Otokontrol ve muhasebe çağı

İslami kesimler 1990’lı yıllardan beri imbikten geçtiler. Dışarıdan darbe üzerine darbe yediler içeriden de kendi yanlışların ateşinde yandılar ve kavruldular. 1990’lı yıllarda İslami hareketler ham ve çiğdi. O dönemlerde iktidara gelselerdi bu daha ziyade nefis hesabına olacaktı. Çok yanlışlara düşülecekti. Tersi oldu iktidarlardan indirildi ve bundan dolayı çok mihnet ve meşakkatle karşılaştı. İnşallah bu dönemde İslami hareketler Mevlana’nın ifade ettiği olgunluğa ererler. Mevlana "hamdım, yandım piştim elhamdülillah" diye hayatını özetlemektedir.  İslami hareketlerin de pişme dönemine ihtiyacı vardı.  Zira ham meyve insanın karnını ağrıtır. Hazımsızlık yapar. 1990’lı yıllarda hamdık ve bugün ise heyecansız görünüyoruz. 

Aslında, olgunluk insanın heyecanını alır. 1990’lı yıllardaki sloganlar dünyasından veya mağarasından çıktık. 1990’lı yıllarda bazı sanatçılar bir ezgi ile dünyayı değiştireceklerini tasavvur ediyorlardı.  Bu, İslami kesimlerin fantezi çağının refleksiydi. Esasında romantik dönemi 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşamış ve aşmıştık. 1990’lı yıllar ise fantazi yıllarımız oldu. 2010’lu yıllar ise İslami kesimlerin olgunluk devresine işaret ediyor. Bu anlamda, Olivier Roy gibiler önce siyasal İslam’ın iflasını ilan ettiler ve ardından da art arda patlayan Arap devrimlerini post-İslamcı devrimler olarak nitelendirdiler. 

İslami sloganların seyrekleşmesi nedeniyle de teorisyen Olivier Roy’den sonra pratik dilin tercümanı veya aktif gazeteci olan Rabert Fısk de Tahrir ruhunu aynı şekilde okuyor ve İslami tonun zayıflığına işaret ediyor. Ya da tekbirlerin umumi anlamda kullanıldığını yazıyor. Aslında görmek istemedikleri bir husus var. Burada din var ama ideoloji yok. Ortak zemin halk. Halkın da ortak zemini İslam’dan başka bir şey değil. Lakin Kıpti Kilisesine rağmen devrime Kıptilerin de iştirak ettiğini ve destek verdiğini de unutmamak lazım. Burada İslamcılığın bitişini ilandan ziyade İslami kesimlerin üzerlerinden hamlığı attıklarını ve olgunlaştıklarını söyleyebiliriz. Kendi hatalarının ateşinde yaşayarak piştiler ve olgunlaştılar. Elbette kısmen istikamet sapması da var ama bu da zamanla telafi edilebilecek bir kusur veya husustur. 2011’den itibaren İslam dünyası 21’inci yüzyıla giriyor ve bu yüzyılın temel karakterlerinden birisi otokontrol ve muhasebe çağı olmasıdır.

*

Bugün İslami kesimler akıntıya yuvarlanmak istemiyorlar. Önlerini görerek hareket etmek istiyorlar. Çocukluk döneminden kurtuldukları için eskisi kadar iddia sahibi değiller. Bundan dolayı önlerine gerçekçi hedefler koyuyorlar. Lakin birden gelen ve Allah tarafından bahşedilen bu büyük fırsat karşısında bazıları iştaha geldi ve hiç gayret sarf etmedikleri halde hasılatın tamamına konmak istiyor. Acaba İslamcılık iddialarına rağmen bu yaklaşımları İslami mi? 
Bu tutum ve yaklaşımlar bazı eski hastalıkların kalıntılarından başka bir şey değil. Burada yandaşlık ruhunun veya asabiyetin izlerini görüyorsunuz.  Halbuki, Arap Devriminde halk İslamcıların önünde hareket etmiştir. İslamcılar hareketin dinamosu veya çekicisi değil ortağı olmuşlardır. Böylesi daha sağlıklı olmakla birlikte yine dünün tatminsizleri ortaya çıkarak hasılatın tamamını istiyor. Şükür yerine İslamcıların kazancını soruyor.  Olivier Roy gibilerin tahriklerine kapılmamak gerektiği gibi yandaşların iğvasına da kapılmamak gerekiyor. 

Modern ve teknolojik imkanlar getirdiği kolaylıklar nispetinde bizden şükür beklediği gibi yine bir peygamber duasında olduğu gibi hiçbir havlimiz ve kuvvetimiz ve istidadımız olmadığı halde bu zaferi bahşeden Allah’a şükür borçluyuz. Yine bunu yapan kitlelere de teşekkür borçluyuz. İslami kesimler hala organize oldukları için seçimlerde katma değer meydana getirebilirler ve zaferlerinin gölgesi kendisinden uzun olabilir. Lakin yine de kendilerini frenliyorlar. Mukayyet oluyorlar.  Bu anlamda, Tunus’daki, Nahda hareketi seçimlerde yüzde 15 ile 20 arasında bir oy potansiyelini hedefliyor. Mısır’da da İhvan tulum çıkarmak yerine en fazla yüzde 35 ile yetinmek istiyor.  Bu bile hazmı zor bir sonuç olabilir.

Tunuslu düşünür ve Nahda hareketinin kurucularından Abdulfettah Moro da İslami hareketin üçte birden fazla oy almasının hikmete uygun düşmeyeceğini ifade ediyor. Hatta 20 yıl önce sarf ettiği şaşırtıcı bir tespitini aktarıyor: Tunus’un çıkarı ve maslahatı İslamcıların iktidara gelmesindedir. Lakin İslami hareketin maslahatı ise mümkün mertebe tek başına iktidara gelmekten kaçınmaktadır. Ortak olmak daha sağlıklı görünüyor.

Moro, siyasete girecek dindarların sadece dindarlıkla değil aynı zamanda namus, akıllılık ve yolsuzluklardan uzak olmakla da muttasıf olmaları gerektiğinin altını çiziyor. Ve İktidardan ziyade eğitime ve şuurlandırmaya yönelmeyi tavsiye ediyor. Olgunlaşmak hikmeti de beraberinde getiriyor. Moro,  kendisinden de bahsediyor.  20 yıl önce hataya parmak bastığı ve o hatadan dolayı Nahda’nın ileri gelenlerinin de pişmanlık getirdikleri halde yine de vaktinde yanlışa teşhis koyması nedeniyle eski cemaatinin kendisini affedemediğini ve bu yüzden ana cemaate dönüşünün önünü kesmeye çalıştıklarını söylemektedir.

Babu’s Süveyka olayı olarak anılan olay bizzat cemaatin silahlı kanadı tarafından icra edilmiş. Moro, cemaatin kurucularından olmasına rağmen olaydan ve silahlı kanattan haberdar olmadığını ve edilmediğini ve olayı öğrendiğinde derhal kınadığını ifade ediyor. İşte bu olay cemaatle arasının açılmasına neden oluyor. Cemaat mensupları o günden itibaren Moro’ya karşı tavır alıyorlar. Sonrasında pişmanlık getirmelerine rağmen yine de olayın izleri silinememiş ve 20 yıl önce doğru olanı yaptığı için kendisine yönelik aforoz yaklaşımı devam ediyor.

İslami kesimlerde istikamet sapmasının temel nedenleri arasında şiddete bulaşma vardır. Sözgelimi, Müslüman Kardeşler’in yasaklanmasına giden yolda en önemli olay El Cihaz es Sırri denilen silahlı kanadın varlığı ve Nakraşi cinayetini işlemiş olmasıdır. Bu da zincirleme bir reaksiyonla Hasan el Benna’nın şehadetini getirmiştir. 30 yıl sonra hapisten çıkan Abud Zümer’in ayağının tozuyla Mısır’da yaşanılan devrimin Sedat’ın katili Halit Şevki İstanbuli’nin de ruhunu şad ettiğini söylemesi gereksiz bir çıkış olarak nitelendirilmiş ve İslami kesimler bile açıklamayı siyaseten müstehcen bulmuşlardır.

Hama olaylarında İslami kesimlerinde yine benzeri yanlışları olmuştur. Elbette bu yanlışlar topyekün şehrin haritadan silinmesine dayanak yapılamaz. Suçun şahsiliği esastır.

Abdülfettah Moro;  zamanın ilcaatlarını dikkate almamız ve referanslarımızı güncellememiz gerektiğin savunmaktadır. Bu manada gerçekten de Bediüzzaman’a benzeyen sözler sarf etmektedir (http://www.alhiwar.net/ShowNews.php?Tnd=15901). Bir hukukçu olan Abdulfettah, eşiyle açık olarak evlendiğini ve eşinin hapishaneye girdikten sonra durumundan müteessir olarak kapanmak istediğini hatırlıyor ve olayı şöyle anlatıyor: ”Bundan memnun olmakla birlikte yine de kararını verirken annemi ve kayınvalidemi çağırttım ve onlarla da paylaşarak bu kararını vermesi gerektiğini kendisine ihtar ettim. Başörtüsü doğrudan dindarlık değildir ama dindarlık göstergesidir. Dolayısıyla bu şuurla örtünmenin yerinde olacağını düşünüyorum.”

Saddam’dan sonra Irak’ta olduğu gibi Tunus’da da bir furya var. Bu da bizde 1990’lı yıllarda yaşanan tabela holdingleri gibi, tabela partileri furyasıdır. Bu bağlamda, Moro bazılarının kapısını çaldıklarını ve ortak parti projeleri gündeme getirdiklerini bunları değerlendirme aşamasında olduğunu ve henüz kesin bir karar vermediğini söylüyor. Lakin son sıralarda uluslar arası tele vaizlerden olan Mısırlı Amr Halit de parti kurmak istediğini açıkladı.  Mısır için Türkiye ve Malezya modellerinin uygun modeller olduğunu söylemektedir. İnşaallah devrimler ve devrimciler ifrattan tefrite düşmezler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum