Risale-i Nurda Tarikat -1

Ehl-i tarik olan kardeşlerden bazıları ve belki çoğunluğu, İslami yaşayışta tarikata girmenin farz mesabesinde  olduğundan bahisle, bir tarikata intisab etmenin zorunluk derecesinde gerekliliğinden söz ediyorlar. Önceden olduğu gibi şimdilerde de bir kısım  sofi meşreb kardeşler, Üstad hazretlerinin de bu kanaatte olduğunu ve eseri olan Risale-i Nurda bu meseleye temas eden beyanlarının olduğunu zikrediyorlar.
Bu nedenle de şakirtlerin neden bir tarikata intisab etmedikleri mevzusu ilgili zümre tarafından zaman zaman eleştirilmektedir.

Tarikata intisab Etmeden İslamiyet Yaşanılamaz mı ?

Tarikatın hakkaniyetine dair Kur'an-ı Kerimden ve hadis-i nebeviden sunulan deliller elbette ki başımızın tacıdır, velakin aynı delillerin tarikatın farziyetine dair sunulması çok geniş olan İslam dairesindeki kardeşliği zedeleyici bir durumdur.

Herşeyden önce şunun bilinmesinde fayda var ki, tarikat  şeriat içinde bir yoldur. Şeriatın içinde bir dairedir. Tarikattan düşen şeriate düşer. Fakat şeriattan düşen sukut eder. Bu anlamda tarikat İslamın özel bir yorumudur. Sadece özel değil güzel de bir yorumudur. Fakat tarikatlar şeriatın yani İslamın tek yorumu denilirse sorun burada başlar. Çünkü, farzları eda eden  kebairden de kendini sakınan bir mü'minin bu davranışı eğer kurtuluşu için yeterli görülmezse, tarikatta olmayan nice Müslümanın farz ve haram konusundaki bu duyarlılığı heba olmuş olur. Bu durumda tarikatın İslamiyete metbu değil de İslamın tarikate tabi olduğu  manası zahir olacağından bunun ne derece vahim bir durum olduğu açıkça anlaşılır.

Ez cümle, bütün hak tarikler İslamiyetin içinde birer daire olduğu gibi, Risale-i Nur mesleği dahi İslamiyet dairesinin içinde bir dairedir ve fakat tek daire değildir. Her ehl-i tarikin, kendi tarikini  'en güzel yol'  olarak görmesi tabidir ancak 'sadece benim mesleğim haktır ve güzeldir' demesi yanlıştır.

"Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur." ( Mektubat (265)

Şimdi gelelim nurlardan tarikatın farziyetine dair çıkarılan şu cümlenin analizine :

"Tarîkatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zât da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir." ( Mektubat ( 445 )

Bu cümle Risale-i Nurda tarikatın faydalarının ve hatarlarının anlatıldığı "Telvihat-ı Tisa" adlı risaledeki  bir bölümde geçmekte olup haddi zatında doğru bir önermedir. 'Mü'minin tarikatta hissesi olmaması' anlamındaki bu cümle, müminin İslamiyet hakikatlerinin derinliğini ve manalarını zamanın şartlarından dolayı gereği gibi yaşayamamasından ve tarikatın bu faydaları verebilmesinden dolayı söylenmiştir.

Tarikat bir vesile olmasından dolayı, tarikatın verdiği manaları verebilen başka bir ekol de mezkur cümlenin kapsamından hariç değildir. Yani tarikatın verdiği feyzleri ve faydaları ve hatta daha fazlasını veren bir sistem için de aynı söz söylenebilir. Çünkü tarikatler tasavvuftur. Tasavvuf ise İslamın hayata geçirilmesini mümkün kılan hükümleri vaz'etmiştir. Kaldı ki bu cümle tümüyle onların dediği manalara uygun dahi olsa cümlenin sonunda geçen

 "..şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir” kısmı, tarikattan hissesi olmayanların bu zındıkaya karşı mukavemetinin imkansızlığını değil müşkilleştiğini beyan etmektedir. Bir şeyin müşkil olması başka imkansız olması ise daha da başkadır.

Yazılı bir metin eğer bütünlüğü içerisinde mütaala olunmazsa o metnin içindeki bir cümleden hareketle konunun bütününe aykırı hükümler bulmak her zaman mümkündür. Bediüzzaman’ın risalelerinde belirttiği ve bazen de talebelerine ders verdiği manaları onun kastetmediği anlamlara yorumlamak sadece Bediüzzaman’ın başına gelen bir şey değildir.

İslam tarihinde Şiilerin ifratkar tutumları ve el-an imanın şartları arasında saydıkları imamet meselesi benzer bir görünüm arzediyor. Şöyle ki, Efendimizin (asm) beyanları arasında sarihan gözükmeyen imamet mevzuu Şiiler tarafından akaidi mevzu haline gelmesine mukabil diğer sahabi efendilerimizin bu kadar önemli ve akaidi bir mesele olarak zikredilen imamet mevzusundan bî haber olmaları şiilerin davalarını cerh etmektedir.

Çünkü, imanın şartları arasında olan bir farziyetin Efendimizin (a.s.m) beyanları arasında açıkça ve anlaşılır bir düzeyde zikredilmemesi bu meselenin farz olmadığına açık bir delil olarak gösterilebilir. Eğer farz bir mesele olsaydı Efendimiz (a.s.m) bu mevzuyu diğer imani meseleler gibi açıkça zikreder ve bu konudaki risalet görevine halel getirmezdi. O (a.s.m)  Allah’tan aldığı vahyi insanlara eksiksiz tebliğ etmiştir. Bunun aksini iddia eden Şiiler bu konuda Efendimizin (a.s.m) bir kısım mü'minlere tebliğ görevini yaptığını ama diğer bir kısım mü'minlere ise imamet mevzuunda gerekli bilgileri vermediği hezeyanını savunduklarının farkında bile değildirler.

İslam tarihinde bu kadar önemli bir konunun bile speküle bir mevzuu olabilmesine nazaran Üstad hazretlerinin yazdığı beyanlarında onun murad etmediği  manaları çıkarmak o kadar da şaşırtıcı olmasa gerektir.

Eğer Üstad hazretleri tarikatın farziyeti ile ilgili bizlere bilgi verecek olsaydı bunu ancak bir kaç kişinin anlayacağı bir biçimde değil, açık ve anlaşılır bir düzeyde beyan etmesi gerekirdi. Çünkü hizmetinde bulunan o kadar abiler bizlere tarikatın farziyeti ile ilgili herhangi bir bilgi aktarmamışlardır. Risale-i Nurlara vukufiyeti herkesin malumu olan zatlar dahi bu konuyu farz olarak algılamamışlardır.

Gelelim meselenin Risale-i Nur meşrebinde  nasıl ele alındığına ve bununla ilgili Üstad hazretlerinin bir kısım beyanlarına...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum