Meryem Saîde GÜNEBAKAN
Bambaşka Bir Kul
Amma Kur'anın halis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a'zam-ı mahlukata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve azam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
Hem halim selimdir. Fakat Fatır-ı Zülcelalinden başka, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halim-i âlîhimmettir.
Hem fakirdir. Fakat onun Malik-i Kerimi ona ileride iddihar ettiği mükâfat ile bir fakir-i müstağnidir.
Hem zaiftir. Fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaif-i kavidir ki, Kur'an hakikî bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksad yaptırmadığı halde; bu zail fani dünyayı ona gaye-i maksad hiç yapar mı? İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla!
Her şeyden önce okuduğum bu ifadelere hayran kaldım. Bedi’ hakikatler yine bedi’ bir libas giymiş, şiirsel bir ahenk ile fakat şiirin öznelliğinden azade hakikat net ve yalın ifade bulmuş.
Bu sözler üzerine ne söylenebilir ki dedi kalbim. Uzunca bir süre bakıştık kelimelerle. Fakat bu hakikatler gönlümde nasıl ma’kes buldu, görmek istedim. Dilim döndüğünce yazdım.
Üstad ihlası yine en başta zikretmiş, olmazsa olmaz olarak. Ve bir ‘tam’ oluştan bahsetmiş. Burada ihlas ile ihlasta tamamlanışı kastetmiş olmalı. Zira eksiklik hep göreceli ila nihaye devam eder. Böyle bir girizgahtan sonra sultandır, azizdir, ulvidir demesini beklerken olanca sadeliği ile ‘abd’dir diyor. Anlıyorsun ki bu sadelikte bir ihtişam gizli. Anlıyorsun ki, bu köle zahiren köle. Nitekim kendisi açıyor; bu öyle bir abd ki, bütün kainatta büyük görülüp bilinen hiç birşeyin önünde eğilmeye tenezzül etmeyecek bir abd. Çünkü bilir ki onlarda mahluk; Halık değil. Daha da ötede bu görünen alemi aşarak alem-i gaybın en büyük menfaati cenneti bile gaye edinmeyen bir abdi aziz olduğunu söylüyor.
Ubudiyet mahsus vakitlerdedir, abdiyet ise elestten başlar ebede kadar sürer, her yerde ve her zaman.
Abdi aziz derken Halıka tam abd olunca mahluka karşı aziz olunabileceğinin sırrını da fısıldıyor. İzzet; tahakkümü altına girmemek ve bağlayıcı bir durumun olmaması. Evet hakiki abdi, rıza-ı ilahiden ve kabul-ü Rabbaniden başka bağlayan hiçbir şey yoktur.
Akla, bu kadar aziz ise; mahlukata hiçbir şekilde tenezzül etmiyorsa, onlara karşı sert ve kaba olabilir mi, diye gelebilecek suale karşı; evet azizdir, kimseden bir beklentisi yoktur ama aynı zamanda insanlara ve diğer mahlukata karşı halim ve selimdir, tenezzül etmez diye de hoyratça davranmaz; zira yaratılanın yaratan ile bağından mütevellit bir kıymeti vardır; onların selametini, hayrını ister, onlara karşı özenle nazik davranır, ne diliyle ne eliyle ne haliyle incitmez hiç kimseyi. Ama halim selim diye de Fatır-ı Zülcelal’inden başkasına karşı da baş eğen, kendini alçak gösteren bir kimse değildir. Fıtratını dinlese ancak o celal karşısında eğilecek, onu sayacak bir fıtratı var. Sebeplere, vesilelere boyun eğmek zorunda değil. Fakat ‘izni ve emri olmadan’ diye bir ibare koyuyor Üstad burada, demekki bazen emir ve izinle de başkasına karşı saygı duymamızı gerektiren durumlar var; Resule ittiba gibi, ülü’l emre itaat gibi, kadınların eşlerine tâbi oluşu gibi.
Fakat bu halim selimi böyle yumuşak görüp aldanmayın; çok yüce gayelere gönül bağlamış olduğu için dünyanın süfli meselelerine tenezzül etmez. Hilmi himmetinin yüceliğindendir, kimseden korktuğu, çekindiği için değil.
Bir kurumda bir müdüre gösterdiğimiz saygıyı bir temizlik işçisinden esirgiyorsak, saygımızın ibresini “yaradandan ötürü yaradılan” olmaktan çok ‘makama, mevkiye’ doğru kaydırmışızdır.
Sadece kibirsiz yürüyenlerin anlayabileceği bir şeydir bu ve genelde ilk bakışta hilm ile zillet birbirine karışır ehli dünya nazarında, çünkü onlar ellerine güç geçince affetmez, ezerler güçsüzleri ve her güç ve makam sahibinden de bunu beklerler.
Mümin, o halis ve ihlas ile tam olmuş mümin; fakirdir, hem herkesten daha çok fakirdir, zira fakrını herkesten daha çok hissediyordur. Fakat ikramının binbir çeşidini bu alemde gösteren, fakrının tahakkuk ettiği yer olan kalbini mülkü kılmış malikinin, ona rahmet hazinesinden burda sayısız ikramını tattırdığı gibi, ileride en muhtaç olduğu zamanda verilmek üzere saklanan ve biriktirilen mükafatlar ile müstağni, kendini zengin ve tok gözlü kılan bir sonsuz rahmet ve gınanın fakiridir.
Mü’min zayıftır evet, taştan demirden değildir, naziktir, hassastır. Fakat fakrında gına bulmuş bir zengin olduğu gibi zaafında kuvvet bulmuş bir zayıftır.
Çünkü o ne denli abd ise efendisi Ona o kadar himayetkârdır. Hem onun efendisi öyle bir Kadirdir ki; Onun kudreti sınırlı değil sonsuzdur.
Böyle bir kuvvete dayanan zayıf; mahdut ve mukayyed bir en güçlüden daha güçlüdür.
Kuran hakiki şakirdine cenneti gaye yaptırmaz mı peki?
Evet; Tevbe Sûresi 72.ayet;
“Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalıcı oldukları Cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler va'd etti. Allah'ın rıdvânı (râzı olması) ise daha büyüktür! İşte büyük kurtuluş budur!” buyurması ile bu hakikate işaret eder.
Böylesi ebedi ve güzel bir cenneti bile gaye ve maksat yapmayan; fani, zail, kararsız, keşmekeş dünyayı hiç esas maksat yapar mı? Elbette yapmaz.
Peki kuvvet ve zayıflık bahsinden neden dünyayı isteme bahsine geçti ki Üstad? Dünya da para, makam, evlat çokluğu vs. dünya adına istenen her ne varsa aslında bu temel zayıflığı kapatma, örtme maksatlı demekki. Kişi zayıf olduğunu hissediyor ve bunlara tutunmaya, bunlarla güç kazanmaya, güçlü görünmeye çalışıyor. Oysa doğunun batının sultanı da olsan ölüme karşı acizsin, toprağın altında tek başınasın, ne alkış söker orda ne vicdanı boğan kalabalıklar. Bu yüzden aslında çare değildir dünya ve onun varlığı; bu haliyle hedef saptıran bir beladır.
İki şakirdin himmetleri, yani ehemmiyet verip gayret ettikleri konular nasıl birbirinden farklı, ve bu farklılık onların niteliğini nasıl başkalaştırıyor anla!
Evet Üstadım. Aczinde kudret bulmuş, fakrında gınaya doymuş, zaafı kuvveti olmuş bambaşka kulların ilham veren tarifini sundunuz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.