Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ahiret, yarın'dan daha kesin...

Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi

Ahiret, yarın'dan daha kesin ve zaten başladığı bugün – buradan ispatlanabilir!

Eski zamana nisbetle, bu zamandaki küfür ve inkârın cehaletten değil;ateist - materyalist - natüralist ve determinist fen ve felsefeden ve onun rengine boyanmış bilimlerden geldiğini ve kâinat ve ayetlerine manayı harfi yerine manayı ismiyle bakma gibi Bilimsel Kriter ve Yöntemlerle malûl ve bağ(ım)lı Bilimsel Bilim'in hakikât yerine hurafe ve malayaniyat veya dalâlet doğuracağını izah ve ispat eden Risale-i Nur’dan bazı parçalar tevhid edilerek, vahdet aynasında görülmesi için nazarınıza sunulmuştur. Bu konuda Risaleler'den başka parçalar da bulunabilirveya aşağıdakilerin eksikleri tamamlanabilir. Mes'elâ Lâhikalar'ın birisinde şu meâlde geçen yeri bulamadım: "Arz soğudu, taşa; taş ufalandı toprağa döndü' gibi ifadeler meslek / meşrebimize uygun düşmüyor."

Aşağıdaki nakillerde görüleceği üzere Üstad Bedî’üzzaman (R.Â.), "Fen - Felsefe - Hikmet" kavram ve sınıflandırmalarını genelde birbirinin müteradifi olarak kullanıyor veya bu, üçünün kesişim kümeleri olduğu şeklinde de anlaşılabilir. Yani genelde "fen (bilim) ile "felsefe" arasındaki ayrımın sun'î olduğundan; yani felsefesiz (yani bakış açısısız, tarafsız, nazar - niyet - amaçsız, yöntemsiz ve düşünce sistemi, paradigma, önkabül ve inançları olmadan) fen - bilim ol(a)mayacağını ima ve işaret ediyor. Zaten bilgi birikimi olmadan “felsefe” yapmak ve yöntem ve nazar - amaç - hipotez olmadan da “gözlem – bilim” yapmak mümkün değil. Artı olarak 1600 - 1700'li yıllardan önce; "mantık, matematik, fizik, kimya, sosyoloji, coğrafya, astronomi" gibi bilimler "felsefe"nin içerisinde olup, ayrı bir bilim - inceleme alanı olarak ayrılmamışlardı; yani Üstad’ın o yılların felsefe - hikmet - fenninden bahseden yazılarında, buna da dikkat edilmesi gerekir.

Konuyla indirekt bağlantılı olarak: Galiba insanlığın bilgi seviyesi arttıkça (bunu bazıları "bilim geliştikçe" olarak anlayabilir ki kısmen doğru ve kısmen de yanlış; çünkü günümüzde Bilim, insanlığın ilmini 1 arttırıyorken, cehaletini 2 kat arttırıyor!); felsefenin alanı ve felsefî spekülâsyonların sayı ve çeşidi daralıyor ama emin değilim.

İslâmi Bilim'e geçilebilirse; mes’elâ “kıyamet ve ahiret ve hesabın” geleceğive bazılarının gerçekleştiği ve devam ettiği; Bilimsel Bilim'in eksik ve yanlış ve dar yöntemleriyle delil – ispatlanamaz (hatta buna, aklının indiği maddî gözü bile yetişemediğinden, bunu konu bile edinemez!) ama İslâmî Bilim'le delillendirilip, ispatlanabilir.

Ahiret’in geleceği (veya dünyada başlayıp, şimdiden inşa edildiği ve buradaki bazı şube ve yansımaları) ve bizim oraya gittiğimizin; bu dünyamızdaki bazı gösterge ve uçları, şimdi - burada gösterilip, ispatlanabilir. Mes'elâ gözümüzle de aynelyakîn (veya hakkalyakîn) gördüğümüz gibi; bitkilerin haşir ve neşri bu dünyada zaten başladı / başlamış ve devam ediyor! Veya yediklerimiz midemize defnolup, buradaki asitlerle zahiren mahvolduğu hâlde; halbuki görüyoruz ki o cansız gıdalar, vücudumuzda hayatiyet kazanıp, daha yüksek mertebe ve görevlere atanıyorlar…

Kâinat ayetlerinde yaptığımız gözlem ve incelemeler sonucu şu İlâhî Kanunu keşfederiz: Biyolojik organ ve ihtiyaçlarımızın karşılığı, yani gıda ve rızkı bu dünyada; “mide – açlık – gıda – tokluk” veya “göz – görme ihtiyacı – ışık – cisim” veya “kulak – işitme ihtiyacı – ses” örneklerinde olduğu gibi verilmiş / verilmektedir. Fakat çoğu manevî organ ve bunların ihtiyaç ve isteklerinin bu dünyada rızık ve karşılığı verilmemiştir. Örneğin: “Yok olmayıp, ebedî yaşama ihtiyacı” veya “anlam – hâkikât susuzluğu ve bunu arama–bulma ihtiyacı” veya “adalet (ceza ve mükâfatın) olması ihtiyacı” veya “şefkât açlığı”vs. gibi… Belki biyolojik ve maddî ihtiyaç ve isteklerimizden çok daha fazla sayı, çeşit ve şiddette olan bu açlıklarımızın, gıdası olan rızık ve karşılıklarını alamadan; yani doymadan ölüp gidiyoruz!

Bu durum, biraz önce kâinatta gördüğümüz: “Biyolojik organ ve ihtiyaçlarımızın karşılığı, yani gıda ve rızkının bu dünyada verilmiş olması Kanunu”na uymuyor! Öyle ya; evrendeki gözlem ve incelemelerimizde,varlık üzerindeki işleyişte görülen fiil – eser – kanun ve hakikâtlerden biri: Rabbimiz’in “vermek istemeseydi, bize istemek (ihtiyaç ve istek) vermezdikanunu.” Mes’elâ taşa su vermek istemediğinden; ona mide, susuzluk, böbrek, hayat gibi organ ve ihtiyaçlar vermemiş. Ama insanlara su vermek istediğinden; buna uygun “maddi / biyolojik organ” ve buna uyumlu “manevî (susuzluk, açlık gibi) ihtiyaç ve hisler” vermiş.

İşte Bilimsel Bilim'in kısa – dar, eksik ve yanlış yöntem ve kriterleriyle görülemeyen, bunun gibi Rabbimiz’in İlâhî Kanun – fiil – işleyişlerinin kâinatta gözlemlenmesiyle; yani gördüklerimizden göremediklerimize (yani gözümüzle gördüğümüz maddi – somuttan, akıl – kâlp gözümüzle görebildiğimiz manevî – soyuta)ulaşmak ve bu gözlem, mantıkî argüman ve kanunların, gözlem - deney - ölçümlerimize dahil edilmesiyle; "ebedî ahiret"e gittiğimiz, daha doğrusu ebediyetin bu dünyada ve öncesinde başladığı ispatlanabilir!...

Yani yarının geleceği veya bizim yarına ulaşıp - ulaşamayacağımız, bugünden deneysellenemez ve gözlenenemeyip, ispatlanamaz; ama kıyamet ve ahiret ve hesabın birgün geleceği veya bizim oraya sevkolunduğumuz; bugünden gözlenip, ispatlanabilir! Evet yarın’ın geleceği kesin değil ve gelmemesi mümkün, fakat ahiret kesin!Çünkü Rabbimiz “vermek istemeseydi, istemek vermezdi!” Bu açıdan başta Hz. Muhammed (S.Â.V.) Efendimiz olmak üzere, tüm sevdiklerimiz mâzide değil; istikbale geçmişler, bizi bekliyorlar! Tıpkı rü’yamızda öldüğünü gördüğümüz sevdiğimiz birisine, uyanınca “Oh rü’yaymış, ölmemiş” diye sevinmemiz gibi!...

Elhasıl zerrede ve yerde küçük harfle yazılan her kelime ve cümlenin ifade ettiği “anlam”, gök(ler)de de büyük harf ve cümlelerle yazılmış. Doğru soruları sorup, nazar - niyet ve hipotezlerimizi tekrar gözden geçirirsek, bunları gözü ve ortalama aklı olan herkes görüp, okuyabilir. Rabbimiz'in isim - sıfatlarının tecelli - tezahür, cilve ve gölgelerinin eser – sonuçlarını “aynelyakîn” (belki hakkalyakîn) görüp; Evvel - Ahir - Zahir ve Batın olan Rabbimiz'in varlık ve vahdaniyetini ise hakkalyakîn derecesinde bir “ilmelyakîn” ile müşahede edebiliriz!...

Zaten “uzak olduğu için küçük görünen” gezegen – yıldız gibi şeyleri “büyüten” teleskopla; “küçük olduğu için uzak görünen” mikrop – atom gibi şeyleri “büyüten” mikroskop arasında fark yoktur! Demek istediğim dışımızda dağ gibi kilometrelerce “yükseklik – uzaklık – mesafeler” olduğu gibi; içimizde de uçurum gibi kilometrelerce “derinlik – uzaklık – mesafeler” var. Kur’ân-ı Kerim’in ışık ve yol göstermesi olmadan; Bilim'in tanım, yöntem ve felsefesi bu mesafeleri ve ötesini görüp, gözleyemez, varlıklarını bile farkedemez…

Bilim’in Bilimsel Yöntem ve Kriterleri yerine, İslâmî Bilim’in Kriterleriyle kâinatı gözleyip – incelemek ise; Meyve Risalesi olan 11. Şu’â’nın 6. Mes’elesi gibi okumaktır kâinatı. Eğer böyle okursak; “Dünya'nın dönmeyip, döndürüldüğünü; yağmurun yağmıyor olup, yağdırıldığını, gönderildiğini” görebileceğiz. Yani Rabbimiz’in kanun – fiil – faâliyet – eserlerinden; ni’met, in’âm, rızık, rahmet, tecelli – tezahür gibi eşyanın saklı melekût boyutlarını görebileceğiz…

Nübüvvet'e kulak vermeyen ve ölçülerine itaat etmeyen, yani dinsiz olan Bilim ve bu Bilim'in kural - tanım - yöntem - nazar - niyet ve bakış açısını belirleyen;yani mevcut Bilim’in mürşid ve hocası olan “ateist – materyalist – determinist  ve natüralist”Felsefe'nin; hakikât yerine hurafe ve safsata ve mâlâyâniyât ve gaflet ile dalâlet doğuracağını izah ve ispat eden Risale-i Nur’un çoğu parçalarınıbiraz eksilterek aynen aşağıya ekliyorum ki İslâmî Bilim ile Bilimsel Bilim arasındaki fark biraz daha netleşsin inşâallah. İşte başlıyoruz:

------ o ------

Bu asırda ikinci dehşetli hal: Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek azdı. Onun için, eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu, küfr-ü meşkûkü çabuk izale ederlerdi. Allah'a iman umumî olduğundan, Allah'ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide, fen ve ilimle dalâlete girip inat ve temerrüd ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalâletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı, atom bombası gibi, bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır ki, onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin. İşte, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın bir mucize-i mâneviyesi ve lemeatı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvazenelerle, en dehşetli muannid, mütemerridleri, Kur'ân'ın elmas kılıcıyla kırıyor. Ve kâinat zerreleri adedince vahdâniyet-i İlâhiyeye ve imanın hakikatlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş ve ediyor… (15. Şua)

------ o ------

Efendiler! Dalâlet ve fenalıklar cehaletten gelse, def etmesi kolaydır. Fakat fenden, ilimden gelen dalâletin izalesi çok müşküldür. Bu zamanda dalâlet fenden, ilimden geldiği için, ancak onları izale etmeye ve nesl-i âtiden o belâya düşen kısmını kurtarmaya, karşılarında dayanmaya Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzımdır. Risale-i Nur'un bu kıymette olduğuna delil şudur ki: Yirmi seneden beri, benim şiddetli ve kesretli bulunan muarızlarım ve şiddetli tokatlarını yiyen filozofların hiçbirisi, Risale-i Nur'a karşı çıkmamış ve cerh edememiş ve çıkamaz… (Emirdağ Lâhikası 1)

------ o ------

Ateist – materyalist Bilim hakkında Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen diğer kısımlar için, Yazının tamamını aşağıdaki linkten pdf dökümanı olarak indirebilirsiniz veya indirmeden diğer linkteki web sitesinden okunabilir.

http://www.metabilgi.org/Metabilgi/RisaleiNurKulliyatindaBilgiveBilimArasındakiFark.pdf

http://www.metabilgi.org/risalei-nur-kulliyatinda-bilgi-bilim-farki

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.