Muhammed’in 'Moustapha'sı

Sinema da hayat gibi… Bediüzzaman: “Hayatım bir mektuptur” derken belki de “bir sinemadır” diyecekti. Bediüzzaman “hayatım bir sinemadır” deseydi, “iman sineması” tanımlamasını tekrar anımsatırdı. Din hayatın hayatı olduğu içindir Bediüzzaman dini hem de hayatın nuru ve esası olduğu için hareketi veren, insan üzerinde düşen ışığı, sinema makinesinin ışığı, ses makinesinin sesi, perde üzerindeki gölgelerin hareketi..  Hangi hayatı alsak zihinlerde bir film platosu kuruluveriliyor. O halde izleyici bir göz, kucaklayan bir dil, parlak bir fikir, zeki dostlar, paylaşımcı oyuncular… O halde sinema bizi hayata davet ederken, ışık, ses ve görüntüden ibaret perde üzerinde oynaşan hakikatten damlalar, yüksek ahlâk, iffet ve san’ata davet ediyor. Yeter ki bakan göz, anlayan akıl, şükreden bir kul bulsun…

Elbette ve şüphesiz.. Hiç şüphesiz bütün ışıklar, nurlar, kemalât; kaynağını bulduğu yüze dönüyor ise hayatın kaynağına dokunuyor, aynada titreyen ışık gibi sinema perdesinde tereddüt gösteriyor ama bu kulluğun mahcubiyetiyle buluşuyor. Nur-u Muhammedî olmadan perde de kalkıyor, ışık da, ses de, ruh da… O’nun (asm) “perde”si ile başlıyoruz. Mektuplar “Salat u selâm” ile mühürleniyor. Hamdolsun.

Muhammed Benek’in yeni kısa filmi “Moustapha” Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin meşhur yönetmeni Mustafa Akad’ın hayatını konu alıyor. Akad’ın hayatı Muhammed’in “Hadis filmleri” projesini düşünürken tevafuk ettiği “Bir baba evlâdına güzel ahlâktan daha ziyade bir miras bırakmamıştır” fermanı üzerinde hareket buluyor. Akad’ın film yolculuğu, bir hadis-i Şerifin ışığında Muhammed’in zihninde tekrar can buluyor; O Nur’u Muhammedî girdiği her zihni bir şölene çeviriyor. Muhammed Benek’in filmi de kendi hesabına bir “Rahmânî mektup” olarak ortaya düşüyor. Bir küçük devin insan muhayyilesinde gulyabâniye dönüştürdüğü modern dönemin insanlarına inat, büyüyen korkunun peşinden koşuyor.. koştukça korku dağları eriyor; avuç içi kadar bir siyahlık olarak yere yapışıyor. 

Mustafa Akad da Amerika’ya bir küçük adam olarak gitmişti; Hitchcock’un büyüttüğü filmlerde ezilmeden üzerine giderek ve kaybolmayarak cesaretle büyüyerek O Nur’un izinde parlak bir sinematografi üretmişti. Muhammed Benek’in filmleri de kısa zamanda büyük cesaret olarak belirmeye başladı. Moustapha da Muhammed’i parlayan bir ümit olarak tekrar hatırlatıyor. Dünya sinemasının hoyratça harcadığı insan ümidini Bediüzzaman: “Sinema ahirete karşı bir teselli olabilir mi?” diye soruyordu. Distopyalarından sızan olmayan sinema “yürüyen ölüler”le mi ümit olacaktır.

“Hayatım Rabbanî bir mektubdur; kardeşlerim olan zîşuur mahlukata kendini okutturur, yaratanı bildirir bir mütalaagâhtır. Hem Hâlıkımın kemalâtını teşhir eden bir ilânnameliktir. Hem hayatı yaratanın hayat ile ihsan ettiği kıymetdar hediyeler ve nişanlar ile bilerek süslenip her gün tekerrür eden resm-i küşadda mü’minane, şuurdarane, şâkirane, minnettarane Padişah-ı Bîmisalinin nazarına arzetmektir. Hem hadsiz zîhayatların hâlıklarına vasıfane tahiyyatlarını ve şâkirane tesbihat hediyelerini anlamak, müşahede etmek ve şehadetle ilân etmektir. Hem lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ve lisan-ı ubudiyet ile Hayy-ı Kayyum’un mehasin-i rububiyetini izhar etmektir. İşte bunlar gibi hayatın yüksek hukukları uzun zaman istemediği gibi, hayatı bin derece i’lâ eder ve dünyevî olan hukuk-u hayatiyeden yüz derece daha kıymetdardır diye ilmelyakîn ile bildim ve dedim: Sübhanallah! İman ne kadar kıymetdar ve hayatdardır ki, hangi şeye girse canlandırır ve bir şu’lesi böyle fâni hayatı, bâkiyane hayatlandırır, üstündeki fenayı siler.” Şualar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum