Risale-i Nur'dan bir cümle: Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir

Risale-i Nur'dan bir cümle: Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir

Bediüzzaman’ın İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı bir dönemde kendini tamamıyla iman ve Kur’ân hakikatlerine vermesinin sebebi

Bediüzzaman Said Nursi, İkinci Lem’a’da insanın başına gelen musîbetlerde rahmet-i İlâhiyenin çok büyük hikmet ve nimetlerinin olduğunu anlatmıştır. Buna göre, insanın başına gelen musîbetler musîbet değil, belki Üstad’ın deyimiyle “menfî ibadet”tir. İnsanı günah kirlerinden temizleyen ve Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran Rabbânî bir iltifattır.

İkinci Lem’a’nın Beşinci Nüktesi’nde “Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir” denmiştir.

Dine gelen musîbetlerin başında şeytanın iman konusunda akla ve kalbe şüpheler sokması gelir. Bu şüpheler, insanın imanını ve dolayısıyla ebedî hayatını tehdit ettiği için çok tehlikelidir. Bu açıdan bir kişinin dinine gelen en büyük musîbet olarak, onun imanını çalan her türlü şeytanî şüphe ve vesveseler görülebilir. Bununla birlikte bütün insanları etkileyen ve insanların inançlarına savaş açan tabiatçılık, maddecilik, pozitivizm, komünizm gibi akımları da bu çerçevede düşünmek mümkündür.

İkinci olarak insanın hevâ ve hevesinden, enaniyet ve ilminden kaynaklanan bid’at ve dalâlet düşüncelerini; ve buna göre dini yanlış yorumlama ve yaşama tarzını, o kişi için dinine gelen bir musîbet olarak görebiliriz. Bu da öyle bir musîbet ve felâkettir ki insanı hak ve hakikatten uzaklaştırır ve dalâlete atar, imanın kaybedilmesine sebep olur. Dinin aslî ruhunu zedeleyen bid’aların yaygınlaşması ve kabul görmesi, dine gelen musîbetlerin en büyüklerindendir.

Üçüncü olarak ise, insanın nefs-i emmaresinin zevk ve eğlenceye düşkünlüğünden kaynaklanan manevî hastalıklarını dine gelen musîbet olarak görebiliriz. İnsanın hayatında ibadetini terk etmesi ve haramları işlemesi, o insanın dinine çok ciddî zarar veren manevî bir hastalık ve musîbettir. Bu musîbet de insanı ebedî saadet yeri olan Cennet’teki yüce makam ve mevkilerden mahrum ettiği ve Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz güzelliğini görmek olan cemalullah ve rü’yetullah nimetlerinden yoksun hale getirdiği için çok tehlikelidir.

Dine gelen musîbet, dine ve dindar insanlara hariçten gelen musîbetler olarak da anlaşılabilir. Dinî hayatı yaşamaya yönelik her türlü baskı ve zulümler de bu çerçevede düşünülebilir.

Yeryüzünde çıkan en büyük bir savaş bile “Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir” gerçeğini değiştirmez. Nitekim Bediüzzaman’ın İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı bir dönemde kendini tamamıyla iman ve Kur’ân hakikatlerine vermesinin sebebi de bu sırdan kaynaklanmıştır. O ebedî hayatı tehdit eden ve imanı tutuşturup yandıran manevî yangınları çok büyük bir musîbet olarak görmüştür. Hayatı boyunca asıl ve büyük cihadın inkâr-ı ulûhiyete karşı verilmesi gerektiği bilincine sahip olmuştur.

Bediüzzaman’ın İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden yedi sene sonra 1952 yılında Eşref Edip’e verdiği mülâkatta söylediği şu sözler, onun dine gelen musîbeti her şeyden daha fazla önemsediğini gösteren ifadelerdir:

“Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..” (Tarihçe-i Hayat, s. 543)

Sonuç olarak, mü’min birinin başına üç türlü musîbet gelebilir. Bunlar mala, cana ve dine gelen musîbetlerdir. Mala ve cana gelen musîbetler, asıl musîbet değillerdir. Çünkü musîbet geçtikten sonra zahmeti biter, rahmeti bâkî kalır. Fakat dine gelen musîbet, insanın ebedî hayatını sıkıntıya sokar. Bu konuyla ilgili bir kıssa ile yazımıza son verelim:

Ulemadan Sehl’e bir adam şikâyette bulunmuş:

-Evime hırsız girmiş, ne var ne yok hepsini çalıp gitmiş.

Sehl ise şöyle cevap vermiş:

-Üzülme bunlar (dinî değil) dünyevî musîbetler. Ya kafana şeytan girse de kalbindeki imanını çalsa ne yapardın? Ahirete, imanını çaldırmış olarak gitmekten daha büyük musîbet var mı?

Allah bizi her türlü musîbet ve belâlardan muhafaza eylesin. Bilhassa dinimize gelecek musîbet ve felâketlerden bizi korusun. Âmin!

Risale-i Nur Enstitüsü

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.