Onlar ki, dururken, otururken, yatarken Allah’a şöyle duâ ederler

Onlar ki, dururken, otururken, yatarken Allah’a şöyle duâ ederler

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Al-i İmran Sûresi 191-194. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

191-Onlar ki, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine (yatar) iken Allah’ı zikrederler ve gökler ile yerin yaratılışı hakkında (derin derin) düşünürler. (Ve şöyle duâ ederler:) “Rabbimiz! (Sen) bunları boş yere yaratmadın; sen (bundan) münezzehsin, artık bizi ateşin azâbından muhâfaza eyle!”(*)

192-Rabbimiz! Şüphesiz ki sen kimi ateşe koyarsan bu sebeble onu gerçekten rezîl edersin! Zâlimlerin ise hiç yardımcıları yoktur.”

193-Rabbimiz! Muhakkak ki biz, ‘Rabbinize îmân edin!’ diye îmâna çağıran bir da‘vetçiyi (peygamberi) işittik ve hemen îmân ettik. Rabbimiz! Artık bizim için günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi bizden ört ve canımızı ebrâr (içi dışı tertemiz olan iyi kulların) ile berâber al!”

194-Rabbimiz! Artık peygamberlerin vâsıtasıyla bize va‘d ettiklerini bize ver ve bizi kıyâmet günü rezîl etme! Şüphesiz ki sen, va‘d(in)den dönmezsin.”(**)

(*) “Başta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm umum peygamberler ve ehl-i hakīkat, her vakit duâlarında en ziyâde; اَجِرْناَ مِنَ النَّارِ [Bizi ateşten koru!] نَجِّناَ مِنَ النَّارِ [Bizi ateşten kurtar!] خَلِّصْناَ مِنَ النَّارِ [Bizi ateşten halâs eyle!] ve vahiy ve şuhûda (görmelerine) binâen, onlarca kat‘iyet kesb eden (kesinlik kazanan) ‘Cehennemden bizi hıfz et (koru)!’ demeleri gösteriyor ki, nev‘-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennemden kurtulmaktır ve kâinâtın pek çok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakīkati Cehennemdir ki, bir kısım o ehl-i şuhûd ve ehl-i keşif (Allah’ın velî kulları) ve ehl-i tahkīk onu müşâhede eder (görür) ve bir kısmı teraşşuhâtını (izlerini) ve gölgelerini görür, dehşetinden feryâd ederler. ‘Bizi ondan kurtar!’ derler.” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 224)

(**) “Mâdem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak (kudreti sonsuz olan Allah), haşrin ve Cennetin nümûnelerini binler tarzda îcâd ediyor. Hem mâdem bütün semâvî fermanları ile saâdet-i ebediyeyi va‘d edip, Cenneti müjde veriyor. Hem mâdem bütün icraâtı ve şuûnâtı (işleri) hak ve hakīkattir ve sıdk (doğruluk) ve ciddiyetledir. Hem mâdem âsârının (eserlerinin) şehâdetiyle, bütün kemâlât (mükemmellikler), onun nihâyetsiz kemâline (kusursuzluğuna) delâlet ve şehâdet eder. Ve hiçbir cihette naks (noksanlık) ve kusur onda yoktur. Hem mâdem hulf-ı va‘d (sözünden dönmek) ve hilâf ve kizb (yalan) ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette o Kadîr-i zü’l-Celâl, o Hakîm-i zü’l-Kemâl, o Rahîm-i zü’l-Cemâl va‘dini yerine getirecek; saâdet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi (asıl vatanı) olan Cennete sizleri ey ehl-i îman idhâl edecektir (girdirecektir).” (Asâ-yı Mûsâ, 10. Hüccet-i Îmâniye, 189-190)