‘O olsa ne yapardı?’

Modern zamanlar, modern insanın doğarken kendini içinde bulduğu ‘modern sorunlarla’ ilişkisinin de tarihidir bir bakıma. Bu sorunlar ise tek kelimeyle zor sorunlardır. Ve bu sorunlarla çevrili modern yaşantı da pek çok yönden zorlu, yoğun ve yıpratıcı bir yaşantıdır. Üstelik zamanın ahirinde ömürler hızlı, zaman bereketsiz, adalet ve vicdan ağır hasarlıdır. Hele inancı hayatın dışına itme azminin sahibi malum üst akıl ise, devrin ruhuna uygun şekilde çok çabuk taktik, maske ve strateji değiştirebilen bir yapıdadır.

Dine yönelik harekât planlarını geçmiş devirlerden bu yana fikr-i milliyet, felsefe, saltanat, taassup, tarafgirlik, ideoloji, maddiyat vs. diye uzayan bir listeden türettiği asırlık projelerle şekillendiren ehl-i küfür ve ifsad, artık bu faaliyetlerine çok daha yeni, hızlı ve kitlesel etkiye sahip stratejilerle devam etmektedir çoğunlukla. Ve bu suretle de, dine yönelik ustalıklı saldırılarla tahrip edilen modern zihinler nicedir anlamsızlık kuyularına atılmakta ve de bu kuyulardan kurtuluş yolu olaraksa en çok da insan olma ahlakını boşlayıp “hazzı için yaşamak”, “özgürce eğlenmek”, “hayatı çok da ciddiye almamak” gibi telkinlere maruz kalmaktadırlar.

Nihilizm ve hedonizm destekli işte bu sinsi, merhametsiz ve üstüne üstlük etkisi itibariyle de geçmişteki küfür taktiklerinden daha ‘başarılı’ olan anlayışlar, bugün hemen her coğrafya ve kültürde geleneğe düşman, ahlakî mirası boşlayan ve özellikle de inancı düşman gören “ileri taarruz kuvvetleri” hüviyetindedirler.

Manevî temelleri derinden sarsılan insanlığın, ahlakî kaideleriyle birlikte aile ve haliyle de toplum ayakları iyiden iyiye sarsılır durumdadır.

Kısacası, hadisat “ahir zamanın” hemen her belirtisiyle yaşandığını haber vermektedir.

Ne var ki, tüm bu acı realiteye rağmen insanlığın yüz akı faaliyetler olarak o tahrip girdabına karşı inancı ve ahlakı savunan ve de kadim insanlık değerlerini ihyaya çalışan “can yelekleri”, karanlık bir fırtınaya tutulmuş insanlığa selametli sahilleri işaret eden “deniz fenerleri” de mevcuttur.

Onlardan biri ise, asra yaklaşan tarihiyle nice insana manevî bir sığınak olmuş Risale-i Nur’dur ve müellifinin tabiriyle, “meydandadır”.  

Öyle ki, Risale-i Nur’un ve onun muhterem müellifinin modern insanın bu ağır ve zor yaşantısı için taşıdığı anlamın büyüklüğü, iç ve dış âlemlerindeki nice sendelemeden bu isimlerin vesileliğiyle kurtulmuş sayısız müminin adeta adları gibi emin oldukları mevzulardan biridir.

Fakat bu meyanda, aynı müminler için ortak bir yürek yarası hüviyeti de taşıyan ve doğruluğundan şüphe duymadıkları bir konu ise, bu modern devrin kesafetini dağıtabilecek bir derinliğe sahip olduğundan emin oldukları aynı eserlerin insanlığa yeterince mal edilememiş olması gerçeğidir.

İşte, Risale-i Nur’a dair bu gerçeklik onunla derman bulmuş müminler için üzerine hemfikir olunan belki de en yaygın ve ortak yürek yarası iken, sebepler katında bu yarayı netice vermesi hiç de sürpriz olmayan kimi sevimsiz gerçekler de var!

İlgisizlik, ilmî kibir, çekememe, hased, önyargı, şahıslara takılma, siyasetin ve rejimin ‘takozları’ vs. gibi dışarıya yönelik iğnelerden de önce, bizi bekleyen, bizi hep bekleyen çuvaldızlar da var!

Sözgelimi, Risale-i Nur’un mahiyetine ve önemine yönelik samimi bir farkındalığın ve insanlığın ondan yeterince istifade edememesi gibi ortak bir yürek yarasının sahibi olmalarına rağmen kimi Nur talebeleri, bu farkındalığın ve yaranın şekillendirdiği davranışlar yerine (hatta bazen de bu davranışlar adına) emeklerini başka gayretlere harcayabilmekteler. Bugün geline noktada özellikle de 'cemaat raconu’, öz/hakiki/en öz talebelik-vâris-gerçek takipçi-asıl temsilci vs. olma iddiası, hatırat, gruplar arası ve/veya grup içi olayların tarihçesi vs. gibi başlıkları konu edinmek (hem de dava derecesinde konu edinmek), kendisine Risalelerdeki derinliğe yoğunlaşmaktan çok daha geniş kapasitede zaman ve kitle bulmuş durumda. Tabi bu yer buluşa "grup içi takdiri neredeyse ilme, talime, tedrise, uhuvvete öncelemek" denilen yaygın ve kahreden illeti de bilhassa eklemek gerekiyor ne yazık ki.

Halbuki Bediüzzaman'ın temel İslamî kaynaklarla ve de selef alimleriyle olan ilmî ve fikrî bağlarının henüz yeterince ortaya konulmamış veya tanıtılamamış olması, onu o bağlardan ayrıymış gibi gösteren saldırı ve iftiralara karşı takipçilerinin en temel ihmalkarlıklarından biri durumundadır maalesef. Veya bu meyanda, Bediüzzaman'ın eserlerinde izlediği "meseleleri ele alış yöntemlerinin" ya da daha yerinde bir ifadeyle, sergilediği talim ve tefekkür tarzının usul noktasında nihai bir hedefi değil de bir örnekliği oluşturduğu (Onun hayatı boyunca giriştiği ilim ve ihya çabalarının bir anlamda ana üssü kıldığı tefekkür zenginliğiyle) hayli meydandayken, ana gövde Nurculuğun bugün Bediüzzaman'ın düşüncesi konusunda nakilcilikten öteye pek geçememiş olması, üzerine yoğunlaşılması gereken temel sorunlarımızdan birisidir.

Tabi onun dinsizlik ve materyalizm dalgaları karşısında Hristiyanların ruhbanlarıyla bile dayanışma tavsiyesinden hareketle günümüz tehlikelerine karşı da benzeri karşı duruşlar geliştirebilmedeki çapsızlığımız dahi, sanırım aynı sebeplerdendir. Zira elde ettiği muazzam lobi ve propaganda gücüyle bugün imana saldırının farklı bir kolunu yürüten ve adeta küresel bir illet halini almış olan yeni/modern ahlaksızlık dayatmaları karşısında hakkın ve fıtratın hukukunu müdafaadaki kahreden yetersizliğimizde, “Bediüzzaman modellemesinden” öylesi bir dayanışma stratejisi ve aktif akıl çıkaramamış olmamızın payı büyüktür. Daha da açık bir ifadeyle, Batı patentli diyebileceğimiz devrin türlü ahlaksızlık dayatmalarına ve propagandalarına karşı yine Batının aileye ve evrensel ahlaki kaidelere taraftar vicdanlı aydınları ile ortak bir söylem ve ittifak oluşturma yollarına baş vuramamamız, öylesi güçlü bir örneklikten günümüz sorunlarına yönelik mücadele şekilleri ve reçeteleri devşirememenin belki de en basit ve en bariz örneklerinden birisidir.

Ve işte böylesi bir hâl ise, Bediüzzaman’ı tanıma bahtiyarlığına ermiş fakat ‘cemaat/grup raconu ve asıl takipçi/temsilci’ tartışmalarına dikkat kesilmekten Bediüzzaman modeline yeterince yaklaşamamış müminler için hayli hazin bir hâldir...

Son söz, en az onun maddi-manevi tehlikeler karşısında söylediklerini bilmek ve tekrarlamak kadar, “bugün karşılaştığımız tehlikeler karşısında o olsa ne yapardı?" sorusuna sıhhatli cevaplar bulabilmek de onu anladığımızın bir işareti değil midir acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum