Muhammed Numan ÖZEL

Muhammed Numan ÖZEL

Haykıran Bediüzzaman Bu Zamanda Olsaydı

Bediüzzaman Said Nursî, bugün yaşasaydı Gazze, Filistin, Doğu Türkistan meseleleri için şüphesiz ki köşesine çekilip sakin ve “görmedim, duymadım” şeklinde bir hayat tercih etmezdi.

Bediüzzaman Hazretleri, kendi asrında mazlum milletlerin ızdıraplarını, ümmet-i Muhammediyye’nin dertlerini, istibdat ve zulüm altındaki ehl-i imanın hâllerini çokça beyan etmiş; mazlumların duası, ümmetin uhuvveti, şefkât-i İslâmiye düsturlarıyla daima ümmetin vicdanını uyandırmaya çalışmıştır. Çünkü o “insanın başına inen müdhiş darbeler ve beliyyât ve beşerin yüzünü tokatlayan şu ehval ve musibat; elbette şu sekri beşerden kaçırıp, beşerin aklını başına toplattıracaktır[1] demektir.

Vicdan ne kadar uyanıksa insan da o kadar hayatla bağ kurar.

Risale-i Nur Külliyatı’nda, Filistin ve Yahudi meselesine dair şu ifadeler yer almaktadır. Ama burada hikmet boyutu ele alınıyor.

Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin mes’elesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki Enbiya-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski Peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.[2]

Burada şunun da altını çizmek isterim ki, lakaydane çalışmak yerine disiplinli, azimli, şuurlu olarak farkındalık oranını sürekli arttırarak ve gayr-ı hayâl sahibi olarak yaşamak insana başarı getirebilir şeklinde buradan bu dersi almalıyız.

Hem, mazlumların uğradığı musibetlerde onların dahi bir rahmet ciheti bulunduğunu şöyle ifade eder:

Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”[3]

“..mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehâdet denilebilir.

Hususan ihtiyarlar ve musîbetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musîbet çekiyorlar.

Elbette o musîbet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara kefaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım.

Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükrettim.

Ve o elîm elem-i şefkâtten teselli buldum.”[4]

Üstadım Bediüzzaman hazretleri, Nur Talebeleri’ne ve bütün mü’minlere, zulme karşı fiilî mukâbele yerine şefkât, duâ ve iman hizmetiyle mukâbele etmeyi tavsiye etmiştir ama şu zamanda bir silah olan “boykot” meselesinde muhakkak tarafını belli etmiş ve bizzat kendisi boykota destek vermişti.

Ben ise, bütün Avrupa'ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamulâtını giyiyorum" [5]

Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibariyle; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere değil ilişmek, belki bedduâ ile de mukabele edemiyorum.

Hattâ en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fâsık belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim hâlde, değil maddî belki bedduâ ile de mukabeleden beni o şefkât men'ediyor.”[6]

Netice itibariyle eğer Üstad Bediüzzaman Hazretleri bugün hayatta olsaydı:

Gazze’deki, Doğu Türkistan’daki ve sair beldelerdeki mazlum Müslümanların çektiği zulmü, ümmetin kalbine saplanan bir hançer telakki ederdi.

Âlem-i İslâm'a indirilen o azîm darbeler, âlem-i İslâm hesabına sizin omuzlarınıza isâbet ettiğini biliyorum.”[7] diyerek o zaman ki talebeleri bunu bize ifade etmişler.

Kendisi de bir mülâkatta;

Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslâmın eleminden gelen teellümat beni ezdi.

Âlem-i İslâma indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim.”[8] demektedir.

Zalimlerin zulmünü Kur’anî bir lisanla teşhir eder, iman hizmeti ve duâ ile mukâbeleyi esas alırdı. Ama bıçak kemiğe dayandıysa talebeleri alıp Gönüllü Alay Kumandanı olup savaşmasını da bilirdi Bediüzzaman.

Müslümanların vahdetini, İslâm uhuvvetini ve şefkât-i İlahîye’yi en büyük çâre olarak gösterirdi. Daima “İttihâd-ı İslâm”’dan bahsederek bu ittihadı ve ittifakı desteklerdi.

Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilaftır.

Bu üç düşmana karşı; san'at, mârifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”[9]

Sözleriyle ilmin önemini vurgulardı. Çünkü biliyor ki, câhille yola çıkılmazdı.

Cenâb-ı Hak, bizleri Üstâd’ın mesleği üzere, mazlumlara duâ ile, zâlimlere karşı iman ve hakikat ile mukabele edenlerden eylesin. Âmin.

Gazze, Doğu Türkistan gibi yerlerde ki durumla ülkemizdeki durumu kıyaslamak hata olur. Her yerde şartlar farklıdır.

Boykot bu zamanda en büyük ekonomik ve iktisâdî harptir. Boykota destek verelim, duâ edelim. Almamak elin boykotudur. Boykotu anlatmak dilin boykotudur. Kalben Müslümanlara duâ ederek de kalben boykot yapmış olduğumuzu unutmayalım.

Selâm ve duâ ile.

[1] Nur’un İlk Kapısı (31)

[2] Şuâlar (507)

[3] Enfâl Sûresi 8:25

[4] Kastamonu Lâhikası (111)

[5] Tarihçe-i Hayat (64)

[6] Şuâlar (372)

[7] Barla Lâhikası (222)

[8] Tarihçe-i Hayat (137)

[9] Tarihçe-i Hayat (64)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum