Neden Allah’a Tanrı diye hitab edilmez?

Muhtasâr yazılmıştır.

Allah’a tanrı diye hitâb edilebilir mi, edilemez mi hakkında müstakil bir çalışma yapma sözümüz vardı, inşâallah bunu yerine getirmiş oluyoruz.

Evvelen, tanrı kelimesinin kısa bir tahlîlini yapacağız.. Sonrasında, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) bu husûsta bir murâdı, bir beyânı, bir ikâzı var mı? Ona bakacağız..

Allah’a, tanrı denir mi? ile başlarsak, öncelikle tanrı kelimesinin kökenine, târihine gidelim ve Allah (c.c) yerine istimâl edilmeye çalışılan bu kelimeyi tanımaya çalışalım..

Bunun için etimolojik sözlüklere bakacağız. Yâni bir dildeki kelimenin kaynağını, nereden geldiğini, kökenini inceleyen eserlere, lugatlara.. Buna eski tâbirle ilm-i iştikâk denir.

  • Tanrı : ‘Allah’ = [tengri/tenri] ‘Tanrı; gök, sema’; Türkiye Türkçesi : Tanrı, Tanrıcılık, Tanrıça, Tanrılaş, Tanrılaşma… (Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Etimolojik Sözlük, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Bilge Yayınları, 2018)
  • Tanrı : [tenri] Gök, Gökyüzü, Gök Tanrı; MÖ 4. yy.’a ait Çince bir metinde zikredilmiş olup, kayda geçen en eski Türkçe sözcüktür. (Çağdaş Türkçenin Etimolojisi, Nişanyan Sözlük, Sevan Nişanyan, Liber Yayınları, Eylül 2018)
  • Tanrı : Gök tanrı, Gök; Orkun yazıtlarında tengri biçiminde geçer.. lat. deus, alm. gott, fr. dieu, isp. dios, itl. dio, ing. god, ar. Allah, fars. yezdan, hudâ, tr. tanrı, ogan, bayat.. (Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İsmet Zeki Eyuboğlu, Yay Yayınları, 2017)

BİRİNCİSİ: Öncelikle, Tanrı kelimesinin Tengri kelimesinden geldiğini anlıyoruz ve mânâsı için de; Gök ve Gök Tanrı denilmiş. Buradan ne anlarız? Gökteki tanrı yâhut göğün tanrısı yâhut göğe bir tanrılık isnâdı.. Günümüzde gök tanrı, göğün tanrısı mânâlarını nazara veren bir çok kaynak var. Bir de bâzı akademik çalışmalarda ‘gök’ kelimesine ‘ulu, yüce’ gibi mânâlar verilmiş. Elimizdeki hiçbir etimolojik Sözlükte yâhut sâir sözlüklerde ‘gök’ kelimesi için bu mânâlar zikredilmemiş, kaydedilmemiştir. Herhalde göğün büyüklüğünden ve yukarıda olmasından yola çıkarak ‘ulu, yüce’ mânâsı verilip, ulu tanrı, yüce tanrı anlamına geldiği söylenmiş fakat, bunlar sâdece birer yorumdur, bunu net olarak anlayabilmek mümkün olmadığı gibi, etimolojik veya diğer sözlüklerde de böyle bir mânâsı bulunmadığını beyân edelim.

Gelelim, Gök Tanrı mes’elesine..

Mâdem tanrı ile Allah’ın aynı olduğu iddiâ ediliyor o halde, Allah ve tanrı kelimelerini birbiriyle değiştirelim. Bu durumda, ‘gök tanrı’ yerine ‘gök Allah’ yâhut ‘göğün tanrısı’ yerine ‘göğün Allah’ı’ diyebilmemiz gerekiyor!  Peki soruyorum, bu şekilde duâ edebilir misiniz? Meselâ, “Gök Allah’ım, bizi bağışla…

- Olmadı değil mi?!

- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat ve şuurlu bir Müslüman,  Allah’a (c.c.) yer ve mekân izâfe etmez.

Böylece, tengri diyerek izâfe edilen ile, Allah’ın (c.c.) Zâtının aynı mâhiyette ve keyfiyyette olmadığını buradan da anlayabiliyoruz.

İKİNCİSİ:   İslâmdan önceki eski Türklerin tanrı anlayışı ile İslâm’daki Allah anlayışı aynıdır deniliyor.

Bakınız, anlayış kurtarmıyor, neyi kabûl ve tasdîk ettiğiniz önemli. İslâmdan önceki Türklerin ‘tengri’ diye hitâb ettikleri gök tanrının mâhiyeti ve keyfiyyeti meçhûl  olup, kendi tasavvurları dâhilinde bir Gök Tanrı inançları vardır ve onların bu telakkîlerinin, kabûllerinin hakîkatini bilmiyoruz, bunu biz yorumluyor ve bu mânâyı giydiriyoruz.

Bir adam farzedelim! ‘Ben kâinatın bir yaratıcısı olduğuna inanıyorum fakat Yahudîlerin, Hristiyanların yâhut Müslümanların inandığı yaratıcıya değil de, kabûl ettiğim başka bir yaratıcıya inanıyorum’ dese, bu adam neye îmân etmiş olur!? Ve Allah’ın (c.c) Zâtını mı kabûl etmiş olur?

Eski Türklerin durumu budur. Halbuki, yeryüzünde Yahûdilikte, Hristiyanlıkta mevcûddu. Her ne kadar tahrîf edilmiş olsalar da, İslâmiyetten evvel o dinlerin de sâlihleri vardı ve daha sonra 610’dan itibâren de İslâmiyet dönemi başlamıştı. Türkler, 751’de İslâmiyet ile şerefleninceye kadar bu üç semâvî dîn yeryüzünde bulunmakta idi. Fakat onlar, (dikkat ediniz) bu semâvi dinlerin silsilesine tâbî yâhut irtibâtlı değildiler. Bu nedenle, eski Türklerin inandıkları Gök Tanrı’nın, Allah olduğunu iddiâ edemeyiz.

Semâvî dînler ile tek tanrılı hurâfe dînleri birbirinden nasıl ayırabiliriz?

Semâvî dinlerin, kendinden önceki Peygamber’leri (a.s) ve kitapları kabûl eden beyânlarını bulabilirsiniz ve rastlarsınız ancak tek tanrılı hurâfe dînlerde ise bu yoktur!

Hem, Allah’ın (c.c.) Kendisini, Hazret-i Âdem’den itibâren (a.s), ismiyle bildirdiğini ve tanıttırdığını biliyor musunuz?  Neden bundan bahsediyorum..?

Allah, ismiyle Tevrat’ta, İncil’de de geçiyor muydu ki..’ diyerek, ‘Kendisi bilinemeyebilir’ demeye getirip, buradan tek tanrılı inançları ve bilhassa gök tanrı inancını meşrûlaştırmaya çalışanlara Kur’ân’dan cevâb verelim. Öncelikle bu iki kitabın tahrîf edildiğini ‘özellikle’ hatırlattıktan sonra, cevâbını Kur’ân’dan okuyalım:

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَیْ اٰدَمَ بِالْحَقِّ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ

Mâide Sûresi, Yirmiyedinci âyette, meâlen: (Ey Muhammed!) Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabûl edilmiş, ötekinden kabûl edilmemişti. Kurbanı kabûl edilmeyen, "seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah, ancak takvâ sâhiplerinden kabûl eder" demişti.  Dikkat ediniz, kurbanı kabûl edilen kişinin Allah ismini zikrettiğini Kur’ân bize haber veriyor!

Bir misâl daha verelim:

اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Neml Sûresi, Otuzuncu âyette, meâlen : “Şüphesiz ki o, Süleyman’dandır ve o, Bismillahirrahmanirrahim ile başlayarak yazılmış” Bu âyette de bize, Hazret-i Süleyman’ın (a.s.) mektûbuna Allah’ın ismi ile başladığını ve Belkıs’ın dahi bunu okuduğunu ve işittiğini gösteriyor.

Hâsılı, Gök Tanrı inancını meşrûlaştırmak adına tekellüflü te’villere girmek ve bunu semavî dînlerin silsilesi ile irtibatlandırmaya çalışmak yâhut İslâm özü itibâriyle tevhîd dînidir, Gök Tanrı İnancı’da tevhîd dînidir diyerek her ikisini de aynı ilân etmeye kalkışmak ve Gök Tanrı inancına sâhip olanların umûm semâvî dinlerin sâhibi olan Allah’a inandığını iddiâ etmek bilimsel olarak da kabûl edilebilir değildir. Nitekim, bu husûsta çalışmalar yürütmüş mûteber ehl-i ihtisâsın içinde, Gök Tanrı İnancı ‘nın çok net ve bilinir olmadığını ve geleneksel Türk Dîni dönemlerinden itibâren karmaşık bir yapıda olduğunu ve bu nedenle de hakîki mahiyetini anlamanın mümkün olmadığını beyân edenler bulunmaktadır.

Ayrıca, tek tanrı inancı üzere olmak, istikâmette olduklarına bir delîl değil ki, sürekli bu öne sürülüyor. Nitekim, beşerin tarihçesinde başka tek tanrı inançları da olmuştur, bu yalnızca eski Türklere has değildir. Meselâ Sihizm… Sihler’de monoteist bir inanca (tek tanrı) sâhiptirler. Onlarda tanrı, Nam diye adlandırılır. Onlar da bu tek tanrılarının, doğurulmamış olduğuna aynı zamanda yok eden, öldüren olduğuna ve zamandan da münezzeh olduğuna inanıyorlar. Demek bir i’tikâdın, tek tanrılı yâni tevhîde dayalı olması, Allah’a dayalı olduğuna değil, mâhiyeti belirsiz bir doğa üstü güce inandıklarını gösteriyor. Hâsılı, elimizdeki kaynaklar ve yapılan çalışmalar da incelendiğinde, eski Türklerin ‘Gök Tanrı’ inanç sisteminin de mistik bir yapıda olduğu açıkla görülebiliyor.

ÜÇÜNCÜSÜ: Tengri/Tanrı kelimesi, tanrısal olan herşeyi kasteder. Yâni, cins isimdir. Bütün bâtıl ilâhlara isnâd edilir. Eski Mısır tanrıları, Eski Yunan mitolojisindeki tanrılar, gökyüzü tanrısı, bereket tanrısı, güneş tanrısı, yer tanrısı, savaş tanrısı ve Kurân’da zikredilen tanrılar (menat, uzza, lât vb.) gibi yüzlerce tanrılar var. Ve bunlara verilmiş bir de özel isimler var. Eski Yunan mitolojisindeki bereket tanrısının ismi, priapos/priapus; Güneş tanrısı, RA; Yer tarısı, Geb gibi..

Peki, buradan  neyi anlıyoruz?

Tanrı kelimesinin bütün bunların hepsini içine alan umûmi ve genel bir isim olduğunu yâni, bir cins isim olduğunu, özel isim olmadığını anlıyoruz! Tanrı kelimesi için TDK ‘ya bakınca ilk tanımında şunu görürüz: “Çok tanrıcılıkta var olduğuna inanılan insanüstü varlıklardan her biri, ilâh.

O halde şunu soruyoruz:

Özel isimler tercüme edilir mi?

Elbette ‘hayır’, dünyânın hiçbir yerinde tercüme edilmezler!

Meselâ sizlerin isimleri gibi.. Dünyânın neresine giderseniz gidin, size isminizle hitâb edilir, evraklara isminiz ne ise o yazılır, kat’iyyen isminizin o dildeki tercümesi ile size seslenilmez, hitâb edilmez ve isminizin tercümesi evraklarınıza ‘adınız’ olarak yazılmaz. Bunu herkes gâyet iyi bilir.

Aynı şekilde Allah’da, özel bir isimdir, tercüme edilemez! Tercüme edilebileceğini savunmak, şunu kabûl etmeyi gerektirir; diyelim isminiz ‘Yıldırım’, bu durumda ingiltere’ye veya ABD ‘ye gittiniz, isminiz o dile tercüme edilerek ‘lightning’ diye hitâb edilebilir ve evraklarınıza isminiz yerine tercümesi yazılabilir.. Almanya’ya gittiniz, almancası… Fransa’ya gittiniz, fransızcası… ve hakezâ…

Bu nasıl olamazsa, Allah ismi ve Allah’ın diğer İsimleri de tercüme edilmez ve edemeyiz. Ne Türkçe’ye, ne İngilizce’ye, ne de Almanca’ya ve hakezâ..

Tanrı kelimesi, bir cins isim olduğu için başka dillere tercüme edilmiştir. Meselâ, ingilizce’de ‘god’, almanca’da ‘gott’, fransızca’da ‘dieu’, ispanyolca’da ‘dios’, italyanca’da ‘dio’ gibi..

Bâzen deniyor, Arapça’da Allah kelimesinin Türkçe karşılığı tanrıdır. Böyle derseniz, Allah özel ismini tercüme etmiş olursunuz. Burada milletimizi ve kardeşlerimizi yanıltan yazılı ve görsel çok kaynaklar var. Allah yerine isim olarak tanrı’yı kullanıyor ve zihnimize, bilinçaltımıza tanrı kelimesini işleyip, yerleştiriyor..

İlâh kelimesi de öyledir, Kur’ân’da yaklaşık olarak yüzyirmi defa geçtiği halde, isim-sıfatı olarak kullanılmıştır.

Peki, tercüme edebilir miyiz?

İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe şöyle demiştir, “Allah’ın Zâtı hakkında hiç kimse kendi görüşüne göre fikir beyân edemez. O’nu, ancak kendini vasfettiği sıfatlarla nitelendirebilir.” Ve Ebû Yûsûf ‘un rivâyetine göre ise Ebû Hanîfe şöyle demiştir, “Hiçbir kimseye Allah’ı Zâtıyla ilgili bir şey söylemek uygun değildir. Kişi ancak O’nu, (Allah’ın) Kendini vasıflandırdığı  şeylerle vasıflandırabilir. O’nun hakkında kendi reyi ile bir şey söyleyemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah (şânına lâyık olmayan vasıflardan) yücedir.” (Beyazîzâde ve el-Usûlü’l-Münîfe)

Mâturîdîlerin çoğunluğuna göre de, Allah’ın isimleri vardır ve bu isimler tevkîfidir yâni ancak Allah’ın naslarda belirttiği isimler Allah’a izâfe edilebilir, nasslarda bulunmayan isimler Allah’a izâfe edilemez.

O halde Allah, Kendini mukaddes Kur’ân’da nasıl zikretmiş ise, aynı ile kullanacağız, değiştiremeyiz, tercüme edemeyiz. Tevkîfi demek, Cenâb-ı Hakk (c.c.) vahiy ile nasıl bildirmişse, Resûlullah (asm) nasıl zikretmişse aynıyla kalacak ve tercümesi, değiştirilmesi dînen câiz değil demektir. Bu kadar açık ve net söylenmiş.. Namazınızda Kur’ân okurken, tekbîr getirirken, Allah lafzını, ilâh lafzını tercüme ediyor musun? Hayır..!

O halde, günlük hayatımızda da Allah’ı, Onun isimleriyle ve Kendisinin bize bildirdiği sıfatlarla zikredeceğiz, aynı şekilde hitâb edeceğiz.

Fakat günümüzde bâzı hocalar ve ilâhiyatçılar da ‘ameller niyetlere göredir’ diyerek, ‘Sen tanrı derken, neyi niyet ettiğin önemlidir. Allah’ı niyet ediyorsan, Allah olur’ diye fetvâ veriyorlar!

Yâni, tanrı derken Allah’ı niyet ettiğimiz için, Allah oluyorsa, bereket tanrısı da diyelim!?  Nasıl olsa rızk veren ve bereket ihsân eden Allah diye niyet edersek, o da Allah olur. Bu mantıkla, ‘ey bereket tanrımız, rızkımızı arttır’ diye duâ edebiliriz…!?   Oldu mu..? Bu da olmadı değil mi..?  Hakîki bir Mü’minin ruhu, kalbi ve vicdânı bunu kabûl etmiyor, pek itici buluyor..

Bir de buna İsrâ Sûresi’ndeki Onuncu Âyeti delîl getiriyorlar;

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى

Meâlen: De ki: ‘(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O'nundur.’ (İsrâ Sûresi, 110) Bu âyeti delîl yapıp, ‘ne ile seslenirsen seslen, istersen tanrı de’ diyorlar. Fesubhânallah..

Burada Cenâb-ı Hakk (c.c.) (hâşâ sümme hâşâ) ‘bana hangi ismi takarsan tak’ demiyor, benim isimlerimden hangisiyle Bana seslensen, ‘olur’ diyor, zâten âyetin devâmında ‘en güzel isimler O’nundur’ diye de açıkça söylemiş.

Evet, Kur’ân-ı Azîmmüşşân’da Cenâb-ı Hakk (c.c.) doksan dokuz ismini zikretmiştir ve bildirmiştir. Ve A’râf Sûresi, yüzseksen’inci âyette de :

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذٖينَ يُلْحِدُونَ فٖى اَسْمَائِهٖ

Meâlen : En güzel isimler Allah'ındır, O'na O isimlerle duâ edin, O'nun isimlerinde haktan ayrılan kimseleri bırakın diye buyuruyor ve pek açıkça ihtâr ediyor.

DÖRDÜNCÜSÜ: Birkaç önemli nüansa daha dikkatinizi çekelim. Allah ismini tercüme edip, tanrı diyorlar, sonra da sözlüklerde diğer dillerdeki tercümelerini veriyorlar. Meselâ, Almanca ‘gott’, Fransızca ‘dieu’, İngilizce ‘god’, Türkçe ‘tanrı’ gibi..

Fakat İngilizce’de ‘god’ erkek tanrılar için, ‘goddess’ ise dişileri için kullanılır. Aynı şekilde Almanca’da ‘gott’ erkek tanrılar için, ‘göttin’ dişileri için ve Fransızca’da ‘dieu’ erkek tanrılar için, ‘déesse’  dişileri için kullanılır. Ve Türkçe’de ise, erkek tanrılara ‘tanrı’, dişilerine ise ‘tanrıça’ kelimesi kullanılır.

Bu durumda siz Allah için ingilizce ‘god’ yazarsanız veya ‘tanrı’ yazarsanız (zâten cins isim olduğu için de olmaz), ayrıca bir de erkeklik isnâd edildiği için de olmaz. Bütün kaynaklarda erkek olan tanrılar için tanrı, dişileri için tanrıça kelimesi kullanılır. Böyle bir uygunsuzluğa veya i’tikâdî bozukluğa zemîn hazırlamamak için ne yazarken, ne de konuşurken buna aracı olmamalı.

Hazır bu bahis açılmış iken, şuna da temâs edelim: Tanrı kelimesinin çoğul yapıları vardır yâni Tanrılar, ilâhlar denebilir. Halbuki, Allah’ın (c.c.) özel isimlerinin hiçbirisinin bu mânâda Allah’a isnâd edilerek çoğul kullanımı yoktur. Hepsi tek ve bir olan Allah (c.c.) için tekil olarak kullanılmıştır.

BEŞİNCİSİ: Herkesin kendi inancında bir tanrısı var, yeryüzünde yüzlerce tanrı var. Bizim tanrımız yalnızca Allah’dır diyerek karşı tarafa beyân etmek başka, bizim Allah’ımız tanrıdır demek çok daha başkadır. Allah, tanrılardan bir tanrı değildir.

El-HÂSIL:

Buraya kadar yaptığımız izâhlar ile berâber, Ebû Hanîfe‘nin ve Mâturidî‘nin de beyânlarını hatırlayalım ve şöyle düşünelim;

-Allah’a tanrı yerine, Kendisinin bize bildirdiği İsimleriyle hitâb etsek, mefaati olmakla berâber hiçbir zararı yok.

-Fakat, Allah’a tanrı diyerek hitâb etsek, menfaati olmamakla berâber, ihtimâl zararı var.

Bakınız, “Malûmdur ki: Zararsız yol, zararlı yola -velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa- tercîh edilir” demiş Bedîüzzaman Hazretleri… Hem takvâlı odur ki; şüpheli şeylerden içtinâb eder, çekinir, uzak durur.

Bakınız, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) şirk için dehşetli tehdîdatları var ve şirk ile ölenin de ebedîyen Cehennem’de kalacağı ithârları var. Buna mukâbil, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) hiç sevmediği, öfkelendiği şirke vâsıta olan bâtıl ilâhlara verilen ‘tanrı’ lafzını, Allah’a (c.c)  nisbet ederek kullanmaktan titremek lâzım. Bu nedenle, zarârını düşünüp, zararsız yolu tercih etmek lâzım. ‘Asolan niyettir’ diyebilir miyiz? Bu mutlak mânâda değildir, hiçbir zarûret olmadığı halde siz içkiyi su niyetiyle içseniz, su olmaz!  

Hem, Lâ ilâhe illâllah diyoruz,  Allah’tan başka ilâh, tanrı yok(tur) demektir. Buna rağmen, bâtıl ilâhlara da verilen tanrı ismini, Allah’a hitâb etmede, Zâtını kastetmede kullanmamak lâzım.

Bir şey daha var ki, İslâmiyet yalnızca vicdanlara hapsedilmiş bir itikâd ve dîn değildir. Şeâire dâhil olan pek çok tatbikatları vardır. Şimdi beş tane adamı yan yana düşününüz, hepsi de elini açmış, ‘tanrım’ diyerek duâ ediyor. Bilemezsiniz ki, her biri hakîkatte tanrı diyerek kimi kastediyor, kime duâ ediyor?  Belki içlerinden biri budist..  O nedenle kişinin Müslüman olduğu anlaşılacak, duâsıyla da, kelâmıyla da, yazısıyla da, hakezâ..

Hem denilmiş ki, ‘bâzı âlimlerin eserlerinde tanrı kelimesi kullanılmış.’ Biz ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, bu husûsta cumhûrun ekseriyetine bakarız, bize doğru olanı gösterir.

Bir de son olarak, milliyetçilik ve Türklük damarıyla konuşanlar ve Türk kültürünü öne sürüp sadâkat çağrısı yapanlar var. Unutmayalım ki; İslâmiyet, asabiyet-i câhiliyeyi yâni menfî milliyetçiliği, ırkçılığı, kavimciliği terk etmiştir, kudsî ve umûmi milliyet-i hakîkiye yalnızca İslâmiyet milliyet-i kudsîsidir..

Tâhâ Sûresi’nden bir âyet ile bitirelim:

اِنَّمَا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذٖى لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

Meâlen : “Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, Allah'tır.(Taha Sûresi, 98)

Selâmet ve hayır üzere kalınız..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum