
Mustafa ÖZCAN
İstibdadın farklı kılıkları ve Bediüzzaman
Oldum olası Cemaleddin Afgani meselesi Bediüzzaman’ın mesleğinin anlaşılmasının önüne geçmiş ve bir nebze de olsa gölgelemiştir. İttihad-ı İslam meselesini diğer boyutlarla karıştıranlar olmuştur. Elbette bilenler doğrusunu biliyor. Lakin yine de ağyar arasında farklı düşünenler çıkıyor. Bediüzzaman ittihad-ı İslam fikriyatında selefleri arasında saydığı Cemaleddin Afgani ile arasında çok boyutlu ve yönlü bir trafik ve irtibat öngörülür. Eskiler bu meyanda şöyle demişlerdir: Kem min aibin kavlen sahihen ve afatuhu mine'l fehmi's sakim: Nice doğru söz vardır ki, afeti yanlış anlaşılmaktır.
Esasında Cemaleddin Afgani hem siyaset hem komitacılık hem de istibdat meraklısıdır. Sevdalısı veya müptelası da denebilir. Darbeci ve inkilapçı ya da devrimci bir yönü vardır. Sultan Abdulhamid'in ona mesafe almasında en büyük pay sayılan özellikleri olmalıdır. Hidiv Tevfik'e yönelik suikast hazırlığı ya da İran Şahı Nasirüddin Şah'a suikast yönünde hizmetçisini azmettirmesi gibi hususlar mesleğindeki taşkınlığa işaret eder. Kül yutmaz İkinci Abdulhamid jurnaller ve jurnalciler vasıtasıyla mutlaka bunları duymuş olmalıdır. Hem ondan yararlanmak hem de kontrol etmek istemiştir. Onun vasıtasıyla Iraklı Şiilerle daha yakından temas kurmak istemiştir. Lakin sonunda mizaçlar uyuşmayınca yollar ayrılmıştır. Afgani’nin Sultan Hamid’i huzurunda hicvettiği bilinmektedir. Böyle de bir pervasız kişiliği de vardır. Bediüzzaman gibi Sultan Abdulhamid'in de Afgani'den beklentesi ittihad-ı İslam meselesinde muhtemel katkılarıdır. Sultan Abdulhamid Han ile ters düşmelerinin nedeni istibdat değil istibdadın niteliğidir. Cemaleddin Afgani de istibdada karşı değildir lakin o kendince müstebid-i adili yani adil zorba peşindedir. Babacan bir despot arar. Bu durumda ona göre Sultan Abdulhamid müstebittir ama adil değildir. Cemaleddin Afgani taşkın bir mizacı temsil eder. Sultan Hamid ise tam aksine gayet ihtiyatlıdır ve teenni ile hareket eder.
İttihatçıların triumvirası gibi (Enver, Talat ve Cemal Paşa) Afgani ekolü de üç kişiden mürekkeptir. Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh ile Reşit Rıza. Daha sonra üçünün de yolları ve tarzları ayrışmıştır. Afgani, siyaset ve devrim yoluyla bir an önce amacına ulaşmak ister. Acelesi vardır. Muhammed Abduh ise bu yolun çıkmaz olduğunu ve sadece eğitim yoluyla İslam aleminin kalkınacağını söyler. Güncel siyasetin hayır getirmeyeceği görüşündedir. Siyaset ve türevlerinden Allah'a sığındığını söylerken bu konudaki takipçisi Bediüzzaman olmuştur. Reşid Rıza ise fikri alandan ziyade fıkhi alanla ilgilenir. Abduh eğitim odaklıdır ve siyasete mesafe koymuştur. Üstten inmeci modellerin başarı şansı olmadığını söyler.
Dolayısıyla umum ve husus alanlarda Afgani ile Bediüzzaman birbirinden ayrılır. Bu nedenle de onları mukayese etmek ve karşılaştırmak doğru olmaz.
Uzun yıllar ABD'de yaşamış olan Hassan Hathut adlı yazar adil zorba modeliyle alakalı olarak şunları söyler: "Öğrencilik yıllarımda kuşağımla birlikte sıklıkla Afgani’nin tezini tekrarlardık:
‘Şarkı ayağa kaldıracak yeğane formül adil bir zorba (müstebiddi adil) modelidir. Sonraları bu husustaki bakışım ve algım değişti. Anladım ki müstebit yani zorba adam hiçbir zaman adil olamaz. İki sıfat bir araya gelemez yani adalet ile zorbalık birbirine ters olan hususlardır. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Halkın sorunlarını bir müstebitin omuzlarının taşıması mümkün değildir. Bu sorumluluğu ancak halklar taşıyabilir. Bu da sağlıklı bir kamuoyu teşkilini iktiza eder. Kısır devlet yapısı asla doğurgan olamaz. “
Yusuf Kardavi de Şarkın ancak adil bir zorba ile kalkınacağı tezini reddeder ve adalet ile istibdadın yan yana gelemeyeceğini ve aynı karede buluşamayacağını ifade eder. Adil kimse müstebit, müstebit kişi de adil olamaz (Prof. Abdulhamid İsmail el Ensari: el Alem el İslami el Muasır beyne'ş şura ve'd dimokratiyye: Rüye Nakdiyye.S: 53, 54 Daru’L Fikr el Arabi)...
Bediüzzaman'ın siyasi mesleği-varsa, bu istibdat değil aksine ahrar mesleğidir. O cumhuriyetçi ve hürriyetçidir. Oysa aksine Cemaleddin Afgani sorumsuz ve maceracı bir ruh taşımaktadır. Dolayısıyla ikisi arasında eylem ve boylam farkları vardır. O müstebitleri baş tacı etmek yerine onlara sille vuracağını söyler. İşte bu yöndeki sözleri: “İstibdat ne şekilde olursa olsun (hangi kılığa girerse girsin), meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.