlandırma biçimiz sadece geçmişi bugünden bakarken nasıl gördüğümüzle değil bugünden bakarken nasıl bir gelecek beklentisi ve umudu içinde olduğumuzla da alakadardır.


Gelelim vefa borcuna. Vefa borcu ödenmez sadece varlığı dile getirilir. Sadık Yalsızuçanlar’ın yeni kitabı Vefa Apartmanı, bir borcu vurgulamayı edebiyat sahasına taşıyor. Umulur ki Vefa Apartmanı, diğer yazarlara da ilham kaynağı olur. Tevfik İleri Yassıada’dan ailesine yazdığı ve elli kelime ile sınırlı mektuplarından birinde “Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Yalnız, size, şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.” demişti. İsminden başka bir şey bırakmayanların isimleri bir edebiyat mesaisine konu olmayacak da kim olacak?