Nietzsche, Darwin, Bediüzzaman ve Sadeleştirme

Nieztzsche, Die Götzen-Dämmerung (Putların Batışı) kitabında, tam bir Darwinizm karşıtı olduğunu güçlü delillerle haykırıyor

Asıl şaşırtıcı olan, Nietzsche'nin bazı konulardaki görüşleriyle Bediüzzaman'ın yorumları arasındaki paralellik! Bu çok ilginç geldi bana!

Bakın Nietzsche, kitabının Anti-Darwin bölümünde ne diyor: “Was den berühmten “Kampf um’s Leben” betrifft, so scheint er mir einstweilen mehr behauptet als bewiesen. "

(Şu ünlü "hayat mücadeledir" ifadesi söz konusu olduğunda, bu ifade bana delilden çok basit bir iddia gibi geliyor.)

Yani bir Anti-Darwinist olan Nietzsche Bediüzzaman gibi, kainatta "düstur-u cidal"in hakim olduğuna inanmıyor. Peki neye inanıyor?

"Die Schwachen werden immer wieder über die Starken Herr" (Zayıflar her zaman tekrar tekrar güçlü efendilerden üstün oluyor. Ya da zayıflar her zaman güçlülerin üzerinde efendi oluyor...) İlginç değil mi?

Bediüzzaman da, rızkın gelişinin kuvvet ile ma'kusen mütenasib (zıt) olduğunu anlatmaya çalışırken, asıl kuvvetin zaafta olduğunu söyler.

“Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır... Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır.”(Sözler)

"Helâl rızık, iktidar ve ihtiyar ile mütenâsiben değildir, belki, tevekkül veren zaaf ve acze nisbeten geliyor" (7. Şua)

Nietzsche Darwinizm'in "hayat kavgadır" düsturunu "zayıfların kuvveti" deliliyle yerle bir etmiş. Muhtemelen Ankebut suresi 60. âyeti okumuştu.

Zaten Bediüzzaman da, zaafın ve aczin gerçekte kuvvet ve kudret olduğunu Ankebut Suresi 60. âyeti tefsir ederken söylüyor!

"Nice hayvanlar var ki, rızıklarını sağlamaya güçleri yetmez. Onların ve sizin rızkınızı Allah sağlar. O her şeyi işitir, her şeyi bilir."

Kur'an-ı Kerim 1400 yıl öncesinden mûcizevi bir şekilde Nietzsche, Bediüzzaman gibi dehalara yol gösteriyor

Elbette Bediüzzaman, kâinattaki her fiili Allah'a bağlarken, Nietzschenin Nihilizm'i her şeyi yokluğa atıyor. Bediüzzaman’ın Tabiat Risalesindeki meşhur sofestaileri gibi...

Ama doğru tesbitlere de elbette doğru demek lazım. Şimdi müthiş bir tesbit daha okuyalım: "Darwin hat den Geist vergessen , die Schwachen haben mehr Geist."

Bakın İslam medeniyeti hayranı olan Nietzsche'nin tasavvuf ve diğer İslami akımlardan etkilendiğinin bir kanıtı da bu önermesiydi!

Ne diyor Nietzsche: "Darwin ruhu unuttu. Zayıfların daha çok ruhu vardır (ruhları daha güçlüdür.)"

Bediüzzaman'ın 29. Söz'deki şu ifadelerini bir daha okuyalım bakalım şimdi: Ruh, ceset hesabına zayıflaşır. Ceset, ruh hesabına inceleşir.

Evet, hakikat ne kadar zayıfsa da, ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyrüsefer eder.

Ziyade ve noksan noktasında, hakikat ile suret mâkûsen mütenasiptirler. Yani suret kalınlaştıkça hakikat inceleşir.

İşin ehline gün gibi sırıtan cahilliklerini "Bediüzzaman anlaşılmaz" diyerek ortaya koyanları, Nietzsche ilkokulunda okumaya davet ediyorum!

Nietzsche ya da bir başka feylesof anlaşılmaz olduğunda dahi onları yerlere göklere sığdıramayanlar, Anadoludaki bu dehanın farkında değil!

Bir de anlaşılıyor ki, Tabiatçılığın batıllığını ortaya koymak için Bediüzzaman'ı dinlemek yeterli. Nietzshce 2-3 delili bulmuş, O'nda binlerce delil var. O ise bu delilleri Kur’an’dan bulmuş sadece.

Bediüzzaman'ın bulduğu delillerdeki güç elbette Allah vergisi dehasından da kaynaklanır ama onlar kesinlikle Kur'an'ın hikmetlerindendir.

Bu nedenle Bediüzzaman’ın Kur’an tefsirlerini, filozofların kâriha-yı fikirleriyle her tarttığımızda elbette o sözler ağır gelecek. Çünkü onlar Kur’an-ı Kerim’in âyetlerine ve hadisin hikmetlerine dayanıyorlar tamamen. 

Bediüzzaman’ı sadece Abduh çizgisine hapsetmek ya da onu Mehmet Âkif Ersoy’un dengi görmek veyahut da onu, onun tedrisatından doğmuş bugünün kimi dini liderleriyle kıyas etmek, işte bu yüzden imkansız ve edeb dışıdır.

Çünkü şu asrın sorunları söz konusu olduğunda söylenebilecek en ileri noktadaki sözü, zaten Bediüzzaman Kur’an’dan yaptığı çıkarımlarla söylemiştir.

Mesela Mesnevi-yi Nûriye’nin her bir i’lemi, bir kaç ciltlik kitabı doğuracak derinliktedir. Risale-i Nurları okuyup da eser yazanlar, eserlerinin üstüne kendi adlarını koysalar da, o tefsirleri şerhediyorlar sadece.

Şunu açıkça söyleyelim. Friedrich Nietzsche’nin, son zamanlarında İslam imanına kavuşup kavuşmadığını bilmiyoruz ama üslup olarak Kur’an’dan etkilendiği oldukça açıktır.

Mesela Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı kitabının dili, Kur’an-ı Kerim’in mucizevi üslubuna özentinin sönük bir tezahürüdür.

Bir Yahudi alim olan Hanina Ben Menahem, Nietzsche’nin bazı kitaplarında Kur’an üslubunu taklide çalıştığını pek çok delille ispat etmiştir.(http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1622432)

Bediüzzaman’ın hayatının meyvesi olan Risale-i Nurların üslubunun milyonları cezbetmesinin nedenlerinden en birincisi de, müellifinin Kur’andan başka bir eserden istifade etmeyişidir.

Bediüzzaman ister tefekkür düzeyinde, isterse de tezekkür düzeyinde devamlı Kur’an-ı Kerim ayetleri ve manalarıyla dolmuştur. İşte bu nedenledir ki Risale-i Nur üslubundaki çekicilik ve etkileyicilik Kur’anın mûcizevi ayetlerinin tesiriyle oluşmuştur.

İşte Cemil Meriç bu sebepledir ki Risale-i Nur’un üslubuyla ilgili şunları söyler:

“Her eser kendi dili ile doğar. Risâle-i Nur’un dili, Kur’anî ve İslâmî bir lisandır. Risâle-i Nurları anlamaya çalışmak, ancak bize nasip olabilecek en büyük mükafattır.”

Nietzsche Risale-i Nurlara göre çok sönük bir Kur’ani üslubu, kimi zaman inançla çelişen kendi beşeri fikirlerini ispat için kullanmışken, Bediüzzaman çoğu edebi esere nasip olmamış yüksek bir üslubu, Kurân’ın hakikatlerine ayna olmak gayesiyle kullanmıştır. 

Bu arada şunu da söyleyelim ki Almanlar Nietzche’nin pek çok yeni kelime ve terimle dolu eserini bugün dahi anlamaktadırlar.

Yani kelime hazinesi bakımından oldukça zengin olan bu eserler, sadeleştirilmeden de okumaya açık bir Alman genci tarafından anlaşılabilmektedir.

Almanlar, Nietzsche’nin kız kardeşi Elizabeth Förster’e Nietzschenin eserlerini yorumlayarak, değiştirmeler yaptığı, kimi yerlerini sadeleştirerek tahrif ettiği için oldukça kızgınlar.

Walter Kaufmann gibi araştırmacı yazarlar bizzat Nietzsche’nin el yazmalarına ulaşarak bu eserleri tekrar, doğru şekliyle insanlığa ulaştırmaya çalışmışlardır. Günümüzde ise Manzino Montinari gibi Nietzsche araştırmacıları tahrifatın izlerini silmek için gayret ediyorlar.

Buradan şu sonucu çıkarıyoruz ki, bir eserin orjinalliğinin bozulması önce o eserin tahrif sürecini, ardından da o tahrif edilmiş eserden bozuk fikirlerin doğması sürecini tetikliyor.

Almanlar bu noktada Nietzsche’nin kız kardeşine bile müsamaha göstermemişler. Doğrudan Nietzsche’nin el yazmalarına yönelme ihtiyacı hissetmişler bu manada.

Çok şükür ki Risale-i Nurlar için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü Risale-i Nur’un orijinal Osmanlıca Harfli yazma nüshaları, bugün bile elden ele, yüz binlerce insan tarafından yazılmakta, çoğaltılmaktadır.

Bu faaliyet pasif bir direniş gibi gözükse de, aslında Risale-i Nur eserlerinin orijinalliğini muhafaza etmenin tapusudur ve Bediüzzaman tarafından da lüzumlu görülen bir faaliyettir.

Bu faaliyetler okurda, eserlerin orijinal kaynağıyla muhatap olmanın emniyetini, o eserlerin oluşma sürecindeki fedakarane hizmetlere dahil olma ve o ulvi deneyimleri şu anda tekrar içselleştirme tecrübesini oluşturur.

Yani gerçekleştirilen bu faaliyetle, eseri orijinalinden okuyan ya da yazan talebe, doğrudan doğruya bu eserlerin yazıldığı o ilk günlere eklemlenir, böylece o dönemin sadık talebeleriyle aynîleşir ve o günlerin tecrübelerini bu günde, şu anda yeniden inşa eder.

Bu faaliyet, o eserleri orijinalinden okumayan-yazmayanlar için de bir emniyet vesilesidir.

Çünkü ilk günkü hizmet halkasının bugünün yeni hizmet halkalarıyla birleşmesi, Risale-i Nurların “orijinalliğinin” korunmaya devam etmesi anlamına gelir öncelikle. Bu da her iman hizmeti sevdalısı için istenilendir. 

Risale-i Nur’un “sadeleştirilmesi” meselesi ise azim bir tahriftir. Ve bu tahrifi Bediüzzaman’ın en yakınındaki isimlerin dahi yapma yetkisi asla olamaz.

Kaldı ki, bütün ileri milletler kelime hazinesi zengin olan edebi eserlerini, klasikler sınıfına dahil ederek, gündelik konuşma ve yazma dillerini güçlü bir şekilde beslerler. 

Söz varlığı zengin olan eserlerin konuşma diline tesirleri nisbeten daha azdır ama yazım dilinde ve tefekkür aleminde yeni bir medeniyet dili üretirler.  

Risale-i Nurlar da, pek çok edebiyatçımızın, şairimizin, düşünürümüzün dilini etkilemiş, kelime hazinesini zenginleştirmiş, böylelikle anlam meyveleriyle zenginleşmiş yeni yeni düşünce adacıkları teşekkül etmiştir.

Bu manaya uygun olarak, tahrifi önlemenin ve tahriften emin olmanın en güvenilir yolunun orijinal nüshalara da yönelmek olduğunu bir kez daha hatırlayalım.

Almanların, Nietzsche’nin eserlerine gösterdiği sadakatin bin katını -Kur’an hakikatleriyle imanın lezzetini tatmışlar olarak- Risaleler için göstermeliyiz.

Bu sayede o eserlerin merbut ve ayna olduğu Kur’an-ı Kerim güneşiyle irtibatımız daha kavi ve sarsılmaz olacaktır, inşaallah.  (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum