Prof. Dr. Şadi EREN
‘Ed-Dâî’ Hakkında Bazı Mülahazalar
ED- DÂÎ
(*) Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde,
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş.
Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm’a.
Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla,
Revânım saha-i ukba-yı ferdâma.
Yakînim var ki istikbal semavatı zemin-i Asya,
Bâhem olur teslim yed-i beyza-yı İslâm’a.
Zira yemin-i yümn-i imandır
Verir emni eman ile enama.
Bediüzzaman’ın üstteki ifadeleri pek çok sırlarla doludur. Şöyle ki:
Dâî, “dua eden, davet eden” anlamına gelir. Gerçekten de Bediüzzaman’ın hayatını tek kelimeyle ifade etmede bu kelime hususi bir öneme sahiptir. Çünkü onun bütün hayatı Allaha dua etmek ve insanları hakka davet etmekle geçmiştir. Mevlevilerde sema esnasında sağ el yukarıya sol el ise aşağıya dönüktür. Bu, Hak’tan alıp halka vermeyi sembolize eder. Bediüzzaman da çağın davetçisi olarak dua ile Allaha yönelmiş, mazhar olduğu tecellileri ise yazmak suretiyle insanlarla paylaşmıştır.
ED- DÂÎDEKİ İMZA
Bu kısmın başında müellif tarafından “Bu kıt'a, onun imzasıdır” denilmektedir. Bu, birkaç cihetten olabilir:
-Osmanlıca ve hatta şimdiki harflerle yazılışta Said ile Dâî arasında sadece bir “s” harfi farkı vardır. Bediüzzaman, kendisinin “duacı ve davetçi” yönünü vurgulama babında imzasını Ed- Dâî şeklinde atmış olabilir. Az da olsa bazı mektuplarının sonunda bunu görebiliriz.
- Tahiru’l- Mevlevi şöyle der: “Üslûbu teşekkül etmiş, belli bir kimlik kazanmış olanların imzaları, yazılarının altında değil satırlarının arasında bulunur."[1]
Said Nursi de Bediüzzaman olduğunu bu satırlarla göstermiş olabilir. Çünkü bu satırlarda hem gelecekten remizlerle haber vermek hem de “İstikbal İslam’ındır” gibi o günün şartlarında söylenmesi gayet zor çok önemli bir müjdeyi bildirmek vardır.
YIKILAN MEZAR
Bediüzzaman, ömrünün sonlarında neşrettiği mektuplarda kabrinin gizli olmasını vasiyet eder. Mesela şöyle der:
"Benim kabrimi gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum."[2]
"Ben de Risale-i Nur'daki azamî ihlası kırmamak için o ihlasın sırrıyla kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevab cihetiyle değil, dünya cihetiyle men'etmeye mecbur edecek."[3]
1960 da (hicri 1379 da) Urfa'da vefat eder. Halilurrahman dergâhına defnedilir. Talebeleri hayret içindedir. Çünkü o güne kadar Bediüzzaman'ın her dediğinin çıktığını görürken, kabrinin bilinmemesi meselesi çıkmamıştır. Her gün binlerce insan kabrini ziyaret etmektedir. İşin sırrı 27 Mayıs İhtilali'yle ortaya çıkar. İhtilal hükümetinin emriyle, 12 Temmuz 1960’ta gece yarısı Bediüzzaman'ın kabri parçalanır. Na'şı bir uçakla Isparta istikametine götürülür.[4] Talebeleri o zaman Bediüzzaman'ın vasiyetini ve Ed- Dâî’de haber verilen durumu daha iyi anlarlar.
Metinde “Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş” denilmesi de enteresandır. Zira Bediüzzaman’ın vefatı 1379 olmakla beraber kabrinin yıkılması 1380’de gerçekleşmiştir. Miladi 12 Temmuz 1960 tarihi, hicri olarak 17 Muharrem 1380 yapmaktadır. Böylece 1380 bir nevi kabrinin vefatı olmuştur.
GELECEKTEN HABER VERMEK
Bediüzzaman’ın “Yıkılmış bir mezarım” demesi, ilerde olacak bir durumu ifade etmektedir. Konu “Gaybın bilinebilirliği” meselesiyle alakalıdır. Bu, idrakin keskinliğini ortaya koyan ince bir meseledir. Pek çok insanın ayağı, bu hassas meselede ifrat veya tefritle kaymaktadır. Hâlbuki Kur'ânî esaslar çerçevesinde baktığımızda konu son derece mazbuttur, sınırları bellidir. Şöyle ki:
Bu konuda en temel esas, “Göklerde ve yerde Allah’tan başkası gaybı bilmez”[5] âyetinin hükmüdür.
“Peki, çeşitli hikmetlerle gözlerden gizli olan gaybı, hiç kimse bilemez mi? Allah, kendi katındaki gayb hazinelerinin anahtarını başkasına veremez mi?” şeklindeki suallerimize şu âyet bir açıklık getirir:
“Gaybı bilen O’dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez.”[6]
Genel hükümlerin çoğu kere istisnaları da olur. Öyle görülüyor ki, “Allah’tan başkası gaybı bilmez” hükmünün de istisnası söz konusudur. Gaybı Allah’tan başkası da bilebilir, fakat Allah’ın bildirmesi şartıyla… Bu ise peygamberlerde vahiy yoluyla, velilerde ise ilham ile gerçekleşmektedir.
SAİD’DEN YETMİŞ DOKUZ EMVAT
Bediüzzaman bu şiiri kırk yaşındayken yazmıştır. İnsanın vücudu altı ayda bir bütün hücreleriyle yenilendiği için kendisinden yetmiş dokuz cenaze çıktığını nazara vermektedir.
Bu manayı kırk yaşında iken yazdığı eserinde yer alan şu ifadelerinde açıktan görebiliriz:
“S- Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?
C- Ben bu anda, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ([7]) ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.”[8]
Her insan çocukluğundan itibaren resimlerine şöyle bir baksa hemen her yıl nasıl değişiklikler gösterdiğini farkeder. Ana sima ana hatlarıyla belli olmakla beraber ayrıntılarda hayli farklılıklar bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın üstte nazara verdiği mana bu iken, profesör ünvanlı birinin bu ifadeleri “Said Nursi reenkarnasyona inanıyor!” şeklinde anlaması ve medya aracılığıyla bunu bir marifetmiş gibi anlatması tam bir zavallılıktır.[9]
HAYAT YOLUNDA GÜNAHLAR VE ELEMLER
Bediüzzaman üstteki metinde kırk yıllık ömrünü değerlendirirken günahlar ve elemlere dikkat çekmektedir. Aslında hemen her insanın hayatında hem günahlar hem de elemler büyük yer teşkil eder. Kur'ân-ı Kerimde peygamberimize hitaben “Günahın için istiğfar et”[10] denilmesi son derece dikkat çekicidir. Gerçi peygamber masumdur, ama onun da zelle denilen içtihadında isabet edememek gibi durumları olabilmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın geçen ömrünü günahlarla dolu görmesi Allah’a abd olmanın bir gereğidir. Kişinin kendi hata ve günahlarını görmemesi ise büyük bir gaflettir.
Onun elemlerine ise şu ifadelerle bakabiliriz:
Büyük zatlar kendileri için değil, toplum için yaşarlar. En büyük insan olan Hazreti Peygamber muhataplarının imana karşı direnmelerinde fevkalade ızdırap duymaktaydı. Cenab-ı Hak pek çok âyette bu noktada ona uyarıda bulunur ve teselli eder. Mesela şöyle der:
“Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini yiyip bitireceksin!”[11]
“Bu söze (Kur'âna) inanmıyorlar diye üzülerek peşlerinden neredeyse kendini helâk edeceksin!”[12]
Bediüzzaman’da da bir peygamber varisi olarak bunun en güzel örneklerini görmekteyiz. Mesela şöyle der:
“Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum.”[13]
“Oğlum yoktur ki yalnız oğlumu düşüneyim. Bendeki fıtrî olan bu ziyade acımaklık ve şefkat, binler Müslüman evlâtlarının, hatta masum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem, o sırr-ı şefkat ile hissediyordum. Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki âlem-i İslâm’ın kıt’asıyla hanem gibi hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum!”[14]
İSTİKBAL İSLAM’IN
Osmanlının mağlubiyeti bu şiir yazıldığı sıralarda olduğu cihetle Bediüzzaman Müslümanlardaki hüsrana ağlamaktadır ve yarınlara doğru yol almaktadır. Ama gelecekten asla ümitsiz değildir. Bu Lemaât eserinde de nazara verdiği gibi, Müslümanlar bu felaketlerle uyanacaklar ve kendilerine geleceklerdir. İstikbal seması ve Asya kıtası birlikte İslam’ın yed-i beyzasına teslim olacaklardır. Zira imanın bereketli eli bütün mahlukata emn ü emanı vermektedir.
İSLAM’IN YED-İ BEYZASI
Yed-i beyza, “Parlak el” demektir, Hazreti Musa’nın bir mu’cizesidir. Hazreti Musa, elini koynuna sokup çıkardığında eli lamba gibi ışık saçıyordu.[15] Işık saçma yönünden âyetler yed-i beyzaya benzetilmiştir.
Hz. Musa'nın mucizelerini gören sihirbazlar, gördüklerinin sihir olmadığını fark edip secdeye vardılar. Benzeri şekilde İslam’ın güzelliğini ve parlaklığını gören insanlık âlemi İslam’a teslim olacaktır.
* Bu kıt'a, onun imzasıdır. (Müellif)
[1] Tahiru’l- Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Ahmed Saîd Matbaası, İst. 1971. s. 178.
[2] Nursî, Emirdağ Lahikası II, Envar Neşriyat, İst. 2002, s. 204.
[3] Nursî, Emirdağ Lahikası II, s. 204.
[4] Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursi IV, Yeni Asya Yay. İst. 1976, s. 431.
[5] Neml, 65.
[6] Cin, 26-27.
[7] Müstensih kalem-i kudrettir. (Müellif).
[8] Nursi, Asar-ı Bediiyye, s. 109.
[9] Bkz. https://www.suleymaniyevakfi.org/elestiriler/abdulaziz-beye-cevap-ustad-ve-reenkarnasyon.html; https://www.suleymaniyevakfi.org/tarikat-cemaat/risale-i-nur-ve-said-nursi/reenkarnasyon-konusu-cevap-2.html
[10] Muhammed, 19.
[11] Şuara, 3.
[12] Kehf, 6.
[15] Mesela bkz. A‘râf 104-108; Tâhâ 22; Neml 12; Kasas 29-32…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.