Risale-i Nur, Doğu ve Batı dünyası için bir köprüdür

Risale-i Nur Projeksiyonları-8

46- Risale-i Nur, Doğu ve Batı dünyası için bir köprüdür. Hakikatin iki tarafa yansıyan ve Kur'an medeniyetinden mülhem doğrularını birleştiren, kubbenin çatısını ve taşıyıcı sistemine bağlı karşılıklı taşlarını yerleştiren bir sistemin gaye-i hayalini/tasavvurunu/vizyonunu inşa etmektedir.

Doğu’nun kalbi ile Batı’nın aklı, hakikatin merceğinde okunmakta ve ona göre tasnif edilen ve safiyeti hakikatle örtüşen alan/konu/düşünce/akım/ekol ve toplumsal dönüşümler yeniden vizyona girmektedir.

“Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”(Sünuhat, 38)

AB ile İslam Birliği’nin ortak çalışma alanları, Orta Asya ile Arabistan’ın ortak stratejileri, Uzak Doğu ile İslam medeniyetinin tarihi kesişmeleri v.s. gibi birçok köprüleme yapmaktadır. Hakikati geçiş zemininde ulaştırma ve yakınlaştırıcı doğrularla Kur'an ekseninde tecdit ve tefekkür yaşatma ameliyesi, "Batı’nın inkişaından"(Sünuhat, 37) çıkacak yeni medeniyetin hakikat yüzü olacaktır.

47- Risale-i Nur, uluslararası ve "kökü dışarıda" (Tarihçe-i Hayat, 633)  olan küresel ölçekte "zındıka" ve "ifsad"(Tarihçe-i Hayat, 633-634)) komitesi dediği bozguncu kuvvete dikkat çeker. İstanbul'un işgalinde, "Dessas İngiliz"in "şeytan-ı ins, şeytan-ı cinniden aldığı derse binaen der ve dedirtir"(Hutuvat-ı Sitte, 8) dediği altı adımda, altı temel fitne tohumunu anlatır. Müslüman toplumu nasıl ikna etmek için algı yönettiklerinden ve herkesin farklı zaaflarını nasıl kullandıklarından bahseden "hutuvat-ı sitte" adlı eseri ile son yüzyılda yaşayacağımız siyasi, sosyal, ekonomik çalkantıların dünya olgularında ve fitne merkezlerinde nasıl pişirilip önümüze koyulduğunun işaretleri vardır.

Bunun için istihbarat, güvenlik ve bilim üzerinden medya ve hükümet organlarını yanına alarak ahlaki çöküntüyü ve "sefahat-ı mutlaka"(Tarihçe-i Hayat, 515) içinde isyan ve inkarı doğuracak ekonomik yetmezliklere ve maddi çöküntüye ve yoksulluğa sokacak organizasyonları yapıyorlar.

“Kimi(nin) hırs-ı intikamını, kimi(nin) hırs-ı câhını, kimi(nin) tamahını, kimi(nin) humkunu, kimi(nin) dinsizliğini, hatta en garibi, kimi(nin) de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.”(Hutuvat-ı Sitte, 6)

Der ve dedirtir; altı şeytani hamlenin makul gibi görünen ve iç kamuoylarında sömürgeyi bile neredeyse makul gibi gösteren ifsat komitesinin altı mesajı:(Hutuvat’ı Sitte, 8-10)  

1-“Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müstehak oldunuz. Kader zâlim değil, adalet eder. Öyleyse, size karşı muameleme razı olunuz.”

2-“Başka kâfirlere dost olduğunuz gibi bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?”

3-“Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyleyse bana razı olunuz.”

4-“Sizi idare eden ve bana muhâsım vaziyetini alanlar—ki Anadolu’daki sergerdeler(i)dir—maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.”

5-“İrade-i Hilâfet, siyasetimin lehinde çıktı.”

6-“Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?”

İşte bu "zındıka komitesi"nin ve "ifsad komitesi"nin Türkiye versiyonu, Bediüzzaman'ın tabiriyle "şubesi" 20. yüzyılın başlarında girdiğimiz savaşlar, kurtarıcı cunta hareketleri, etnik kışkırtmalar ve örgütlenmelerle Osmanlı'nın çöküşü ile hızlanan Batı hegemonyasının "İngiliz dessaslığı"(Hutuvat-ı Sitte, 383-384) üzerinde inşa edilen "cebri, keyfi, küfri"(Tarihçe-i Hayat, 515) rejimin payandaları ile oluşturuldu.

Lozan'ın içyüzü, bu konuda "üçlü mekanizma"nın rol paylaşımında ne denli iştahlı olduklarını göstermektedir. Uzunca izah ve tahlilini tarihçilere bırakırken, "Din öldürülecektir." etrafında dönen tezgahın beyan edildiği Büyük Doğu'nun makalesi,Emirdağ Lahikası'nda kendine yer bularak günümüze ışık tutmaktadır.

48- Altı desise-i şeytaniye’nin "Kur’an tilmizlerini ikaz için yazılması"(Mektubat, 567) ile gündemimizin birinci sırasını oluşturması gereken ve ehl-i imanla nur talebelerinin en zayıf nokta ve halkalarını belirten şeytani desiselerin makro hedefleri ile bireye indirgenmiş somut adımlarını görmekteyiz.

Bunlardan;

a-"Hubb-u cah"(Mektubat, 587) dediği, dünya ve makam sevgisinin oluşturduğu zafiyetlerle, yetkiye talipli olma, rekabete girme, kazanma ve mevki sahibi olmaya yönelik her türlü hamle gücüne bulunan gerekçelerdir.

“İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şeref denilen riyâkârâne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır.”(Mektubat, 587)

Hırsına yenik düşmenin sonunda savrulmaların yaşandığı süreçte kişinin şeytani desiselere nasıl alet olduğu ve hizmetine zarar verdiği görülmektedir.

b- Korku hissi, insanları gemlemek ve otorite yapı karşısında riyakarlaştırma ve hakikat ehlini yalnız bıraktırıp izole etme ve müstebit kuvvetlere ve cereyanlara yakın tutup ürkütmek, soğutmak, korkutmak ve evham vermek gibi telkin ve propaganda oyunlarıyla insanlara "zarar göreceksin, bu kadar ileri gitme, sıkıntılı bir döneme giriyoruz, biraz geride dur, böyle yaparsan terfi edemezsin, herkese eşit dur, grubuna ve yakınlarına öncelik verme"(Mektunat, 590) gibi farklı algı ve duyarlılık alanlarını işletip insanları tedbir adı altında tavize hazırlar.

c- Milliyet hissini okşayarak ve ötekileştirici söylemlerle bilhassa Bediüzzaman üzerinden denenen "Said Nursi Kürttür, siz Türksünüz"(Mektubat, 596) gibi ayrıştırıcı söylemlerle, kutsanan ırkçı davranışlarla tersini tukaka eden bir davranış, alt kültür ve algı oluşturulmaktadır. Şeytani desisenin ırkçılık versiyonu son yüzyıldır bütün İslam dünyasını ve Müslümanları kasıp kavurmaktadır maalesef.

“Siz Türksünüz. Maşaallah, Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürttür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek hamiyet-i milliyeye münâfidir.”(Mektubat, 596)

Ne yazık ki ne Türkler, ne Araplar ve ne de diğer kavimler hala bu zararı telafi edecek ve kardeşlik düzleminde eşitlik ve özgürlük temelli bir model ve uygulamayı siyasi ve sosyal zeminde gerçekleştiremediler.

d-Bir başka nokta "tamah"(Mektubat, 593) dediği maddi menfaat, para ve imkan düşkünlüğü, servet edinme zaafiyeti ve cimrilikle gelen şeytani planların desiselerle kandırma ve hükmetme senaryolarıdır.

“…Ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukàbil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazan vesile olur. O pis hırsla, gazabı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır.”(Mektubat, 595)

e-Yine "enaniyet"(Mektubat, 603) cihetiyle ilim, siyaset, makam, bilgi, imtiyaz, geçmiş avantajlar ve v.b. vasıflara sahip bilhassa ilim ehlini içine düştüğü "benlik" algısında mümince olmayan merkezci ve otoriter bireyci ve şahıs merkezli kümelenmelere vesile olan istibdat yadigarı gurur ve enaniyetten beslenen hatta risaleyi bile kalbiyle sevdiği halde aklıyla itiraz edecek bir kıskançlık ve rekabete götüren hal ve tutumlardır.

