Mustafa İslamoğlu ve bir ayet tefsiri

Bir fikre davet, cumhur-u ulemanın kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid'attır, reddedilir. (Sözler)

Mustafa İslamoğlu, çok velut (üretken) bir dimağ. İslami kesim aydınları içinde sıyrılabilmeyi başarabilmiş nadide bir sima. Ezher üniversitesi ilahiyat eğitimi aldıktan sonra yurda dönmüş ve İslami faaliyetlerine devam etmiştir. Denge yayınlarını kuran yazarımız İslami çizgide aydın-alim profilli bir duruş sergileyebilmiş ve aynı zamanda kendine özgü başarılı ve bağımsız bir terminoloji kurabilmiş ender kalemlerden. Ele aldığı mevzular, herkesin özelikle İslami gençliğin malumu olan şeyler.

Ancak onu farklı ve değerli kılan; tıpkı sevgili Dücane’de olduğu gibi çarpıcı ve etkileyici üslubu. Bu konuda tabiî ki ikisinin de üstadı hiç şüphesiz ki hem nesrin hem de nazmın gökkuşağı olan merhum Cemil Meriç. Üslup, kusursuz ve pürüzsüz değil; fakat çağdaşlarına kıyasla oldukça ileri bir seviyede. Özellikle konuşma ve hitabet sanatında daha üst bir yerde. İslami irfan alanında bir yeniliğe imza attığı pek söylenemez. Üstadın başardığı şey; modern dünyada Müslüman entellektüle yakışır bir duruş sergilemek ve aynı zamanda İslam’ı, günümüz Türkiye’sinde asli bir problem alanı olarak sunabilmek. Yani İslam’ın aktüalitesini daima canlı tutmak. Ve herkesçe bilinen diğer İslami hizmetleri zaten takdire şayan şeyler. Bu gibi hususlarda hakkını teslim etmek gerekir ama bütün bu değerli vasıflar onu, rabbani ölçüler içerisinde eleştirmemize mani değil. Zaten gerçek manada eleştiriyi hak edenler sahici bir eser ortaya koyabilenlerdir umumiyetle.

Bilindiği üzere Hayat Kitabı Kur’an adlı bir meal-tefsiri var Musatafa islamoğlu’nun. Bu kitap yayınlandığı ilk günden itibaren değişik çevreler tarafından çeşitli yönlerden eleştiriler almıştı. Bu eleştirilerin bazıları sade ilmi ve yapıcı bir çerçevede kalırken bazıları da oldukça insafsız ve kıyıcıydı. Biliyorsunuz biz de kaliteli kumaş harcamak kadar kolay bir şey yok. Adı geçen eseri baştan sona okumuş ve kendince analiz etmiş ve eserden yer yer istifade etmiş biri olarak ilmi çizgide kalmak kaydıyla bendenizin de bir eleştirisi olacak. Çünkü İslamoğlu  Hoca mealinin başında şöyle diyor:

"Bazı hata ve kusurlar vardır ki onları sahibi değil, başkaları görür. Bazı zuhul, hata ve kusurlar vardır ki, olanca titizlik bile kişiyi onlardan arındırmaya yetmez. Sanki onlar birilerinin katkısını celp etmek için oraya konmuşlardır. O zuhul, kusur ve hatalara muttali olup da katkıda bulunacak olan işin erbabına peşinen teşekkürlerimi arz ederim."

İşte bizim katkımızı daha doğrusu dikkatimizi celp eden bir ayet: “Bunun üzerine (Meryem) çocuğa işaret etti. “Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki!” diye çıkıştılar.” (Meryem, 39)

İslamoğlu’nun bu ayete düşmüş olduğu dipnot şöyle: “…Bir sonraki ayette kendisine peygamberlik verildiğini söyleyen Hz. İsa’nın henüz düşünme melekeleri tekamül etmemiş ve hayat tecrübesi oluşmamış bir “beşik bebesi” olması düşünülemez. Bu yüzden ibarede geçen “beşik bebesi” lafzi değil kinai olarak anlaşılmalıdır. Kaldı ki 31. ayette salat ve zekatla emrolunduğunu ve zorba kılınmadığını söyler. Bütün bunların beşik bebesinin değil, erişkin birinin yapabileceği şeyler olduğu açıktır. Belli ki genç yaşta peygamberlik verilen Hz. İsa, onların gözünde ‘ağzı süt kokan dünkücük’ olarak görülmektedir. Yaşını başını almış Yahudilerin genç bir insanın kendilerine ebedi hakikatleri hatırlatmasını onur meselesi yaptıkları açıktır…”(Bkz: Hayat Kitabı Kuran, sh:584)

Görüldüğü gibi M. İslamoğlu açıkça Hz. İsa (a.s)’ın beşikte konuşmadığını daha sonraki bir zamanda yani ergenlik çağında konuştuğunu söylüyor. Ve bunu söyleyen ilk kişi o değil. Seyyid Ahmet Han, Muhammed Ali Lahuri, Muhammed Esed gibi bazı modernist Müslümanlar da aynı kanaatte. Ama bir farkla: Bunlar Kur’an-ı Kerimdeki bütün kıssaları te’vil (rasyonalize) etme cihetine giderken M. İslamoğlu ise bazılarını aynen onlar gibi tevil eder bazılarını da olduğu gibi bırakır. Halbuki, “Ve o, (İsa) insanlarla hem beşikte iken, hem de yetişkin bir adam olarak konuşacak…”(Al-i İmran,46) “Ve sen, (İsa) beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun…”(Maide,110) gibi ayetlerde Hz. İsa (a.s)’nın beşikte iken açıkça konuştuğunu söylemekte. Yani yaşanan olay su götürmez bir mucize. Fazla bir şey demeyelim ilgili ayetin tefsirini üstat El-Mevdudi’den dinleyelim:

“Kur'an'ı yanlış yorumlayanlar bu ayeti şöyle tercüme ediyorlar: "Biz daha dünkü çocukla (çok genç) nasıl konuşuruz?" Daha sonra bu sözleri, yıllar sonra İsa (a.s) gelişmiş bir genç olduğunda kavminin yaşlılarının onu genç bularak küçümsedikleri zaman söylediklerini savunurlar. Fakat bütün temayı göz önünde bulunduran bir kimse, bu yorumun yanlış olduğunu ve sadece mucizeyi inkâr etmek için öne sürüldüğünü anlayacaktır. Gerçek şu ki, bu diyalog çocuk büyüdüğünde değil, Meryem bakire olduğu halde çocuğuyla kavminin yanına geldiğinde meydana gelmiştir. Al-i İmran, 46. ayet ve Maide, 110. ayette İsa'nın (a.s) bu sözleri beşikte iken söylediğini desteklemektedir. Birinci ayet melek Meryem'e bir oğul müjdelerken şöyle der: "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır." Diğer ayette Allah, İsa'ya (a.s) şöyle der: "...Sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun."(Tefhim-ül Kur’an)

Bazıları için El-Mevdudi fazla “klasik” ya da “gelenekselci” gelebilir onun için M. İslamoğlu’na yakın, bazen onun kanalında tefsir dersi veren ve çoğu mevzuda İslamoğlu ile örtüşen Süleymaniye Vakfı’nın başkanı Abdülaziz Bayındır’ın konuyla alakalı dediklerini aktaralım:

“…Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. ‘Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?’ dediler.” (Meryem, 19/29) ayetindeki, “beşikteki bebek” ifadesinin mecaz/kinaye olduğu, o vakitte İsa (as)’ın yetişkin biri olduğu görüşünün isabetli olmadığı, konuyla ilgili diğer ayetlerden anlaşılmaktadır. Bu son iki ayette de “beşikte ve yetişkin iken” şeklinde İsâ (a.s)’ın beşikte bebek iken de yetişkin iken de muhataplarıyla konuşacağı ayrı ayrı vurgulanmaktadır. Birinci ayetteki (Âl-i İmrân, 46) ifade meleklere, ikinci ayetteki (Mâide, 110) ise bizzat Allah Teala’ya aittir ve burada herhangi bir küçümseme durumu yoktur. Bu da “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?  Dediler.” (Meryem 19/29) ayetindeki ifadenin mecazi değil, hakiki anlamda olduğunu teyit etmektedir.”

Hülasa bütün Ehl-i Sünnet alimleri ve bütün müfessirler, istisnasız, bu ayetin mecazi değil hakiki anlamda olduğunu yani olayın apaçık bir mucize olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum