Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Rahmi Akman bey aslî hayata yürüdü

Rahmi Bey, On Dördüncü Sözün Hâtimesinde “…yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse "Oraya git", sevinip gülerek gider… diyen Üstadımıza tâbi oldu. Binlerce insana 1969’dan beri kırk dört yıldır bu satırları okuyup anlatan, bu manaları hakk-al yakîn nefsinde yaşayan birisi olarak yüzde doksan dokuz ahbabının gittiği Cennet tarafına, onların güzelce yaşadığı ebedi âlemlere gitti... O, Cennet'lere çok müştaktı, orayı düşünür, ahbaplarına kavuşmak isterdi. İnşallah o mekânlara sevinip gülerek gitti. Evlatlarımız nâşı yıkanırken yüzünün güldüğünü söylüyorlar…”

Elbette yüz yirmi dört bin Peygamber, yüz yirmi dört milyon Evliya; asırları nurlarıyla aydınlatan güneşler, aylar bu hakikati anlatıyor. Bir kısmı mucizelerine, bir kısmının kerametlerine istinat ederek dava ittihaz ettikleri bu hakikate O da, bütün letâifiyle inanmış, hem de hayatını bu meseleye adayarak o hakikatin anlatılmasını DAVA edinmişti.

O, isminin manasına tam masadak olarak “Rahmete mensup, rahmetle alakalı, rahmete müteallik” bir arkadaşımızdı.

1949’da Manisa’nın Gördes İlçesinin Kavakyeri Köyünde dünyaya gelmiş. Hemen bin metreye yakın rakımdaki bu belde eski vahşet dönemlerinin gereği olarak sahilden epeyce içerilerde ve sarp yerlerde kurulmuş. Ancak siz oralardaki eski evleri görseniz oranın çok eski bir yerleşim yeri olduğunu, ciddi bir kültür birikimine sahip ve belki de köy tabirine yakışmayan bir ortam olduğunu muhakkak anlarsınız.

İngiliz Kilot Pantolonu ve Körüklü çizmeleriyle atıyla gezen babası bile O’nun eski bir Yörük ailesinin, tecrit edilmiş bu yüksek zeminlerde, bozulmadan, gelenek ve göreneklerini muhafaza etmeyi başarmış bir silsileye mensuptu. Ben o zeminlere Rahmi Hocamla,  Java motosikletle defalarca çıkmış, evlerde, tütün tarlalarında, hayatımızı adadığımız Risale-i Nurlardan okumaya, anlatmaya çalışmıştık. Hala Salihli’deki derse yetişmek için bize sormadan kesilin piliçleri bırakıp ayrılışımız yüzünden hala tafra yapan, bizi sofilikle itham edip gücenen bazı arkadaşlarımızın tenkidinden kurtulamadık.

Rahmi Beyin hayatı meşakkatlerle doludur. Çok küçükken babasını kaybetmiş, diğer dört kardeşi ve annesinin bakımı O’nun sırtına kalmıştır. Yıllarca, hatta yetmişle yılların başlarına kadar, çilekeş Sıddıka simindeki annemizle, bizim yörelerin en meşakkatli işi olan tütüncülük yapmak mecburiyetinde kalmıştı. Bir kardeşi askerde vefat edince ruhları dahada hüzünle dolan bir aileyi idare etmeye çalışan Rahmi Kardeşim, “Efendi” adındaki dünya güzeli diğer birisinin de maalesef bir nehirde boğulmasına da sabırla bakabilmiştir.

İlk Dershanemiz basit ve eski küçük bir evdi. Kilimlerle bile örtemediğimiz zemininde duvar kenarlarında birkaç minder ve bir teneke soba vardı. Çay tepsisi de boyalı bir ince tenekeydi. Marangoz Ahmet Ağabeyin dükkânındaki artıklarla ısınmaya çalışırdık. Emaye mavi çaydanlığımız duman kokulu odanın kasavetini azaltan çok lezzetli çaylarımızı bize kaynatırdı. Duvarda dayanacak yastık bile yoktu. İlk maaşımla o dershaneyi açan arkadaşlarıma ben de 3-5 hasır yastık alarak onların muhabbetli ortamına adım atmıştım.

Gediz’den gelirken Ramazan günü sigara içerek etrafı rahatsız eden insanın bunu nezaketle hatırlatanlara meydan okuyarak ”Sizin Kur’an dediğiniz, peygamber hikâyeleri anlatan bir kitap…” deyince omuzlarıma dökülen uzun saçlarımdan utanarak da olsa oruç tuttuğum o gün o saygısızı dövmeye kakmıştım. Bana birkaç efendi yaşlı insan mani oldu. O münakaşa esnasında imanımın sarsıldığını, şimdi basit gibi gelen o soru ve iddia karşısında iç dünyamda sarsıntı olduğunu hissetmiştim. Salihli’ye iner inmez Rahmi Beyin limanına sığındım. Onun yanındaki Sarı İsmail dediği bir arkadaşına –ki, o lise üçte okuyan kısa boylu bir gençti-, Mucizat-ı Enbiya bahsini okuyunca zihnim alt üst oldu. Bir taraftan da o arkadaşa karşı kızgınlık duymuş ”Nasıl benden daha bilgili “ diye utanmadan rahatsız olmuştum da beni Rahmi Bey ikna edip utandırmıştı.

Her şeye itiraz ediyordum. Sarık sarmalarına, tahiyyatta işaret parmaklarını kaldırışlarına, misvak kullanmalarına vb. karşı geliyor, daima soru yağmuru ile onları rahatsız ediyordum. Uzun süre böyle olunca Marangoz Ahmet Ertaş Ağabey “Yahu şunu kapının önüne koyalım, dayanamayıp canına okuyacağım” dedikçe Rahmi Bey “Bu arkadaş Öğretmen Okulunda çok gayretli ve başarılı birisiydi. Onu kazanırsak inanın çok hizmet eder, biraz sabredin…” deyince bana ve hiç bitmeyen sorularıma, itirazlarıma uzun süre sabretmişler. Allah razı olsun. Dedikleri inşallah benimle ilgili söyledikleri dua yerine geçsin.

Salihli’nin önemli ve merkezi bir caddesi olan Kurudere’de bir Dershanemiz vardı. Çok hizmete vesile olan bir küçük mekândı. Bir gün orada ders dinleyen Akşam Ticaret Lisesi öğrencileriyle ilginç bir olay yaşadık. Devamlı ideolojik kavgaların olduğu Akşam Ticaret Lisesinde bu iki dostumuz öğrenci, öğretmenin aleni Allahın (haşa) yokluğunu anlatmaya kalkması üzerine, ona karşı gelmiş ”Vallahi Kurudere’de bir ev var, oradaki iki öğretmen Allah’ı adeta gösteriyorlar. Sana inanmıyoruz. Biz anlatamayız amma, erkeksen gel oraya sana da anlatsınlar, gözüne bile göstersinler” demiş, rest çekerek dershanemize gelip bize anlatmışlardı.

Yazın benim Java’ya binip Salihli, Alaşehir civarının köylerini tarardık. Köy odalarında. Kahvelerde Risale okur, anlatırdık. Üst başımız perişan hale gelince onların evine giderdik. Annesi Sıdıka anne benim de annem gibiydi. Pencereden bizi görünce dış kapıyı tırkazlayıp bizi içeri almazdı. Rahmi “Benim sultan anam. Ellerini, ayaklarını öpeyim. Sana canımı veririm. Kara oğulların hizmetten geliyor. Seninde defterini hayırla doldurdular. Aç kapıyı…” gibi sözler eder onu ikna ederdi. Kadıncağız ağlayarak kapıyı açar, Rahmi aniden yere eğilip annesinin ayaklarını öpüverir, onu iyice ağlatırdı. Orada banyo yapar bütün üstümüzdekileri yıkar, ütüler bizi tekrar donatırdı. Javamızı, üstündeki kitapları koyduğumuz heybeyi de yıkar temizler bizim eve öyle giderdim. Hak ettiğim fırçamı yer, ama O’nun taktikleriyle anne-babamı ikna etmeyi başarırdım. Tekrar huzurla, onların dualarını da alarak sefere çıkardık.

Benim ilçemde de dershane açmak istedik amma maddi durumumuz kifayet etmiyordu. Kimse evde vermiyordu. O zaman eski bir arkadaşım Mehmet Sandallı Adana’da Teknik Öğretmen olmak üzereydi. Mehmet Mumcu ağabeyimiz de bir makine mühendisi idi. Bir kavak tarlasında yeni bir evi tuttuk. Eşyasını Salihli, Kula, Turgutlu, Ahmetli, Manisa, Akhisar ilçelerini, onlarca tanıdık Nurcu Ağabeyi dolaşıp temin ettik. Birkaç haftada eşyaları değişik tarzlarda Kula’ya birlikte taşıdık. Hatta perdeleri bir terziye on lira vererek makinesini kullanma izni aldık. Beraber diktik. Sofradan, tarhanasına, tül çiçeğinden yatak yorganına iğneden ipliğe her şeyini tamamladık. Demircide vakıf olmak için lise ikiden ayrılan Mesut adındaki melek cinsinden bir kardeşi mecburen ta Simav’da–zamanında kayıt olmadığımızdan- liseye kaydettirdik. Çünkü oradaki ağabeyler cemiyette ağırlığı olan kişilerdi. Halıcı Ömer Ağabey işimizi hallettirdi. Sonra tasdiknameyle Kula’ya getirip liseye kaydettirdik. Burslarımızdan-çünkü ben D.Bakırda üniversiteye başlamıştım.- göndererek o mele-i âlânın sakinlerinden olan Mesut kardeşe kira ve ihtiyaçlar için göndermeye çalıştık. Kula’da ilk hizmet öyle başladı.

Bir seferinde ailem Seferihisar’da otururken beni sıgaya çeken peder, bahçede yalnız olarak oturup beni bekleyen Rahmi Beyi göstererek, “Ya o, ya biz” deyivermişti. Rahmi Bey bana o kadar tesir etmişti ki “Öyle mi. O zaman O…” diyerek Rahmi Beyi de alarak evi terk etmiştik. Manavları bile meyhane gibi olan o ilçede çok dükkân ve camide, evlerde elhamdülillah Risale okuduk. Şimdi Anadolu Cemaatinin mükemmel bir hizmeti var, başarıyla Nurun hakikatlerini anlatmaya devam ediyorlar.

Hızımızı alamadığımız zamanlar Salihli’nin istasyon semtindeki solun adeta bir önemli merkezi olan Can Baba Kıraathanesine Erol Ağabeyle üçü kişi gitmiş, birimiz Tabiat risalesini okurken birimiz dua ediyor, diğeri tespihattaki ifadelerle okunanların tesirli olması için adeta zikrediyordu. Çünkü başka bir şey bilmeyen cahil Nurculardandık. Oradan ayrılırken bir grup solcu bizi kapıya kadar uğurlayıp arkamızdan el sallamıştı elhamdülillah.

Yalnız bir çarşı turunda her zaman ders yaptığımız bir terzi dükkânında başımız derde girmişti. Bizden önce oraya bir ırkçı gurup gitmiş, ortaya kitaplar yığıp milletvekili adaylarının propagandasını yapıyorlardı. Biz davamızı anlatmaya kalkınca ayağa kalkıp bellerindeki tabancaları göstererek bize rest çektiler. “Biz de Allah’a inanıyoruz…” iddiasında bulundular. Rahmi Bey sakinliğinin aksine hiç korku bilmezdi. “Şunlardan herhangi birinden bir Allah yazısı gösterin” diye cevap verince yüksek sesle bizim orayı terk etmemizi istediler, adeta kovmaya kalktılar. Ancak dükkân sahibi rica etti “Lütfen siz biraz gezin, sonra tekrar gelirsiniz. Bunlara uymayın. Sizden rica ediyorum” deyince orayı terk ettik. Ben Rahmi beye “Ya mübarek ya! Adamların hepsinde tabanca var. Efeliğin zamanımı. Bizi vuracaklar yahu!” dedim. O çok ciddi olarak ”Haydi be! Vallahi ben onların kurşunlarını leblebi gibi attırırım..” deyiverdi. Eliyle de, başparmağıyla işaret parmağını attırarak refleks yapmasını hiç unutamam.

On dokuz yaşında Dershanelerde herkese güreşte meydan okur, sırtlarını yere vururken, Şerafettin Kartal Ağabey bu halimi fevri bulup “Vurun şunun sırtını yere” diye kükreyince Rahmi Bey “Durun” dedi. “O yiğitse çıksın karşıma. “ Ben çok şaşırdım. O’na meydan okuyamazdım. “Çık karşıma” deyip tekrar edince ben şaşkın şaşkın karşısına geçtim. O, bir sehpayı ortaya koydu. Üstüne Külliyatı yerleştirdi. “Geç karşıma, birbirimize soru sorup cevap bekleyeceğiz. Kim daha iyiyse o galip olacak!” deyiverince kendimi sırt üstü yere bırakıverdim.

Biz meşrebi olan ama meşrepçilik yapmayanlardandık. İzmir’deki farklı bir hizmet götüren hocamızın halini ilk yıllardan idrak ettik. Onlar için de dua etmeye devam ettik. Ankara bize biraz sofiyane gelmişti. İstanbul ve R.Nur dışında makul eserlerin okunuşu, Abdülvahid ağabey gibi muvazeneli büyüklerimiz bizi İstanbul tarzına bağladı. Amma biz bütün ilgilendiğimiz öğrencileri isim ayırmadan, meşrep gözetmeden en uygun olan dershanelere gönderdik. Kendimizden daha halis olanları, sahabe misal yaşayanları hep gördük. Bu arada meşrebimizi de “Ümmet-i vusta” olarak hep muhafaza ettik. Elhamdülillah ilgilendiğimiz talebeler de hiç vefasızlık göstermediler! Ancak bu halimizi maalesef bazı arkadaşlarımıza anlatamadık, onların ithamlarından da hiç kurtulamadık.

Beraber uzun yıllardır Avrupa’da da Anadolu’da da cevelan ediyoruz. Nesil grubunun Afyon, Ankara, Eskişehir, Konya, Aksaray, Kütahya gibi illerindeki Üniversitelilerin Dershanelerini taradık. Oralarda birkaç gün kalarak öğrencilere yardım etmeye çalıştık. Projeksiyonla ve paslaşarak dersler yapmaya çalıştık. Bu ara diğer Nur talebelerini de büyük bir lezzetle ziyaret ettik, feyizler alıp feyizler verdik inşallah.

Avrupa’yı bir baştan bir başa taradık. Belli illere defalarca uğrayıp, oralarda belli süreler kalıp hizmetlerine yardımcı olmaya çalıştık. İlkokulda lastik atan tüfek yaptığımız çocuklar şimdi önüne diz çöküp ders dinlediğimiz hizmet ehli gençler yetişti elhamdülillah.

Uhud’da yaralanıp sonra vefat eden sahabeler şehit sayıldı diye biliyorum. Son olarak Duisburg’da hizmet esnasında kalp rahatsızlığı artınca oradaki arkadaşlar O’nu zorla Türkiye’ye göndermişler. Arkasından anjiyolar, yoğun bakımlar ve açık kalp ameliyatı… Vatan-ı aslisine yürüyüşü… Allah bin Rahmet eylesin. Hizmet esnasında Şehit olanlardan kabul etsin. Vefatını bile hissetmeden hizmetlere devam ediyor telakkisiyle kıyamete kadar yaşatsın inşallah. Hem o çok yorgun kalbiyle 1968’lerden beri idare etmişti amma her şeye rağmen hayatına normal olarak devam edemezdi. Allah O’nu rencide ettirmeden rahmetinin kucağına alıverdi.

Dünyanın halledemediği seçim sistemindeki bir türlü bitirilemeyen eksiklikleri, “azınlığın tahakkümü”, “çoğunluğun tahakkümü” çekişmelerini O, arkadaşlarıyla bitirmişti. Salihlide meşverete seçilemeyenler, bu sebeple kalbi kırılanlar yıllardır, isterse rey izhar etmeden meşverete katılabilir. Hatta samimiyetle hizmete koşmaya çalışanları tekrar cemaate götürerek meşveret heyetlerine dâhil etmişlerdir. Tebrike şayan bu hal o zeminlerdeki bütün hayhuyu yok etmiştir elhamdülillah. Allah Rahmi Hocamın bu fikrini bizlere de kabul ettirip tatbike sokar inşallah.

Yıllarca pek çok öğrenci grubuna okuma programları düzenledik O bu işlerde uzmanlaşmıştı. Katılanlarla program müfredatını ve günlük çalışma planının yapar, son gün program yapılan yeri temizleyip düzenler, yapılan faaliyetin değerlendirmesini öğrencilerle yapar kendisini yenilerdi.

