Risale-i Nurun bilimsel kerameti

İki hafta önce bir belgesel seyretmiştim; Galaksilerde bulunan Güneş benzeri büyük ateş kütlelerinin ölümünü ve ölümünden sonraki aldığı vaziyeti anlatıyordu.

Üstadın şemsuşşumus diye tabir ettiği yani güneşler güneşi diye Türkçemize tercüme edebildiğimiz bu kürelerden her galaksi de birkaç tane bulunuyormuş. Bu güneşler ömürlerini tükettikten sonra ölürken müthiş bir patlamaya mazhar oluyorlarmış.

Patlama derken aslında bu aynı zamanda bir doğum… Önce etraflarındaki kalın bir tabakayı uzaya dağıtıyorlar. Dağılan bu parçacıklar israf edilmeden diğer yıldızlara gıda oluyor. Onların beslenmelerine ve kendilerini geliştirmelerine neden oluyor. Geriye çekirdek şeklinde kalan büyük bir kısmı da bir anda müthiş bir güçle içe çekiliyormuş. Adeta büzülüyor. Bu büzülme o kadar fazla oluyor ki, Dünyamız kadar bir kütlenin bir çay kaşığı seviyesine büzülmesi gibi bir hal meydana geliyor. Kütleleri küçülüyor. Ama ağırlıkları o kadar fazla oluyor ki, küçücük bir parçası dünyamızdan daha ağır bir yoğunluğa ulaşıyor. Ve bembeyaz çok parlak bir yıldıza dönüşüyor. Yani ELMAS oluyor.

Belgeselde bu iddiayı çektikleri fotoğraflarla da ispatlamaya çalışıyorlardı. Uzun yıllar bunun için çekimler yapılmış, fotoğraflar alınmıştı. Hiç şaşırmamıştım. İlahi kudretin nelere kadir olduğunu bildiğimizden Allah’ın azamet ve kibriyasını bu vesile ile ibretler seyretmiştim.

Dün Risale-i Nurdan bir yer okuyordum. Böyle bir cümleye rastladım, “Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazîne-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.” (Sözler sh. 391) diyordu.

Daha önce bu bahsi okuduğumda burası için şöyle yorum yapıyordum. “Güneş çok parlak olduğu için Üstad ancak böyle tabir edebilmiş. Yani sanki şairane manasız methetmiş gibi algılıyordum.” Dün birden o belgesel aklıma geldi, birleştirdim. Meğer bu kelime öyle rastgele söylenmiş şairane ve manasız bir kelime değilmiş, bir hakikatin ifadesiymiş. Yani Güneş gerçekten pırlantaya (yani elmasa) dönüşüyormuş. Hayretle ve takdirle ve hayranlıkla bu bahsi okumaya devam ettim. Üstada yetişilmeyeceğine bir kez daha inandım.

İşte bu bir keramettir. Böyle bir kelimeyi çok seneler sonra gerçekleşecek bilimsel bir veriyi biliyormuşçasına kullanmak ancak sonsuz bir ilme isnâd ile olabilir.

Üstadın bir başka ifadesi daha var ki, o da çok yerde geçer. “Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak.” (Lemalar sh. 303) manasında geçen bu ifade Güneşin 11 gezegeninin olduğunu söylemektedir. Oysa hala bilimin bulmayı başardığı gezegen sayısı (yanlış biliyorsam düzeltin) dokuzu geçememiştir. İki gezegeni hala bulmuş değiller. Üstadın bu kerameti de yıllar sonra çıkacak diye bekliyoruz.

Demek ki, Risale-i Nur öylesine yazılmış bir kitap değildir. Her kelimesi binlerce kitaba ve bilimsel araştırmaya dayanarak söylenmiştir. Şimdi bu kelimenin yerine ne koyabilirsiniz. Sadeleştirince bu manayı bilmeyen insanlar büyük ihtimalle “Dünya kapandıktan sonra o parlak ve gösterişli yıldızı perdelerine sarıp kaldıracaktır” diye ifade edecektir. Şimdi böyle yapılırsa buna sadeleştirme mi denir? Yoksa sadeleştirme adı altında tahrif mi edilmiş olur? Sizin ferasetinize bırakıyorum.

Risale-i Nur da bu kabil çok kelimeler var ki, ancak bilimsel araştırmalar sonucu anlaşılacaktır. O nedenle ona dokunmamak en doğrusudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum