Mehmet Asıf IŞIK

Mehmet Asıf IŞIK

Uhud Bugüne Neler Söyler?

Şanlı Bedir zaferinden sonraki cihâd, Mekkeli azgın müşriklerle Uhud Dağı’nın eteklerinde yapılmıştı. Hazreti Peygamber (sav), mücâhidleri Uhud Dağı’nı arkalarına alacak şekilde konumlandırmıştı; Bu taktiğe göre Uhud Dağı, mücâhidler için arkadan gelecek saldırılara siper olacaktı.

Peygamber Efendimiz (sav) müstahkem konumu olan Ayneyn Tepesine (Geçidine) elli okçu yerleştirip onlara şu kesin emri vermişti: “Hangi şart ve durum olursa olsun, burayı asla terk etmeyiniz. Bizlerin cesetlerini yaban kuşlarının (akbabalar) parçaladığını görseniz bile yerinizden ayrılmayınız!”

İki ordu karşı kaşıyaydı. O zamanın âdeti olarak önce iki ordunun yiğitleri birbirlerine meydan okur, göğüs göğüse vuruştuktan sonra orduların savaş başlardı. Öyle de olmuştu. Harbin ilk demlerinde sahabe ordusu müşrik ordusunu darmadağın etmişti. Müşrikler, can derdine düşerek neleri varsa terk edip kaçmış, mücâhidler de onların bıraktıkları ganimetleri toplamaya koyulmuştu. Ayneyn Tepesi’nden savaş alanını seyreden bazı okçular “Bu iş bitti gâliba, savaşı biz kazandık" zannıyla ve Hz. Peygamberin (sav) kesin emrini unutarak meydana indiler. Okçuların çoğu ganimet toplamak için yerlerini terk etmişlerdi!..

Mekke ordusunun başında komutan olarak târihin kaydettiği en büyük savaş dâhilerinden biri olan Hâlid bin Velid vardı. Gerçi bu harb ve taktik ustası daha sonra müslüman olacak ve Mekke’yi feth edecek ordunun komutanı olacaktır. Fakat o sırada başlarında olduğu Mekkeli süvâriler, ganimete koşan bazı okçuların yerlerinde olmadıklarını görünce tepeye doğru hücûma geçerler.

Mevzide kalıp yerlerinde sebat eden on okçuyu şehit edip harp meydanındaki müslümanları da arkadan kuşattılar. Bu saldırıyla şaşkınlık yaşayan İslâm Ordusu korkunç bir sarsıntı geçirdi. O ana kadar çil yavrusu gibi kaçışan Mekkeliler toparlanarak geriye dönüp cepheden hücum ettiler. Mücâhidler böylece müşriklerin önden ve arkadan, iki farklı yönden gelen saldırısı arasında çok tehlikeli durumda kalıp ciddi sıkıntılar yaşadılar.

SAVAŞIN SONUCU; Aralarında Allah’ın Aslanı lakaplı ve harp meydanlarının efendisi Hz. Hamza, Mus’ab bin Umeyr, Sa’d bin Rebî’, Abdullah bin Cahş gibi yiğitler olmak üzere, muhacir ve ensârın ileri gelenlerinden yetmiş kişi şehîd oldu. Başta Peygamber Efendimiz (sav) olduğu halde, İslâm ordusunda neredeyse yaralanmayan kalmamıştı. Uhud Gazvesi, gâlip durumda iken, bazı okçuların yerlerini terk etmeleri sebebiyle müslümanlar aleyhine, çok acı ve ağır bedel ödenen, bugün de hatırlandıkça yürekleri burkan bir hezimetle sona ermişti!..

Hazreti Peygamberin (sav) kesin emir ve tâlimâtına rağmen, stratejik mevkideki bazı mücahidler ganimet toplamak için orduyu gözleyip kollama ve koruma olan asıl vazifelerini, yer ve görevlerini terk ile gaflet göstermelerinin nasıl hazin ve tehlikeli bir netice verdiği ve bedelinin ne denli ağır ve pahalı olduğu görülmüştü. Bu elim hâdise târih boyunca İslâm ümmetine, Resûlullah Efendimizin (sav) emirleri karşısında tereddütsüz ve itirazsız olarak riâyet edilmesinin, bu hususta ne kadar dikkatli ve hassas olunması gerektiğinin kıyamete kadar unutulmayacak dersini vermişti…

Dindar müslümanlar yakın zamanlara kadar asli ve esas vazife olarak birçok sahada omuzlarına aldıkları iman ve Kur'an hizmetlerini, mârûz kaldıkları bütün engellemelere ve zorluklara karşı göğüs gere gere, ihlâsla, aşkla, şevkle, fedakârca ve sadakatle, kıt ve kısıtlı imkânlara rağmen her zaman takdir edilecek azim ve gayretlerle yaptılar. Kalp ve ayaklarıyla sâbit olmaları gereken hakiki mevzi ve mevkileri olan bu hizmet saha ve mekânlarını terk etmediler. Zamanın baştan çıkaran, ilgi ve merakları çelici câzibelerine kapılmadan, görevlerinde sebat ederek çok güzel işler ve hizmetler görülerek bugünlere gelindi. Bugünün meyveleri o zamanların emek ve gayretlerinin mahsulüdür. Pek çoğunu duyduk, gördük ve yaşadık; Şâhidiyiz...

PEKİ YA BUGÜN; Bugünün müslümanları ise, o günün ganimeti mesâbesindeki gerek siyâset yoluyla elde edilen güç ve iktidar ile, makam ve masayla, gerekse ticaret ve diğer yollarla elde edilen servetle, geniş imkânlarla, kadınla ve dünyanın süsü olarak insanı kendine cezbeden pek çok hâllerle imtihan ediliyor. Bâzen insanın yüreğini acıtan ve binler eseflerle görülüyor ki, gözlerin ve ilgilerin maddeye/dünyaya odaklandığı bu devranda yine ganimet toplama sevdasıyla meydanlara inerek koşuşanlar var. Yerinde sebât etmeleri gerekenler ise, tıpkı Uhud’taki okçular gibi yine az, yine pek az! Yine, gafletle tepedeki mevkiini terk edip “âhireti bile bile dünyayı tercih edercesine” ve sonunda nelerin fedâ edileceğinin farkında olmaksızın...

DİKKAT, DİKKAT, ÇOK ÇOK DİKKAT!

Bu Mânevî Cihâdta Mevziler Boş Bırakılırsa!..

Peygamberin (sav) emir ve tavsiyeleri unutulup veya ihmâl edilip ganimete; gözleri döndürerek baştan ve yoldan çıkaran dünyaya ve dünyalıklara doğru koşulunca başlara hangi hallerin gelebileceğinin, nelerin kaybedilip elden gideceğinin, hangi bedellerin ödeneceğinin, bilmem ki, târihte Uhud'tan daha hazin ve yürek yakan bir tecrübesi daha var mı?!..

Ey mânevî cihâdın, iman ve Kur’an hizmetlerinin mübârek, muhterem ve kahraman mücâhidleri!

Aslında bu davayı omuzlayıp hizmetini görmeyi dert edinen tarikat, tasavvûf, hikmet ve sâir ilim ehli ve erbâbı olan sizler ve bizler yaşadığımız zamanın okçularıyız. Herbirimiz, gerek ferdî olarak gerekse içinde/arasında bulunduğu câmiâ itibariyle, farklı hizmet yol ve yöntemleriyle olsa da Kur’an’a ve onun hakikatlerine hizmet etmek suretiyle mânevî cihâd halindeyiz.

Bugün her ne kadar dine hürmetkâr, dindarlara hizmet etme irâdesine sahip bir yönetim devleti idare ediyor olsa da, Kur’an ve iman hizmetkârlarının işleri bitmiş değildir; Devlet ricâlinin işleri ayrı, bizim görevimiz ayrıdır. Her şey tamamlandı zannıyla gevşeyip mânevî hizmetlerinde geri kalanlar gözlerini açtıklarında ya da Kur’an ve iman hizmeti diye/yerine başka aşk ve sevdalara gönül verenler kendilerine geldiğinde, Allah korusun, karşılarında telâfi edilemeyecek zararlar, hasarlar veya yıkımlar görebilir.

İman ve küfrün savaşı dünya durdukça devam edeceğine, âhir zaman fitnelerinin, Deccallerin, Süfyanların, onlarla iş tutan insî ve cinnî şeytanların tahribatı sürdüğüne göre iman cereyanındaki bu mukaddes hizmet de tâmir ve taslih cihetiyle kıyamete kadar ona karşı duracaktır ve durmalıdır.

Evvel emirde gençliğimizin durumu imân (inanç), itikâd ve amel yönünden içler acısı ve perişan haldedir; Maalesef büyük kısmı imân zafiyetiyle sağa sola savrulup boşluğa düşmüş, bâzısı inkâr ve dalâlete varan çeşitli fikrî-felsefî inanç ve anlayışlarla savrulup gidiyor, bir kısmı çeşitli zararlı alışkanlıkların pençesinde debeleniyor, kalan kısmı ise sayılan tehlikelerle yüz yüzedir!

Genç kız ve kadınlarımız ise cazibedâr arzu ve akımların girdabına kapılmış, kimisi hüsün ve cemâlleriyle orta yerlerde arz-ı endâm ederek sefâhate âlet oluyor, kimisi dünyevîleri geride bırakacak zavallı durumlara düşerek dünyasını da âhiretini de tehlikeye atıyor.

Cemiyetin sâir cüz ve unsurları ise zamâne heveslerin türlü tuzaklarına, birinden diğerine düşe kalka ve yalpalayarak bir meçhûle doğru sürükleniyor. Vaziyet oldukça vahim ve hazindir; Bünye pek çok darbe ve yara almış, durum çok da sağlıklı değil! Fitne, fesad, fısk-u fücûr, küfür, şirk ve inkârın envâ-i çeşit fikir ve cereyanları her yönden ve üstelik câzibeli bir şekilde üstümüze üstümüze geliyor.

Şu haldeki toplumu tedâvi ve ıslâh için herkes kendi hizmet mahalline, sahasına ve kulvarına geçmeli. Bütün kanal ve imkânları kullanarak insanlığa, milletimize din-i İslâmı anlatıp hizmet etmek için kimin elinden ne geliyorsa adına ne denilirse densin, herkes, her gurup, her câmiâ veya cemaat bir an önce ve derhal kendi mevzi ve mevkiine dönsün…

Bugün bize iktidar gücünden, dünyevî imkânlardan, kasadan, masadan ve makamdan daha çok, yüreğinde yanar dağlar gibi iman taşıyan, nebevî ahlâklı, yüksek şahsiyetli ve güçlü karakterli, nezih, necip ve erdemli yetiştirilmiş örnek nesiller lâzım!..

İnsanlık, târih boyunca binlerce defa zaferler, yenilgiler, yükseliş ve düşüş dönemleri yaşamıştır. Büyük ve güçlü milletlerin şaşaalı medeniyetler kurduktan sonraki çözülüş ve çöküşleri, peygamberlerin aldıkları vahiylerle öğrettikleri hikmet ve hakikatten ve gösterdikleri istikâmetten inhiraf edilmesi sebebiyledir.

Bir Uhud hezimeti daha yaşamadan bugün mutlaka ve mutlaka tedbir alalım. Çünkü bir hezimet daha yaşamaya mecâlimiz yoktur vesselâm...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum