Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Mantık ve belâğatın rehberliği

Dini metinleri anlamada belli bir altyapı olmazsa yanlış da anlaşılabilir. Dinin muhataplarında olması gereken özelliklerden iki tanesi “Mantık ve Belağat” ilimleridir. Bediüzzaman buna “Mantığı ve belâğatı rehber etmek gerektir” diyerek dikkat çeker.[1]

Belağat iyi bilinmezse bazı teşbihler zamanla hakikat zannedilebilir. Mesela, “kelle koltukta savaşmak” bir deyimdir. Yiğit birinin kahramanlığı anlatılırken “Falanca kelle koltukta savaştı” denilir. Bundan anlaşılması gereken, ileri cephede cesur bir şekilde savaşmasıdır. Ama bugün Anadolu’da şehitlerle alakalı anlatılan bazı menkıbelerde, bunun hakikat zannedilerek ifade edildiğini görebilmekteyiz. Bediüzzaman bunun bir misalini şöyle nazara verir: Çocukluğunda ay tutulması yaşanır. Annesine niye böyle olduğunu sorar. Annesi der: "Yılan Ay’ı yutmuş." "Neden daha görünüyor?" diye sorunca şu cevabı alır: "Semanın yılanı yarı şeffaftır."

Burada bir teşbihin zamanla hakikate dönüşmesi görülmektedir. Ay tutulması şekillerle anlatıldığında yılanın bir cismi yutmasına benzer bir görüntü meydana gelmektedir. Zira ay baş veya kuyruğa ve güneş dahi ötekisine gelirse; dünyanın araya girmesiyle ay tutulması gerçekleşmektedir.

Bir metnin mantuku ile mefhumu her zaman aynı manayı ifade etmeyebilir. Birisi hakkında “Herkes onu tanır” dediğimizde fiilen herkesin onu tanıması gerekmez. Zira böyle bir cümle onu tanıyanların çokluğunu ifade eder. Ama bu tanıma mahalli düzeyde de olabilir. Yani bu sözü söyleyen kimse “Bu çevrede herkes onu tanır” anlamında bunu kullanmış olabilir. Dolayısıyla bu tür cümleleri Mantık ve Belağat ilimlerinin esaslarından hareketle değerlendirmek ve anlamak gerekir.

Bunun örneklerinden biri, pek çok âyette geçen “Küllü şey: Her şey” ifadesidir. Mesela şu âyete bakalım:

(Allah) her şeyi yarattı ve O, her şeyi bilendir.”[2]

Burada “her şey” ifadesinin tekrarı, Allah’ın ilminin yarattıklarıyla sınırlı olmadığını nazara vermek içindir. Zira yaratılanlar sınırlı, Allah’ın ilminde olanlar ise sınırsızdır. Dolayısıyla buradaki “her şey” ifadesinin bir istisnası yoktur. Allah’ın bilgisi dışında bir şey tasavvur edilemez. Onun ilmi yaratılanları kuşattığı gibi, farazi durumları da kuşatır. Mesela bu insan bir dev formatında da yaratılabilirdi, Allah bunu da bilir. Ama iradesiyle bu ölçülerde yaratmayı tercih etmiştir.

Hz. Süleyman “…Bize her şeyden verildi” der.[3] Bu, kendine verilen ilahi nimetler karşısında söylediği bir sözdür. Bundan murat “Falan her şeyi biliyor” cümlesinde olduğu gibi, verilen şeylerin çokluğudur. Yoksa zahirine bakıp da “İstisnasız her şey verildi” şeklinde anlamak yanlış olur.

Hüdhüd isimli kuş Hz. Süleyman’a gelir, gitmiş olduğu Sebe halkıyla alakalı istihbarî bilgi verir ve şöyle der: “Ben, onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden bir kadın gördüm. Kendisine her şeyden verilmiş.”[4]

Âyette bahsi geçen kadın, onların melikesi olan Belkıs’tır. Kendisine bir hükümdarın ihtiyaç duyduğu her şey verilmiştir.

Tufan öncesinde Cenab-ı Hak Hz. Nuh’a şöyle der: “Her birinden erkekli dişili birer çift gemiye bindir...”[5]

Âyetin zahirinden “her hayvandan birer çift” anlaşılabilir. Nitekim öyle de anlaşılmıştır. Ama kanaatimizce “ihtiyacın olan hayvanlardan birer çift” şeklinde anlamak daha isabetli olacaktır. Yoksa yüzbinlerce hayvan türünün her birinden birer çift alması gerekirdi.

Öyle görülüyor ki, dini nassları yorumlamada Mantık ve Belağat ilimlerinin esaslarından çokça istifade etmek gerekir. Bu iki ilimden nasibi olmayanlar nassları yanlış anlayacaklar ve başkalarının da yanlış anlamalarına sebep olacaklardır. Hz. Peygamberin şu ifadesi, âdeta böylelerini tarif eder:

"Allah, ilmi kullardan doğrudan çekip almaz. Ancak ilmi, âlimleri almak suretiyle ortadan kaldırır. Âlim bırakmayınca da insanlar bir takım cahil önderler edinirler ve onlara sorarlar. Onlar da bir ilme dayanmadan görüş bildirirler. Böylece hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar."[6]

Mantık, sağlıklı düşünmenin ve doğru hükümler vermenin kurallarını ortaya koyar. Sözgelimi dinî konularda konuşan ve hayli takipçisi bulunan birinin “Âdemin de babası var” şeklindeki değerlendirmesini mantıken hatalı bulur ve itibar etmez. Zira insanların ilk atası müteselsilen elbette birine dayanmaktadır. Dinî metinler bu ilk atayı “Âdem” olarak ifade etmişlerdir. Mesela bütün vagonlar müteselsilen bir lokomotife dayanır. Lokomotif, “Çeken, ama çekilmeyendir.” Benzeri bir durum Hz. Âdem için geçerlidir. O, herkesin atasıdır, ama kendisine bir ata, bir baba asla söz konusu değildir. Böyle olunca, “Kur’ân insanın bir nutfeden yaratıldığını söylüyor. Hz. Âdem de insan olduğuna göre o da nutfeden yaratılmıştır. Nutfeden yaratılmışsa onun da babası olmalıdır” şeklindeki bir çıkarım, mantık kurallarına aykırıdır.

Doğru tarihin ne olduğunu belirlemede en büyük kıstas, tarihin belge ve bilgilere dayanmasıdır. Ayrıca -velev kitaplarda yer almış olsa bile- ulaşılan bilgilerin mantığın terazisiyle tartılmasıdır. “Soğuktan sakının, çünkü kardeşiniz Ebu'd-Derdâ'yı soğuk öldürdü.” rivayeti buna bir misal olabilir. Hz. Peygamberin böyle bir söz söylemesi mantıken mümkün değildir. Çünkü Ebu'd-Derdâ Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Osman’ın hilafeti zamanında ölmüştür.[7]

Not: Böyle meselelerde belli bir altyapı olmadan “Bu benim mantığıma ters, öyleyse bu rivayet doğru değildir” şeklinde düşünceler yanlış olur. Mantıken problemli görülen bir rivayete muhatap olunduğunda işin ehli olanlara danışılmalıdır.

[1] Said Nursi, Muhakemat, s. 26

[2] En’am, 101

[3] Neml, 16

[4] Neml, 23

[5] Hud, 40

[6] Buhârî, İlim, 34; Müslim, İlim, 13, 14

[7] Aliyyu’l- Kâri, el-Mevduâtu’l-Kübra, el-Mektebu’l- İslâmî Yay. Beyrut 1986, s. 104

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum