Esra GERGİNCİ

Esra GERGİNCİ

Sabır taşına methiye

… Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara/153) –

Sabır bir teselli, sabır bir umut… Kurşuni gecelere doğan yıldız, denizler dibinde inci… İftarı bekleyen çatlamış dudakların iftiharı ve cümle kâinatın imtihanı… Sicim sicim yağmurdur çöllere ve ışık ışık güneştir göklere. Sabır bir kuştur kafeste ve yine sabırdır yaralı dillere beste.

Peygamberler nurudur sabır. Şüphesiz en iyi onlar bilmişlerdir sabrı. Gönüllerinde sabrın sahibi ve dillerinde O’nun ‘Sabır’ esması var olmuştur. Öyle ki; Yakub’un gözlerini açtı, Yusuf’a saltanatını sundu, Yunus’u selamete erdirdi ve Eyyub’a bir su oldu aktı sabır. Âdem’i ve bütün âdemoğlunu kendiyle sınadı.

Sabır ki O’nun adıydı, O her yerdeydi. Bülbüllerin gülü, gecelerin günü beklemesinde gizliydi. Toprağın altında bekleyen tohumun heyecanıydı sabır. Bir dala çiçek, bir çiçeğe böcek olabilmenin arzusuydu. Vuslata hasret gönüllerin dermanıydı. Bir şifaydı, bir iksirdi sabır. En sevilenin en büyük nimetiydi. O kadar ki “Kul, sabırdan daha büyük bir rızık ile rızıklandırılmamıştı.”

Yazı geçiren bir karıncaya sormalıydık sabrı ya da karda tipide açıveren bir çiçeğe… İlmik ilmik dokunan bir kilime, toprağa teslim ağaca yahut ömrü biten kelebeğe… Hatta okunmayan Kur’an’a, kapağına dokunulmayan her kitaba, bir alın öpmemiş seccadeye sormalıydık. Ama en çok da toprağa sormalıydık.

Toprak tabiatın en metanetli parçası belki de. İnsanın hamuruna karıldığından bu yana, kendisine emredilen ne varsa boyun eğdi sessizce. Göğsünü sessiz çığlıklarla dağladı da bir an bile itiraz etmedi. Yağmurlar ağladı üstüne, o sustu. Güneş yaktı, kavurdu her zerresini, o sustu. Yaralar açıldı bedenine, sustu. Hep sustu. Ölü müydü? Hayır. Ölüler kucakladı asırlarca. Yemyeşil bir örtüyle örttü üzerlerini baharlarda. Ve kara bağrında hep gökkuşağını sakladı. Sabırdı. Sabrın ta kendisiydi. Eli değene sundu sabrından.

Oysa taştı sabrın ulvi timsali. Sabır taşına teşbih edilirdi insanlar. Taş, her yükü omuzlanırdı da bazı insanların kalbinin taştan da katı olmasına dayanamadı. Yerden yere vurdu başını ağıtlar yakarak. Çatladı. Toprak olasıya ufaladı kendini. Ve ufalandığında sükûn buldu. Ufalandığında kavuştu mutluluğuna. Her bir parçasını dört yana saçtı.

Beşiğinde bebeler de öğrendi sabrı, terütaze kızlar da… Karşılıksız sevgiler bir mendile nakış olurken, gözyaşından ıslanan mendillerin adı da sabırdı. Yağmuru bekleyen bulut, sahibine ulaşamayan mektuptu. Mektubu yazan ellerdeydi çoğu kez. Yola dikilmiş bir çift göz, kulağı ezanda bir seher vaktiydi.

Yazıktır ki akrebin kıskacı sabrımıza da dokundu. Artık duaya uzandığında ellerimiz, en çok da sabrı istemeliyiz. Çünkü sabırdır bekleyeni beklenene ulaştıran. Ve çünkü “Sabredin ve sabırda yarışın…” denilmiştir bizlere. Şimdi sabır taşına, sabır taşı olabilenlere ve bütün sabırla yoğrulmuşlara selam olsun!

Haşre değin bekleyecek olan kabirler hep şöyle fısıldar: Ya Sabır! Duyarak ve hissederek; peygamberlerin sabrınca, Eyyub’un sabrınca, taşın, toprağın sabrınca, insanları bekleyen seccadelerin, kıyameti bekleyen kabirlerin sabrınca: Ya Sabır, Ya Sabır, Ya Sabır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum