Sadeleştirmenin yararı olur mu?

Uzun zamandır devam eden ve gidişata bakıldığında epeyce sürecek gibi duran bir tartışmanın içinde olduğumuz muhakkak… Böyle meselelerde fikir beyan etmek; hele ki mü’minlerden iki topluluğun arasında devam eden fikri mücadeleye dahil olmak, mesuliyeti mucip olduğundan, serd-i kelam etmek çok kolay olmuyor.[1] Ben birkaç noktayı nazara alarak “Risalelerin sadeleştirilmesine taraftar olmadığımı” net bir şekilde ortaya koyduğumu düşünüyorum.  Bu konudaki iki ayrı yazımı okuyanlar, görüşlerimi hatırlayacaklardır.

Yakın zaman önce, bu meseledeki telakkilerime dair sorulan bir soruya verdiğim ve önceki yazılarımda da ifade etmediğim bir hususu bu yazıda dile getirmeyi ümid ediyorum.

Mektubat adlı eserin, Efendimiz’in (a.s.m) mucizelerinden bahseden 19. Mektubunu okuyanlar; ilgili mektubun “5. Nükteli İşaret”indeki soruyu ve cevabı hatırlayacaklardır. Özetle, İslamiyetin ve Asr-ı Saadetin başına gelen “fitnenin” hikmetinin ve rahmet veçhesinin merak edildiği soruya dair cevabında Bediüzzaman; baharda dehşetli yağmur ve fırtınanın, her bir tohum, ağaç ve nebatatın inkişafına ve çiçek açmasına vesile olduğunu örnek göstererek; tıpkı buna benzer şekilde, Sahabe ve tabiinin başına gelen fitnenin de, onların her birinde bulunan istidatları tahrik edip kamçıladığını ifade eder. Ve bu suretle İslami ilimlerin teşekkülünün ve Kur’anın muhafazası için gerekli tedbirlerin alınmasına vesile olduğunu beyan ederek harika bir hikmet ve rahmet okuması gerçekleştirir.

Musibetlerin, onu doğru okuyabilenler için rahmetin mukaddimesi olduğunda şüphe yoktur. Her imtihan, imkanı da beraberinde getirir.

Risalelerin Sadeleştirilmesi üzerinden ortaya çıkan bu fitne musibetinin de, sükuneti ve islami hassasiyeti elden bırakmamak şartıyla, bir çok güzelliğe vesile olabileceğini düşünüyorum.

Daha açık bir şekilde ifade etmem gerekirse;

Risalelerin ana metinlerinin kıymet ve ehemmiyetini, onun insan üzerindeki onarıcı ve inşa edici manevi tesirini görmezlikten gelen –belki de gerçekten göremeyen!- bir düşüncenin, maalesef tahripkar ve tenezzülsüz tavrına karşı; Risalelerin orijinal yapısını korumaya dönük ve onun nasıl bizleri Kur’ani ve İslami bir dille tanıştırdığını bütün berraklığıyla ortaya koyan kollektif ve pratik çalışmalara ihtiyacımız olduğu; bugün bütün çıplaklığıyla ortadadır!

İster kabul edelim ister red; bu ve benzeri süreçler olacaktır ve artmaya devam edecektir. Bunun en berrak şahidi, yukarıdaki metinlerde de ifade edildiği gibi, Asr-ı Saadettir. İslamın en seçkin fertlerinin bulunduğu ve Kur’anın bütün berraklığıyla ortada olduğu bir dönemde dahi; hem de Kur'an referans gösterilerek bir çok problemli düşünce biçimi zuhur edebiliyorsa;bu ve benzeri problemlerle yüzleşmesi, bir Kur’an tefsiri için gayet beklenilebilir bir şey olmalıdır.

Zor da olsa kabul etmeliyiz ki; ortada, esere müdahele açısından hiçbir ilmi ve manevi engel tanımayan; daha da acısı, adalet-i mahza’yı esas tutan Kur’ani adalet ve kul hakkı ihlaline rağmen; başka konulardaki başarılarını referans alarak, kendilerine kendilerinden menkul bir her istediklerini yapabilme zemini oluşturmaya yeltenen haylaz bir mü’min kardeşlerimiz topluluğu var.[2] Ve siz hangi ilmi ve manevi otoriteyle karşılarına çıkarsanız çıkın; alacağınız cevap  aynı:

Dünya çapında böylesine büyük işler yapan (yahut Cenab-ı Hak tarafından yaptırılan) biz, elbette bu konudaki içtihadımızda da isabetli olduğumuzu düşünüyoruz.[3] Siz (açıkca söyleyemeseler de) dar ufuklular, elbette ileride bizi daha iyi anlayacaksınız!

***

Hasılı, bu meseleyi artık manevi bir “kan davası”na dönüştürmek yerine, - elimizdeki haklı eleştirileri ve ilmi planda bu meselenin nasıl maddi ve manevi bir tahribata vesile olduğunu her fırsatta dile getirmek haklı ve çok gerekli tavrını da bırakmadan- bu eserlerin orijinal dili ve keyfiyetiyle topluma maledilmesine vesile olacak ve Türkiye’nin her yerinde her kesimden insana hitap edecek tarzda atölye çalışmaları, seminerler, -özellikle de- Risale-i Nurun kendi içinde barındırdığı tefekkür sistemini ve bu sistemde, onun dilinin hayati rolünü gösterecek çalışmalar yapmaya başlamak, en birinci adım olmalı[4]… İslami ve irfani geleneğin havz-ı kebirinden istifade edebilmenin modern zamanlardaki en müessir vesilelerinden biri olan Risalelerin ve onun “Dili”nin hayati önemi… Keza, Risalelerin tefekkür örgüsünün ve manevi tesirinin onun dilinde saklı olması… vs. gibi konularda yapılacak ve topluma maledilecek pratik çalışmalara ihtiyaç elzem gözüküyor.

Bu süreçte kendisini Nur talebesi hisseden herkese düşen vazife, bu hayati konularda rehberlik edecek “kurs ve eğitim merkezleri” açmak; ve yalnızca kulak aşinalığı olup “Bu risaleler de neyin nesiymiş?” diyen kimselerin rahatlıkla uğrayıp sorularına cevap alacağı “danışma merkezleri” hüviyetinde mekanlar oluşturmaktır. Bunun için bir noktaya dikkat etmek gerekiyor:

Herhangi bir cemaati söylem ve imajı ihsas ettirmeden bunu başarabilmek… Yani perdesiz olarak risaleleri toplumla tanıştırmak.

Ve son olarak;

Ümid ediyorum ki; toplumun barış ve huzuruna halel gelir endişesiyle, uzaklarda gurbeti tercih ettiğini söyleyen; kendisine yapılan “artık bu hüzünlü gurbet bitsin!” nidalarına karşı, hep bu hikmeti açıklayan, naif kalpli bir zat-ı muhterem ve onun hakiki talebeleri; müminleri saran bu ateşin daha fazla körüklenmesine seyirci kalmak yerine; söndürülmesine yardımcı olurlar. Zira bin tane tembel talebenin “Anlayamıyoruz!” itirazını bertaraf etmek için, başta Bediüzzaman, onun yakın talebeleri ve yüzbinlerce nur talebesinin su-i zanlarına hedef olmak ve dualarından mahrum kalmak ve bu günahlara zemin hazırlamanın; fitne konusunda bu kadar hassas olduğunu düşündüğümüz böyle zatlara yakıştığını kim iddia edebilir!?

Bunun da yolu çok açık: lüzumu zararının zekatı etmeyecek bu çalışmayı artık durdurmak.

Bir çok nur cemaati,  tam da hizmetinizi ve gayretlerinizi alkışlayıp maddi/manevi dualarıyla sizlere yardımcı olmaya başlamışken; nereden çıktı bu su-i zan ve öfke nöbetlerine hedef olma iştiyakı?

Sorun vicdanınıza salim bir mantıkla… Fikir suretine bürünmüş hissiyatınıza değil ama!

[1] Bunu ifade ederken, “Sadeleştirme girişimi olmalı mı, yoksa olmamalı mı?” kabilinden bir tereddüd yaşadığım anlaşılmamalı… Lakin bu tarz tartışmalar, haklı olan tarafın, haklı olduğu noktayı referans alarak, karşı tarafı toptan reddetmeye dönük ve haksız eleştiriler de yapmasına vesile olabiliyor. Hak adına öfkenin, nefis ve şeytanın lehine bir şerre inkilab etmesinden Allah’a sığınırım…

[2] Burada, camia içindeki, sadeleştirme meselesinde söz sahibi olan ve tasarruf hakkını herşeye rağmen “kendilerinde” gören kimseleri kastediyorum. Keza, niyet sorgulaması yapıyor hiç değilim. Lakin iyi niyetler, güzel şeylerin başlangıcı olmalıdırlar; böyle kötü sonuçların bahanesi değil!

[3] Bu meselenin bir fikri içtihattan çok, başta bu eserlerin müellifinin şahsi hukukunu açıkça ihlal anlamına geldiğini hatırlatmakla iktifa edelim.

[4] Aslında Risale metinlerindeki, “Risaleleri anlaşılmaz! kıldığı” iddia edilen kelimelerin, biraz dikkatli bir nazarla tetkik edildiğinde 250-300 kelimeyi kesinlikle geçmeyeceği, insaf sahibi herkesin üzerinde ittifak edeceği bir gerçektir. “Rububiyet,” “Uluhiyet,” “Vahdaniyet” gibi kavramların ise kelime karşılığı verilmesi okuyucunun anlaması adına kesinlikle bir anlam ifade etmez! Zira bu kelimeleri Bediüzzamanın tefekkür sistemi içinde “doğru anlama”nın yolu; risalelere doğrudan, uzun soluklu ve bütünüyle muhatap olmaktan geçer. Risalelerin “Külliyat” olmasındaki temel sırlardan biri de işte burada saklıdır. Dolayısıyla, hiçbir entelektüel, ilmi ve manevi mesnedi olmayan bir girişim yerine, risale şerh çalışmaları şeklinde girişimlerde bulunmak daha hikmetli ve salim bir yol olarak durmuyor mu? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
33 Yorum