“…etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ene‘yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor.”(Mektubat, 603)

Mühim alimlerin risaleye talebeliğinden sonra onları bekleyen en büyük handikabın zamanla risaleye karşı tutum geliştirme ve kendi şahsi mahsulatını onunla yarıştırma ve hatta "soğuk bir muaraza"(Mektubat, 605) ile ihlası zedeleyici davranışlara ve kendini kıymetlendirirken risaleyi kendince kendine eşitleyecek hal ve tutumlara girmesidir.

“Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder—tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”(Mektubat, 605)

f-Bir de hizmet ehlinin "tenperver ve tembellik"(Mektubati 605) hallerinden yararlanılmasıdır. Hem tembelliğini/rahat olma arzusunu hem de çalışkanlığı/üretkenliğini ehl-i dünya alır bir menfaat ve fırsat karşılığında çalıştırarak onu dünyevileştirir. İman hizmetine ayıracağı bütün zamanını alır ve onu böylece etkisizleştirir.

“Onlar, öyle desiselerle, onları hizmet-i Kur’âniyeden alıkoyuyorlar ki, haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur’âniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki, hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin.”(Mektubat, 605)

"Biz yapmasak kim yapacak, daha kötüsü olur, bize ihtiyaç var, iman ve memleket için yapıyoruz" gibi masum  gerekçelerin zamanla karşımıza bambaşka fırsat makineleri gibi insan bozması menfaat yapılarını çıkardığını görmekteyiz.

49-Risale-i Nur, çağın dört temel hastalığı üzerinden iman zafiyetinin ve insan bunalımının duçar olduğu problemlere teşhis koyar, gündemine alır. İnsan tanımının bu zaaf alanlarının nasıl şeytani desiseler ve insanın zayıf halkaları üzerinden şişirildiğine dikkat çeker.

Bu hastalıklar;

a-Birincisi Yeis'tir. Ümitsizliktir. Bediüzzaman "seretan" olarak tanımladığı kanser hastalığına benzetir ümitsizliği. “Amele ve tâate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye’se düşer.”(Mesnevi-i Nuriye, 90) Ümitsizlik, imanı kemiren, teşebbüsü öldüren, ruhu sıkan, hayatı felç eden ve gayret ehlini düşmanına yediren bir zehir gibidir. Zihni ve beyni, akıl ve kalbi felç eder. Menfileştirir ve muhalif, gayr-i memnun bir ruh haline münekkit bir hastalığa sebebiyet verir.

b-Diğer bir hastalık ise gururdur. “…Gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır.” (Mesnevi-i Nuriye, 91) Varlık algısını ve malikiyet vehmini kendine ait görüp ve gururla sahiplenme ve hakiki sahibini görmezlikten gelen inkar ve nefsin arzularına boyun eğen bir halin tercümesi olarak gurur nefsi şişirir, patlatırcasına şişirir, pişirir ve sonra patlatır.

c-Ucb  hastalığıdır ki, iyi insanların ameline ve güzel davranışlarına güvenerek düştüğü hatalar ve yanlış davranışlar zinciridir. “…a’mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar.” (Mesnevi-i Nuriye, 90) Halbuki "iyiliği Allah'tan kötülüğü kendimizden bilme” "hususunda daha çok terbiye almaya ve kul olma şuuruna ve hakiki sahibi olan Allah'a ait olarak her şeyi anlamaya ve algılamaya ihtiyaç vardır.

d-Son olarak "Su-i zan"da bulunmadır. “Sû-i zan, maddî ve mânevî içtimaiyatı zedeler.” (Mesnevi-i Nuriye, 92). Menfisi varken müspetini düşünmeme, husumet ateşini yakma ve fitne tohumlarına dönüşecek kötü kanaatler ve zanlar yürüterek bölünmeye/ihtilafa sebebiyet veren ve muhabbeti kıran hallerdir.

Çağın bu vebalı haline karşı zihni ve kalbi ıslah ve tamir zemininde Risale-i Nur bu hastalıklara teşhis koyduktan sonra tedavi yöntemlerini de zararın içinde tarifle göstermektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.