Ölçü, ölçmek ve hesap-2

“Şeriat mizanları” ölçü ve ölçek değil mi? Memnuniyetsizlikler birer ölçek değil mi? Memnun edemeyenler mesul değil mi? Kabul veya reddetme  buna bağlı değil mi? Çocuğun babasına tepkisi ve davranışı, ölçülmeyi hak eden, dikkate değer bir ölçek değil mi?

“Taayyün” etmeyen, kabul dairesindeki sevap ve günahlardır. Beşeri hallerin görüneni, kılavuz istemeyecek kadar köyden haber verir. Onun için “Görünen köy kılavuz istemez.”

Görünen, görünür kılınan, okunabilen ve fark edilebilen haller, maddi araçlarla manevi kanaate yardımcı olabilir. Bunlar birer ölçü, kanaat, fikir, objektif kayıt ve ispat gerektirir. Onun için, “ölçemeyen yönetemez” gerçeği, her daim muhasebe ister.
Tarafsız bir denetime uğramayan, şeffaf olmayan, murakabe istemeyen sistemler, ölçmekten hazzetmezler.

Bırakın ölçelim. Boyumuzun ölçüsünü alalım ve görelim. Yoksa kimin kısa, kimin uzun olduğunu nasıl anlayacağız? Her konu kısa-uzun kadar açık olamayabilir üstelik. Onun için ölçmek şart. Yoksa adaleti ve hakkaniyeti bulamayız.

Her insan, tarafsız ve insaf ehli olup, kendisine itirazı olan hakperest insanlarla kendisini ölçtürmeli bence. Mesela bir anket, müzakere talebi veya istişare ihtiyacı, kendini sorgulama fazileti, birer ölçme vasıtasıdır.
Hakperest insan, ekseriyetin “Başında takken yok” ikazı karşısında, elini önce vicdanına, sonra başına atıp ikazdan memnun olduğunu gösterebilmeli.  Bir davranış, ölçülüp murakabe edildiği nispette doğruluğu kabul edilebilir. Yoksa hizmet edenin hesap vermek yerine hükümranlığı ve tahakkümü öne çıkar.

İki parça kumaşın hesabını Hazreti Ömer’e soran sahabe, ganimette herkese birer parça dağıtılmışken, ”Halifenin elbisesi nasıl iki parça olur?” ölçeğinden ve kıyasından hareketle hesap sorduğunu hepimiz biliyoruz.  Hazreti Ömer’in hesap verme hali ise bir adalet ve fazilet örneğidir.

Ölçüden kaçan, nefsiyle teşebbüsünü ve ayıbını örtme psikolojisine girer. Açık sistemden kaçmak, dört duvara kapanmak, kitleler beyninde teville iş götürmek, bir ölçü kaybıdır, bir ölçüsüzlüktür. Bütün askeri dönemler, ara darbeler, böylesi hakkı inciten nevzuhur gerekçelerin ispatsız halleridir. Bu haller, ölçünün kaçırıldığı, hesabın gizlendiği, tevilin ve tezyifin ishal mevsimlerine denk düşer. Hesap sorulmayan her ücretli ve yetkili, bir yanlışın cenderesinde kendini koruma ve kollama siyaseti ve tezgâhı ile baş başadır.
Onun için ölçülü bir şekilde  tarafsız ölçmek ve hesap sormak, ahlaki zeminin esasıdır. İslamiyet ise, bu adaletin  temelidir.

Ölçemeyeceğimiz konular, başkasının niyet ve kalbindeki kanaatlerdir. Buraya dokunamayız. Ama davranışını, ahlakını ve başarısını gördüğümüz nispette, yani zahire bakarak ve ilgiliysek faaliyetini ölçerek değerlendirebiliriz. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü Ziya Paşa’ya dedirten, kişinin hareketlerinden yansıyan görüntülerdir.

Bediüzzaman, insanın hareketini/davranışını, bir ölçü olarak alır. Sorumluluklar için temel bir kaide olarak bakar. “Müspet hareket” kavramı, müspet düşüncenin ve niyetin bir eseri değil midir? Sonuçlardan hareketle, süreçleri sorgulayabiliriz. Hesabımızı, hareketimizi ve sorumluluğumuzu gözden geçirebiliriz.  
Yoksa kayıtsız lafın, ispatsız iddianın, beceriksiz çalışanın, üretmeyen insanın önünü nasıl alacağız?

Ölçü ve ölçek, bunları “akleden vicdan” ile tartacak zemin, tartılacak sorumlu ve sonucu değerlendirecek toplum ister. Bu anlamda “Vicdanı umumi” bir delildir.
Aksi halde, ölçmeden, ölçülmeden sadece “arzularına fikir suretini giydiren” birer “zalim ve cahil” nefis olabiliriz.
Onun için Risalenin tamamı ölçüdür. Her ölçü, ölçecek bir alan, ölçülecek bir faaliyetle “muhasebe ve murakabenin gözü” olabilir.

Öyleyse, ister dünyevi, ister uhrevi olsun amellerimizi, eylemlerimizi bir kritere/mihenge vurmalıyız. Öncelikle her faaliyetin, işin kavramları, prensipleri, kapsamı belli olmalı. Başarı veya başarısızlık ölçü olabilecek performans kriterleri de belli olmalı. Sonra da adalet terazisi, insaf ehlince ölçülmelidir. Sonucu, bütün taraflar bilmelidir.

Ehliyetsizlik ve kifayetsizlik, sebepler tahtında muvaffakiyetsizliğe, beceriksizliğe, gerilemeye ve inkıraza götürüyorsa, bunu tespit edecek kurallar ve murakabe edecek kaideler mutlaka olmalı. Yoksa ahengin adı bile olmaz.

İhtisas ve performans kriterlerinin belli olmadığı bir yerde, cehalet hükmetmeye talip olur, inkıraz baş gösterir, itimat kaybolur ve “ört ki ölem” psikoloji ile vicdanlardan hakkı ve bilgiyi kaçıran azmanlar kol gezer.
Uzman olmak, ya da azman olmak!
Cehaletin ölçtürmediği her şey uzmanı bile azman yapar.

Konumuzu, bir sonraki yazıyla bitirelim inşallah.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.