Son yıllarda başka illerdeki üniversiteli öğrenci gruplarına, Avrupalı gençlere birlikte paket programlar yaptık. Metinleri projeksiyonla öğrencilerin gözleri önüne arz edip birlikte başarıyla paslaşıp yardımlaşıp programlar gerçekleştirdik. Son programı gerçekleşemedi. Ben onun hazırladığı Kuzey Avrupa Programına yalnız gideceğim.

Manisa Yuntdağı köylerinden birine sürgün olmuştu. Orada harika bir hizmet gerçekleştirdi. Oraya da müfettişler gitti. Hem de maaş almak için gittiği ilçedeyken evi basılarak zulme maruz kaldı. Köy camisi önüne masa koyan iki müfettiş hemen camiden çıkan herkesin ifadelerini almıştı. Muhtar bir çarıklı erkân-ı harp olarak çocukların başını örtüyor mu diyen müfettişe “Biz bu öğretmenden şikâyetçiyiz. Okulumuz köyün dışında ve kış soğuk geçer buralarda. Bu adam çocuklarımızın okula kadar bile başlarını örtmesine müsaade etmiyor. Biz bundan şikâyetçiyiz” diyerek gelen zalimleri şaşırtmıştı. Hatta “Size başka kitap veriyor mu” sorusuna da “Veriyor” diyen genç evinden askerde iken komutanlarının verdiği Atatürk ile ilgili kitapları getirince müfettişler “Yahu bu adam hepsini mıhlamış. Hiçbir bilgi alamayacağız” deyip defolup gitmişlerdi.

Hemen kısa süre önce bir buçuk yıl kadar Manisa Dershaneleriyle ilgilenmiştik. Haftanın beş gün Salihli’den gelir burada yatırdı. C.Tesi sabahları kahvaltı, patates kızartmaları, menemenler onun elinden çıkardı. O’nun büyüklere uygun oyuncak aparatları da vardı. Onlarla talebelerle ilişki kurmasını kolayca becerirdi.

Ziyaret ettiğimiz yerlerde çocukların boylarını duvara işaretler, iki parmağını açarak ağız genişliklerini ölçer onların kalbini fethederdi. Divan yastıklarını üst üste atar, orayı İstanbul surları diye tarif eder Ulubatlı Hasan’ı anlatır, çocuklarımızı onların üstünde adeta tırmandırır, bıyıklarının tarak tutup tutmayacağını dener, bantla tarak tutturup onları heyecanlandırırdı.

Birlikte Dersane Prensipleri hazırladık. Yıllarca uğraştık. Bütün meşrepleri nazara aldık. Dershaneye öğrenci kabulü ile ilgili bir metin de geliştirdik. Yıllarca kullanıyoruz. Tabi bunu ilimizdeki öğretmen arkadaşların kontrolünden de geçirip uygulamaya koyduk.

Bir sefer de Fethullah Hoca’yı Ayvalık’ta ziyaret etmiş, itirazlarımızı, bazı rahatsızlıklarımızı arz etmiştik. Çok garip cevaplar aldık. Çok şeyler öğrendik. Nezaket gereği yazılması uygun olmadığından onlar, kalplerimizde kayıtlı duruyor.

Öğretmen okulunda İmrozda ve değişik hizmet zeminlerinde birlikte fotoğraflarımız var Uygun zeminlerde onları da yayınlarız inşallah.

Esasen O’nu kitaplaştırmak iyi olurdu. Ancak o daha önce Levent Beyin Gebze Hizmetleri ile yazdığı bir yazıdan çok rahatsızlık duymuştu. Çok daha fazla sözden de ruhu rencide olabilir. Ancak bizlere örnek olması için yazmanın faydasına inanarak bu satırları karalıyorum. İnşallah faydası ve O’na duaya vesile olur.

Daha ziyade O’nun hazırladığı notlara bağlı kalarak R.Nuru taradık, konularına göre yapacağımız dersleri seçtik. Tasnifler yaptık. Gruplandırmalarda bulunduk. Ben onların metinlerini bilgisayara aktarıp yazılımlarını değiştirdim. Onların çoğunu okuma fırsatını bile bulamadan o Rahmet-i Rahmana gidiverdi. Çok iyi bir takımadamıydı. Esasen Kaptan olarak çok mükemmeldi. Amma hep arkalarda durmayı becerirdi.

Ancak son zamanlarda ahirete gidişi hissetmişçesine bütün vazifelerini diğer arkadaşlara bilhassa gençlere bırakmış, kenara çekilmeyi başarmıştı. Daha ziyade belli olmadan çeşninin kaynağıydı ama yoktu. Ademinde vücut bulmayı becermişti.

O kadar yakındık ki bütün ailem onun için hala ağlıyor. Babalarını kaybetmiş gibi bir haldeler. Allahtan ki ahirete iman bizleri teskin ediyor. Yoksa ayrılık bizi gerçekten yaktı. İnşallah Ahiret zemininde tekrar hem de ebediyen beraber olacağız. Hele küçük torunumun “Ben Allah’a gücendim, Benim Rahmi Dedemi öldürdü” deyince bizler perişan olduk.-Ona da ahireti bir daha hem de tesirli olarak defalarca anlatmaya karar verdik. Ölümün rahmet oluşunu, ahiretin müthiş güzelliğini onunla birlikte kendimize de anlatmaya çalıştık. Çalışıyoruz.

O, iki defa ilkokul öğretmenliğinde, bir defa da Salihli İmam Hatip Lisesinde Md. Yrd. İken sürgünle muhatap oldu. Hepsi de Nur Talebesi olduğu için. Bir defasında bulunduğumuz ilçenin ilçe emniyet müdür yardımcısı çağırmıştı. Rahmi beyi, menfi insanlar, silah kaçakçısı, eroin satıcısı gibi iddialarla şikâyet etmişti. Emniyet görevlileri “Yahu bu kadar yalan olur mu? Adama Nurcu deseler, gece gündüz kitap okur anlatır deseler tamam. Bu yalana kim inanır’ diyerek Rahmi Beyden “Dershanenizde, vakfınızda sadece dini kitaplar olmasın. Ders kitapları, ansiklopediler de olsun. Biz sizin zararlı olmadığınızı biliyoruz. Bu serseriler bizi sizin üzerinize göndermek istiyorlar. Bize de yardımcı olun…” demişlerdi. O her yerde kalpleri fethetmişti. Çünkü çok halis bir hizmet ehliydi. Çok efendiydi. Kusuru yoktu denebilir. Belki çoluk çocuğunu biraz ihmal etmiş olabilir. Ancak elhamdülillah iki cihan arkadaşı da, evlatları da her şeyin farkında. Zaten Rabb-i Rahim zaten bize şah damadımızdan daha yakın ve hatırat-ı kalbimizi de biliyor. İnanıyorum ki “ebed bizimdir.”

Artık o’nun ABC fasulyesini, havuçlu pilavını, patates kavurmasını, menemenini yiyemeyecek, Cennette beraber olmayı bekleyeceğiz.

Ondan ders dinlemek için de ya eski kayıtları açacağız veya zihnimizi zorlayacak onu hatırlamaya çalışacağız. Ama İnşallah Onu unutmayacağız. Dualarımızla beraber olacak hasretle ebedi âlemlerde tekrar beraber olacağımız günü sabırla bekleyeceğiz. Belki Birinci Ağabeyin, belki Mustafa Canelli’nin yanına gidip sohbet ediyor, Üstadımızı ve hatta ASM’ın huzuruna çıkıp lezzetlere gark oluyordur inşallah.

Yine birkaç serseri önümüze geçip silah çeksi ben ne yaparım. Bende parmağımı şöyle attırarak kurşunları öteleyebilir miyim acaba. Onsuz nasıl yaparım bilemiyorum. Allah hepimize sabırlar versin. Düzgün yaşatsın. Şaşırtmasın. Hayatımızı hizmetlerde geçirtsin. Hizmet yolunda canımızı alsın. Böyle komutan ruhlu arkadaşlarımıza benzetsin Amin. Allah onlara rahmet eylesin.

Yarabbi Rahmine Rahmet eyle, Kusuratını affet, sorgusuz onu cennetine al. ASM’a komşu et. Berzah âlemlerinde de cennet bahçelerinde gibi yaşat. Benim iki annemle de cenneti sohbetleri nasip et. Amin amin, amin. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum