Mehmet Akif’in hayatı ve eserlerindeki ruhi değişmelerin psikanalitik yorumu

Yahya Kemal, Namık Kemal ve Mehmet Akif yeni bir medeniyetin eşiğinde coğrafik de olsa Osmanlı’nın ihtişamının devam ettiği bir dönemde yaşamışlardır. Her üçü de parlak ve debdebeli bir harika mazinin gözden uzaklaştığını veya uzaklaşmakta olduklarını görmekteydiler. Bunlar çaresiz bir şekilde ihtişamlı bir maziye yeniden dönmek gayreti ile tutumlar takındılar. Yahya Kemal mazinin gayret uyandırıcı, gösterişli değerlerine tablolarına sığınmak suretiyle halin baskısından vicdani teellümünden kendini kurtarmaya gayret etti. Namık Kemal buna benzer bir tavırla yazdığı tarihi eserleri ile maziyi bir sinema şeridi gibi gözler önüne getirmek suretiyle o günlerin geri dönebileceği izlenimini verdi. Mehmet Akif ise haldeki olumsuzlukları görmezlikten gelmedi, onları eleştirdi,  vicdani buhranlar yaşadı, ruhu geçiş döneminin huzursuzlukları ile burkuldu, kendi içine kapandı ve bu azaplar içinde hayata veda etti. Her üçü de asil ızdıraplar ile yaşadılar, çok özel ruhlarının kendilerini sorgulaması ile zaman zaman kendilerini tahrib ederek büyük milletlerinin sorumlu birer dehası olarak bu dünyadan göçtüler ve muztarip şairler sınıfına iltihak ettiler.

Akif’i sanatçı olmaya iten ve onu sorumlu bir gözlemci, yorumcu ve eleştirmen yapan onun bütün büyük şairlerde olduğu gibi duyarlığıdır, aşırı hassasiyetidir. Aşırı duyarlık insanı vurdumduymaz yapmaz, Akif ’in hassasiyeti o derecededir ki ruhunu sanatla uyutup kendini perdenin arkasına, olayların öte yüzüne çekmek yerine olayların sıcaklığını hiç kimsede olmadığı kadar elinde ve yüreğinde hissetmiştir. Akif’in hayatı onun hassasiyetinin ruhuna ve hayatına ve olaylara yansıması ile şekillenir. Yaratıcı kişiler kişiliklerinden gelen buhranlar ile toplumdan gelen olumsuzlukları iyi yöneterek sanata ve topluma sunabilen kişilerdir. Akif’i sanata iten etkiler onun çocukluk ve gençlik yıllarının olumsuzluklarıdır. Sanatçılar genellikle olumsuzlukarın içinden çıkar, sanatçının doğası düzlükten ziyade karmaşadan hoşlanır. Bu yüzden büyük sanatçıların özellikle ilk hayatı geometrik olmayan doğrulara benzer, hatta ne kadar kaosa benzerse sanatçı da o kadar büyük bir sanatçıdır. Çünkü sıradan bir düzlükte yürümek ile kaos ortamında yürümek farklı şeylerdir. Sanat dehası nevrotik ve kaotik ortamlarda ortaya çıkar. Mehmet Akif’in hayatı nevrotik ve kaotikdir dense yerindedir.

Akif 1873’de doğdu, babasını on dört yaşında kaybetti. 1887. Aynı yıl Sarıgüzel’deki evleri yandı. Gündüzlü okuyacak imkanları yok bir çocuktu. Babası ölmüş hayattaki hamisini kaybetmiş, evleri yanmış bir küçük çocuğun dünyasında nevrotik ortam ilk tohumlarını vermişti. Kimine göre bu olumsuz ortam insanı bitirebilir ama Akif’in çocukluğundan başlayan dehası onu bu bunalımlı ortamı iyi yönetmeyi insiyaki olarak öğretmişti. Baytar mektebini birincilikle bitirdi. Babanın himayesinde bir çocuk böyle bir başarıyı çok zaman gösteremez. Babanın ölümü  ve iktisadi yetersizlik insanı  iyi baba imagosundan mahrum bırakır, babasını erken yaşta kaybeden çocuklar da psikanalitik olarak kendilik bilinci daha çok gelişir, kendini çekip çevirme ihtiyacını küçük yaşta hisseden insanda, kendisi olma daha erken başlar. Mehmet Akif kendini iten en büyük etkiyi olayların ve kaderin etkisi ile daha çocukluğunda görür.

Akif’in üretici dehasının ilk tohumlarını babası onun ruh dünyasına egosuna yükler. Baba çocuğun kabiliyetinin dağılmaması için ona çeşitli temrinler uygular, birlikte Fatih Camii’ne gittiklerinde ona lüzumsuz sağa sola baktırmaz, ona kelime ezberlettirir. Onun kimliğinin oluşmasında babasının rolünü şair söyler. “Benim hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam, kendisinden öğrendim.“ (Tansel, s. 7) Bu gidiş, gelişlerde dehasının bilgi ambarını şuurlu bir şekilde doldurur, hıfza çalışır, kavaid dersleri alır, Acemce öğrenir. Arapça tahsil eder. Baytar mektebini bitirdikten sonra da Arapçasını ilerletmiş Kitab ül Kamil’i okumuştur.

Akif büyük bir sanatçıdır, şairdir. Büyük sanatçıların özelliklerini tahlil eden bir çoğu üzerinde yaptığı araştırmalarla bir genel sonuca varan Nathaniel Hircsh bu tür insanların altı temel özelliğini bulmuştur. Bunlar utangaçlık, aşırı duyarlık, samimiyet, melankolik olma, yalnızlığa ihtiyaç duyma, arkadaşlık ilişkilerini önemseme. Yine bir psikanalist olan Fuilford yaratıcı kişinin özelliklerini incelerken şu noktaları vurgular. Problemlere karşı daha duyarlıdır, düşünce sistemi diğer insanlara oranla daha akışkanlık gösterir. Bu akışkanlık sözel ve çağrışımsal akıcılık olarak incelikle dille ilişkilidir. Akışkanlığın asıl önemli yönü ise düşünceye ilişkindir ve düşünce akışkanlığı olarak adlandırılır. Diğer bir özellik esnekliktir. Bundan başka özgünlük, orjinallik, bir şeyi yeniden tanımlayabilme, daha karmaşık yapıların oluşturulması için çeşitli yetenekleri bir arada kullanabilme de bu unsurlar arasındadır. (Oğuz Cebeci, Psikanalitik Edebiyat Kuramı. s 113)

Akif aşırı duyarlıdır, öyleki empati kurduğu olaylarda mesafeyi sıfırlar, kahramanlarının ve olayların içinde kendini hisseder. Akif’in özel hayatı ve sanat hayatı bu hassasiyeti ile doludur, onu büyük şair yapan en büyük özelliği bu aşırı hassasiyetidir. Bu hassasiyeti bir noktada toplanmaz, fikirlerine sadık olması, gözlemlerine  sadık olması, sözüne sadık olması, dostlarına sadık olması, sanatına sadık olması, aile üyelerine sadık olması, değerlerine sadık olması, sanatının kaynaklarına sadık olması, yaşadığı topraklara sadık olması, dinine sadık olması, bu sadakat ve hassasiyet daha da uzatılabilir. Bu sadakatlar zincirinin her biri örneklenebilir. Bir kış günü İstanbul’un karşı yakasına geçmek ve bir dostu ile buluşmak ister, o gün İstanbul ‘a o kadar çok kar yağar ki onu bekleyecek şahıs bile evini terk edip yakınlarına gider. Akif  denizin buz tuttuğu bir dönemde sandal ile karşı yakaya varır ve dostunun evine gider,  onu bulur. Dostu bu  söze sadakat konusunda hayret eder Akif’e. Sanatının kaynaklarına sadıktır, değer olan her şey onun sanatında yerini alır. Doğulu olsun batılı olsun, onun fikri yapısı bir yere takılıp kalmamıştır. Arap ve Acem edebiyatından etkilendiği gibi Fransız edebiyatından da etkilenir. Zola gibi bütün Tanzimat aydınlarının beğenmediği eserlerine fuhşiyat dediği bir sanatçıyı Akif okumuş onun olaylar  karşısındaki  samimi empatilerinden ve algılamalarından etkilenmiştir. Meyhane isimli hikaye si Zola’nın Meyhane romanının bir benzeridir. Zola ve Hugo hep ayrı görülmüş, ikisi arkasında iki ayrı gurup oluşmuştur bizim  fikir tarihimizde, Akif bu iki zıt adamı bile sanatında birleştirmiş, onun da  Sefiller isimli romanından, özellikle Digne papazının duruşundan etkilenmiştir. Hugo’nun romanlarında din adamları Akif’in eserlerinde de din adamları baş roldedirler.

Safahatın ilk şiiri onun samimiyetini anlatan mısralardır.

Bana sor sevgili kari sana ben söyleyeyim

Ne hüviyette şu karşında duran eş'arım:

Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri;

Ne tasannu bilirim çünkü ne san'atkarım.

Şi'r için gözyaşı derler; onu bilmem yalnız

Aczimin giryesidir bence bütün asarım!

Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem;

Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım!

Oku şayet sana bir hisli yürek lazımsa;

Oku zira onu yazdım iki söz yazdımsa. (Safahat s. 3)

Duyarlılık, aşırı duyarlılık bütün bir Safahat boyunca onu şair yapan en büyük etkendir. Hasta şiirindeki çocuğu anlatırken bu samimiyet hem şairin ruhunu hem de okuyucunun ruhunu ne kadar etkiler. Freud şairlerin olaylar karşısındaki hassasiyetini neredeyse kıskanır, Akif de böyle bir kıskanılacak hassasiyete sahiptir. ‘Freud Uygarlığın Huzursuzluğunda “Başlangıçta  ne yapacağımı hiçbir şekilde bilmiyordum, diye yazar. Bana ilk ipucunu dünyanın mekanizmasının açlık ve sevgi tarafından  bir  arada tutulduğunu  yazan  filozof –şair  Schiller verdi. “ Önceleri iki temel içgüdü olarak gördüğü cinsellik ve kendini sürdürme hakkındaki  ilk tanımlarını Schiller’den aldığını söyler. Freud  fakat şairlerden aldıklarından  minnet ve hayranlık  dolu bir tonla  sık sık bahsetmesine rağmen , şairin derin psikolojik hakikatlere  görünüşte kolayca erişmesinden  de keyifsizce   hasta kıskançlıkla bahseder”(Adam Phillips, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, Şiir ve Psikanaliz, s 23)

Hasta şiirinde şair yorumcu-gözlemci bir anlatıcıdır. Kendi ruhunu da katar şiire

Çocuğun doktorun huzuruna girmesinden sonra ortaya çıkan tabloyu anlatırken, realist tasvirin arkasından

Bir uzun boylu çocuk. Lakin o bir levha idi.
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi

Soydu biçareyi üç beş kişi birden o zaman
Aldı bir heykel-i üryan-ı safalet meydan

Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna
Dayanıp çıktı o biçare sefalet yoluna. (Safahat s 14)

Küfe şiirinde bir başka samimiyet  tezahürü görürüz.

Bu küçük hikayenin  üç şahsı vardır, biri gözlemci şair, diğerleri ana oğul. Arka planda ölmüş baba, bir de şahsiyet giyinmiş  hamal küfesi. Şair anneyi anlatırken samimi, oğlu anlatırken samimi, hamal küfesini anlatırken nesne ilişkilerinde samimi, olayı anlatırken olay ilişkilerinde samimidir. Ayrıca bunların dışında olayın  içinde bir anlatıcı kahraman olarak samimidir. Psikanalistler edebi eserde üç türlü ruh tezahürü görürler. Yazarın ruhu, eserdeki insan-nesne –olayın ruhu, bunları seyreden veya okuyup etkilenenin ruhu . Akif’in sıcak ruhu okuyucularını da etkilemiştir ki en çok okunan kitaplardan olmuştur.

Tembellik ve meskenet bizim geri kalışımızın ana nedenlerinden biridir. Durmayalım şiirinde  çalışmayı anlatır. Sonunu insanın ruhunu titreten bir ifadeyle bitirir.

Ey bütün dünya ve mafiha ayaktayken yatan
Leş misin davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan. (Safahat s 31)

Akif’in empatilerinin zenginliği, samimiyeti bir tez olacak  çalışmadır. Hasır şiirinde bir attar, attar dükkanı , müşteriler, kasaya atılan paralar, daha sonra ondan alınan bir hasır ve o hasırla mezarlığa götürülen bir ölü. Hasır ile kurduğu samimi empati başkaları gibi kayda değer

Hasır büküldü, omuzlandı daldı bir sokağa
Sokuldu kimbilir ordan da hangi bir bucağa
Açıldı  bir ölü saklanmak üzre sinesine!
Kapandı ketm-i adem heybetiyle sonra yine. (Safahat  s 33)

Mehmet Akif baskılardan ezilmez, o baskıları enerjiye dönüştürecek kadar güçlüdür. Dostoyevski Sibirya sürgününde nice kabiliyetli insanların heba olup gitmesini hayretle üzüntüyle anlatır. Akif ‘ruhunu baskılayan toplumsal değerler ve yaşam biçimimizdeki , din anlayışımızdaki yozlaşmalardır. O susmaz, konuşur , eleştirir, düzeltmeye çabalar.

Psikanalistler  sanatçı ile nevrotik tipleri karşılaştırırken nevrotik tiplerin olayların baskısını idare edemediklerinden  nevrotik olduklarını, ama sanatçının ise olumsuzlukları idare ederek sanatç ı olduklarını söylerler. Küçük yaşta babasını kaybeden evleri yanan Akif bu durumdan çıkmasını bilir, olumsuzluğu enerjiye dönüştürür. Meşrutiyet, Mütareke, Milli Mücadele, Cumhuriyet bu  dönemleri Akif en önde simalardan olarak seyretmemiş , olayların içinde bulunmuştur. Nice büyüklerin devrildiği bu yıllarda o hep  ayakta kalmış, misyonunu tamamlamıştır. Olayların boyutu ne olursa olsun Akif onların üstüne çıkar ve onu enerjiye dönüştürür.  Umumi harpten son derece  bitkin bir halde  çıkan Türk milleti  bu muameleyi mukavemetle karşılamak zorunda kalmış ve bu yüzden memleketin her tarafında ayaklanmalar olmuştu. Akif bu ayaklanmaların  değerini ve lüzumunu anlatmakta dakika kaçırmayarak evvela Balıkesir’e koşmuş  ve oradaki mücahitlerle görüşmüş orada hitabeler irad etmiş  halkı ayaklanmağa ve istiklalini kurtarmak için  savaşmağa  çağırmıştı, İstanbul hükümeti onun bu hareketlerinden kuşkulanmış  onu Darülhikmet’ten azil  ile mukabelede bulunmuş, Akif ise buna aldırmamış derslerine ve  yazılarına devam etmiştir.

Mücadele için Anadolu’ya  geçmiş, oradan Ankara’ya varmıştır. Ankara’ya varmasından sonra Konya isyanı çıkmış, Konya’ya koşmuş isyanın bertaraf edilmesine yardım etmiştir.Oradan Ankara’ya , oradan Kastamonu’ya gitmiş, Nasrullah camiinde -sonradan bir eser olan- vaaz vermiştir. Bu siyasi vaaz Sevr Antlaşmasının iç  ve dış  yüzünü anlatmış, ortaya konan oyunu bütün inceliği ile  ifade etmiştir. Olayların içinde değil onları yönlendiren bir kişiliktir, birçokları ise o  mücadele ederken , aşk şiirleri yazarlar uzlet köşelerinde, her ikisi de ruh analizidir ve psikanalitiktir. Olayları seyreden, olayları seyredip etkilenmeyen, olayların içinde olan, olayları  yöneten hepsi  çeşitli değerlerde ruh görüntüleridir. Bütün bu olaylar Akif’in “ değişik durumlar karşısında  uyum sağlamak için, beklenmedik  türden  tepkiler oluşturabilme yeteneğini isbat eder.“ (Oğuz Cebebi, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, s 113)Yaratıcı dehaların özelliğidir bu durum, Akif de hayatı boyu bu ani durumlar karşısında ani ve beklenmedik tavırlar koyma bir karakter özelliğidir. İstiklal Marşı müsabakasını kazandıktan sonra verilen  parayı almaması  da sıradan insanın anlamada güçlük çektiği bir  tutumdur. İttihat Terakki ‘nin yeminine değil kendi vicdanına göre hareket edeceğini söyleyerek muhalefeti bu kabil vakalardandır.

Zulmün çeşitleri vardır, sadece insanı başkasına zulmetmesi değildir. Çalışmayan insan kabiliyetlerini heder eder ve kendine zulmeder, vaktini boşa geçiren insan kendine zulmeder başarısızlıkla cezalandırılır, değerlerine itibar etmeyen insan hatalara yanlışlara alışır kendine  zulmeder, yaşadığı topraklara  sadakat göstermeyen  ihanet ederek kendine zulmeden, milli manevi değerlerine değer vermeyen  aykırı tip olarak kendine zulmeder. İnsanların hakkını vermeyerek hem kendine hem başkalarına zulmeder. Böylece zulmün çok çeşitleri vardır. Akif;

Zulmü  alkışlayamam zalimi asla  sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Zalimin  hasmıyım amma zeverim mazlumu

Tevfik Fikret;

Zulmün topu var güllesi var kalası varsa
Hakkın da bükülmez  kolu dönmez yüzü vardır

Namık Kemal;

Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar
Uyan ey yareli şir-i jeyan bu hab-ı gafletten.

Bu üç şairi isyan ettiren zulüm kötü baba imgesi ile şöhret bulmuş yönetim cihazı ve yönetici sınıftır. Akif‘in eserinde zulmün her çeşidi tahlil edilmiştir. Çalışmayan toplumun kendi kendine zulmü  Durmayalım, Meyhane , Mahalle Kahvesi  Küfe , Berlin Hatıraları  ve benzeri şiirlerde anlatılmış, tenbelliğin nasıl milletin azmi önünde  bir harami gibi   durduğu  dramatize edilmiştir. .

Yönetimin zulmü İstibdad ve Firavun ile Yüz Yüze isimli eserlerde  sahnelenmiştir. Dinin yanlış anlaşılması ve yaşanması birçok şiirde eleştirilmiştir. Çok evlilik,  yanlış tevekkül ana eleştirel temalardır.

Akif hayatında olayları her zaman idare etmiş ama Mısır’a gittikten sonraki  hayatı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu dönemde şair içine kapanmış,   birkaç şiirin dışında bir eser vermemiştir. 1925 de yazmış olduğu  Gece  şiirinde  kendisi ile hiçbir şeyin  paylaşılamadığı bir yalnız insandır. Psikanalistler yalnızlığın büyük kişilerde üretici olduğunu söylerler, kişinin kendi ile yalnız kaldığı oranda üretici olduğu belirtilir. Akif bu vahşi yalnızlıktan birkaç şiir üretmiştir. Ruhunda büyük bir yeis vardır, imanla itminanla bu ümitsizliğin dinmeyeceğini söyler. Allah’a ancak Akif ‘in kaldırabileceği  şekilde cümleler yöneltir. Hicran şiiri de aynı yıl yazılmıştır. Yıllarca mücadele etmiş şair  umduğunu bulamamanın ruhunda  yaptığı dehşetli yıkımı anlatır. Allah’ın ümitsiz ruhuna bir görünmesini ister, imanından bile olacağını söyler.

Şuhudundan cuda imanla yoktur kalmak imkanım. (Safahat s 491)

Aynı ümitsizlik ve karanlık ruh hali Secde isimli şiirde de devam eder.

Şair dünyaya geldiğinden pişmandır, huzur imkanı yoktur. Mabedi çepçevre  vaveyladır. Bütün kozmik alem neşeli ise de şair boşluktadır. Kendini bir serseri damlaya benzetir, hüsranının son bulmasını ister. Akif her zaman tepkilerini dışarı yansıtırken Mısır’daki hayatında artık içine yansıtır, içselleştirir. “İçe  yansıtma  toplumsal ve insan bilimlerinde  karşılaştığımız  içselleştirmeden daha güçlü bir terimdir ve genellikle  bir fikri ya da  dünya görüşünü içe almak demektir”( Lan Craib, Psikanaliz Nedir s 37) Necip Fazıl Zindandan Mehmede Mektuplar şiirinde  sadece sığınacak sesccadesini bulmuştur, Mehmet Akif de  Mısır zindanında aynı seccadeye sığınmıştır. Bu yıllarını bir mektubunda anlatır.

“1908‘de yirmi  1909‘da on dört şiiri bunların yanında telif tercüme birçok makaleleri yayımlanan Akif  bilhassa  Mısır’da geçen  hayatı sırasında pek eser verememektedir. 9 Nisan 1932 tarihli mektubunda  son senelerde haylice okuduğundan bahsederek  “ lakin okuduklarımdan  bir istifade ettim ki bilemem “ diyor. Gönlünün haraplığını , zihninin perişanlığını , elinin hiçbir işe yaramadığını yazıyor. Herhalde aynı zamana ait  bir başka mektubunda da  hiçbir inşirah  hissetmiyorum. Bütün ruhum  bütün maneviyatım  harap. Hele üç  beş gündür beynim  herc ü merc  içinde  “ cümleleri vardır. “ ( Tansel s 134)

Resmim İçin sınıfından birkaç  şiirin en sonuncusunda şair  artık tüketici bir yalnızlığa mahkumdur, ölüm temennisi ile teselli bulur.

Resmim İçin

Şu serilmiş görünen  gölgeme imrenmedeyim

Ne saadet hani ondan bile mahrumum ben

Daha yıllarca  eminim ki   hayatın yükünü

Dizlerim titreyerek  çekmeğe  mahkumum ben

Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını

Bana çok görme ilahi bir avuç toprağını. (Safahat s 529)

Freud kızı  Anna ile birlikte Hitler’in Kavgalar’ına  bir cevap olan son eserini Hitler’in Psikanalizmi’ni hazırladığı sırada  ölür. Psikanalistler birçok yazarın sanatını ve eserini , hayatını psikanalitik olarak incelemişlerdir, bizim ülkemizde bu bir anane haline gelmemiştir, hatta ciddi örnekler de verilmemiştir. Bizim Akif konusundaki tedkikimiz bir deneme niteliklidir. Akif’in safahatı tamamen çatışmadan doğmuştur. Psikanalizmde  çatışma kişiye , sanatçıya göre  üretici olmanın ve sanatın  kaynağıdır. Akif  gözlemlediği her olayda ve düşündüğü her meselede kafasındaki ideal  görünüm veya tasarım ile gördüğü arasındaki farktan ötürü sürekli eleştirir.Bu zihinsel boyutlu çatışma onun eserlerinin çıkış noktasıdır.

Meyhane isimli manzum hikayesinde hikaye kahramanı Halim’in anası , çocukları , eşi açken  kumar oynaması Akif’i  çatışmaya iterBir akşam gezintisi sırasında karşısına dikilen han kılıklı meyhaneyi tasvir eder, içindeki şahısların her türlü maneviyattan azade sohbetlerini dinler, sonra Halim’in kendini eve götürmeye gelen eşini  meyhane kapısında boşaması  Akif’i  buhrana dönen çözümsüz bir sıkıntıya iter. Roman gibi hikayede eşini çağırmaya gelen kadının konuşmaları  Akif’in çatışmasının ifadesidir.

Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya

Ayol  nedir bu senin yaptığın ? utan azıcık…

Anan da ben de yumurcakların da aç kaldık

Ne iş ne güç, gece gündüz içip zıbar sade

Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde ?

Evet sen el kapısında sürün işin yoksa

Getir bu sarhoşa yutsun , getir paran çoksa

Zavallı bin ç amaşır tahta her gün uğraş da

Sonunda bir paralar yok el elde baş başta. (Safahat s 41)

Kadın bütün ailenin hayatını anlatır meyhanede sağır ve kör Halim’e  bir netice doğmaz. Akif onu mezar taşı tavriyle dinleyen birine benzetir.

Köse İmam  manzum hikayesinde İhsan Bey eşini döver, onu üstüne eş getirmeye razı etmek ister, kadın gider  Köse İmam’a olayı hikaye eder. İhsan Bey çağrılır ve Köse İmam onun ile çatışır, Onun ile alay ederek eşini boşama hakkı olmadığını, dinde rastgele evliliğin bulunmadığını  anlatır, çatışma bir çözüme dönüşür . İhsan ile eşini  barıştırır evine gönderir Köse İmam. Sadece Köse İmam hikayesi geçiş döneminde iktisaden bozulmuş, ahlaken müflis  idealsiz , terbiyesi bozuk bir milletin çatışmalar arenasıdır. Akif görüğü kötü örneklerle , kafasındaki ideal örnek yüzünden huzursuz yaşamış huzur içinde ölmemiştir. Hikayenin sonunda

Ne yapıp yapmalı insanlığı öğretmeliyiz

Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felah

Hangi bir millete baksan uyanık çünkü sabah. (Safahat s 129)

Akif’in romanı  Asım ‘da Asım her an toplumla çatışma   halindedir. Asım seyyar zabtiye memurudur. Akif ve Köse imam  Asım’daki bu enerjiyi düzenli ve üretken hale getirmek isterlerMeyhane basar  Asım, kumarbazları döver Asım, mahalleyi husursuz eden gençleri döver   Asım, Çanakkale’de savaşır  Asım özetle her yerdedir Asım. Akif onu  Avrupa’ya gitmeye ikna eder, böylece  yersiz çatışmalarla boşa giden enerji mantıklı bir üretime dönüşecektir.

Tayin edildiği nahiyede toplumun geleneksel değerlerine kayıtsızlık gösteren Muallim ile de Akif çatışır, çatışma nahiyeliler tarafından öğretmenin kovulması ile sona ermiştir. İstibdad  hikayesinde  oğlu yemende asker  ve kendisi hasta olan bir adamın polislerce götürülmesi sahnesini seyreden Akif  kadın ile zabtiye paşası arasındaki çatışmayı seyreder, onları seyrederken kendi ruhsal çatışmasını dindiremez, Paşa’nın tasvirinde çatışmasını verimli hale getirir. Ama şair çatışmaya yine çare getiremez”utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak “ diye sahneden çekilir.

Psikanalistler çatışmaya dönüşmüş vakaları hastalarını konuşturarak çözümlerler.  Freud’un da birçok pisikanalistin de ferdi  ve gurup terapileri vardır. Akif bir psikanalis t gibi kahramanlarını terapi odasına alır onları konuşturur ve olayları çözümlerler. Kır Ağası hikayesinde , kır ağasının seferi bahanesiyle her gittiği yerde yeyip içmesi konusunda Kır Ağası konuşturularak gördüğü rüyayı analiz eder Akif, analizden Kır  Ağasının başına  gelecek bir belanın görüntüsü verilir.  Meyhane’de halim konuşturulur, eşi konuşturulur veya olay seyredilir, gerekirse çözüm ortaya konur. Firavun ile yüz yüze hikayesinde Firavun’un resmi karşısında onun ruhunu tahlil eder, tıpkı Hitlerin ruhunu yazmaya çalışan Freud ve  Mikelanj’un Musa’sının ruhunu tahlil ettiği gibi, veya Leonardo’nun psikanalizini yaptığı  gibi  Akif firavunun ruhunu tahlil eder, psikanalizini yapar.

Firavunun tasviri, bir ölüden bir zalim ortaya çıkarır.

Gelen geçenlere ibret yatar sefil uryan

Soyulmadık  eti kalmış bilinmiyor kefeni

Açıkta mumyası hala dağılmayan bedeni

Buz çehre miydi ki titredi  karşısında zemin

Bunun mu  handesi afaka tarh eder  enin?

Hayır b u çehre değil  şimdi  bir sicil-i azap

Bütün hututu perişan bütün meali harap

Birer siyah uçurum  gürleyen çıkan gözler

O yıldırımlar artık yerinde yeller eser

Ölüm derinleşe dursun çökük şakaklarında

Düğümlü  bir acı hüsran  henüz dudaklarında

Nedir düşündüğü bilmem o seyrelen sakalın

Bir ıstırap- ı mehibin zebunu lakin alın

Yanık  kütüklere dönmüş karın kasık el ayak

Yakında küllenerek  hepsi tarumar olacak

Şu gördüğün  mü nihayet bu leş  mi akibetin ?

Bunun mu uğruna  milyonla ruhu inlettin? (Safahat s 56)

Mikelanj’ın Musa Heykeli karşısında duran  Freud ile Firavun’un  mumyası karşısında duran Akif’in psikanalitik tahlili karşılaştırılsın, kimim başaralı olduğu görülür. Heykelin kıvrımlarından Musa’nın ruh  halini ç ıkarar Freud , Akif ‘de  mumyanın durumundan bir  perişan , rezil ruh ortaya çıkarır. İşte Akif böyle bir şair. Bizim büyük şairlerimiz var ama onlara  bakacak perspektiflerimiz eksik olduğundan bir görüşe mahkum edilmiş insanlar olarak görünürler onlar. Freud şairlerin ve filozofların  ruh tallilleri konusunda söylediği şu sözleri şairlerin ruh tahlilindeki büyüklüğünü gösterir. “ Benden önce  şairler ve filozoflar zaten bilinçdışını keşfetmişti , ben   yalnızca  bilinçdışının  incelenmesini  sağlayacak bilimsel yöntemi keşfettim “ der. (Adam Phillips, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, s 29)

Freud Musa heykeli konusundaki izlenimlerini bir eser halinde yayınlamıştır. Duygularını  anlatır. “Kaç kez o çirkin Corso Cavour’un dik merdivenlerini  tırmanıp klisenin bulunduğu ıssız alana çıktım. Musa’nın küçümser ve kızgın bakışları karşısında tutunmaya çalıştım, bazen gözlerini üzerlerine diktiği   hiçbir inanç tarafından alıkonulamayan  beklemeye  ve güvenmeye  yanaşmayan    puta tapmanın illizyonuna  yeniden kavuşur kavuşmaz  bayram yapan ayak takımından  insanlar arasında ben kendim de varmışım gibi  arkama  bakmaksızın  sıvışıp  kilisenin loşluğundan  dışarı atdım kendimi. Ama bu heykele neden  bilmecem si diyorum? Heykelin  Musa’yı  canlandırdığı  elinde kutsal yasaları içeren  levhalarla  Yahudilerin  bu kanun koyucusunu anlattığı  kuşkusuzdur.  (Sigmund Freud, Sanat veSanatçılar  Üzerine , s 139)

Bütün bir safahat mekanlar, insanlar, olaylar  hatta nesnelerin ruh halini tahlil  eden pisikanalitik tahliller yumağıdır. Akif’in eşyalara onlara ruh nisbet ederek bakması harika tahlillerdir. Fatih Cami ‘i ile  Süleymaniye Camii , Yeni Camii görüntülerinden mabetlerin ruhunu okur. Meyhane girişinden , Kahve’den bahsederken bu mekanların ruhunu  anlatır. Şerif  Muhittin’in anlatırken onun portresinden ruhunu yansıtır.İstibdad hikayesinde paşanın tasviri  tam bir psikanalitik tahlil harikasıdır, hem tahlil, hem resim , hem ironi dir. Mandal Hoca’nın tasviri de böyle bir harikadır. Bir görüntüden bu kadar çok anlam üretmek Akif’in dehasına hastır.  Derinlik psikoljisi ile Akif psikanalistleri kıskandıracak adamdır. Mandal Hoca’nın pisikanalitik tahlili

“Başta bir dalgalı fes ta tepesinden o ibik

Cuk oturmuş bakıyor mavi beş o n kat iplik

Sapı yok püskülü tutmuş da dışından ibiğe

Bağlanmış sımsıkı  artık o da kopmaz ya diye

Önü çökmüş sarığın arka taraf vermiş bel

Çağlıyor püsküle baktım üzerinden tel tel

Çak altında  o gözler  uzanan kaşlardan

İki şimsek dolu gök sanki yanarsın   baksan !

Sonra hendekler açılmış  gibi kat kat bir alın

Hani bin parça olur düşmiye  olun nazarın

İri burnundan inip savruluyor  çifte  duman

El ayak bağlı  solurken bu   kıyılmaz  aslan

Karayel  indire dursun tipi yağmur kar kış

Hoca çıplak yalnız çok seneler kalmış

Yanı yırtmaçlı  bir entarisi var  sırsıklam

Akıyor   dört eteğinden  hani biçare adam

Lakin aldırdığı yok hem sövüyor hem yürüyor

Göğsünün kılları donmuş  dağıtırken bol bol

Kime benzetti ki bilmem beni berhudar ol

Diyerek  okşadı  artık ne kadar hoşlandım

Bilemezsin  sıcacık  bir aba giydim sandım. (Safahat s 154)

Padişahı ruh halini sadece bir gizlenmek fiilinden hareketle ortaya koyar.

Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

Biraz da meydana çıksan da  hasbihal etsek

Adam mı cin mi nesin ? yok gören ne eden

Yok çünkü saklanıyorsun demek ki ; Korkudasın

Ya çünkü korkak adamlar  gerek ki saklansın

Değil mi korkudasın  var bir kabahatin mutlak. (Safahat s 85)

Bu çalışmalar Freud’un psikanalitik tahlillerindeki karakterlere benzerler. Freud  sağlıklı  tipleri değil hastalıklı tipleri seansları ile tedavi eder, Akif’in manzum hikayelerindeki tipler de genellikle hastalıklı tiplerdir, Akif onları bir yolla ya konuşturarak, ya  aracılar araya koyarak  tıpkı bir psikanalist gibi tahlil eder ve çözümler getirir. Adam Phillips  şair ile psikanalistin  benzerliğini anlatır. “ Hasta  çağrışımda bulunur , analist  yorumlar, hastanın şiiri  analistin  şiirini, analistin şiiri de hastanın şiirini esinler” (Adam Phillips , Edebiyat ve Psikanaliz  Üzerine Denemeler  s 42

Akif’in portre çizimlerinden ruh tahlillerine gidişinin bir örneği de  Mütekaid bir Paşa’dır. Libidanal bir ruh tahlilidir bu  Akif çizimi. Paşa  evindeki rum Kız ı  Eleni ile evlenmek istemektedir. Evli olduğu halde böyle bir   seçim yapmıştır. Akif onun tasvirinde hem ruh halini hem de libidanal bir tasvirle  cinsellik kokan ruhunu v e fiziğini belirler.

Ne aman dinledi gittikçe hovardam ne zaman

Saç  sakal tuttu, ne hikmetse   acip bir renk

Kalafatlandı bıyıklar iki batman bir denk

Çehre allıklı  sabunlarla  mücella her gün

Fes yıkık, kelle çıkık, kaş yılışık, göz süzgün

İğne boncuk , yakalık tasma yular.. Hepsi tamam

Koçyiğit sanki bunak. (Safahat s 82)

Akif ‘in şahaserleri olan  Bülbül, Çanakkale Şehitleri ,  istiklal Marşı    şiirleri de psikanalitik tahlillerdir. Bulbül de bir bülbülün ruh  hali ile o an milletin ruh halini anlatır, şairin ruh halini bunlara ilave edelim. Çanakkale  Şehitlerinde  savaş ve askerler, vaka ve kişilerden hareketle  savunmanın , kahramanlık şahaserinin ruh analizini yapar. İstiklal Marşı’nda Bayrağa bakarak  ondan hareketle onu ruhlandırarak onun ruh halinden ve duruşundan bir milletin istiklal  ihtiyacını ortaya koyar . Hem bayrağın , hem milletin hem kendi ruh halinin analizini yapar. Psikanalitik açıdan bu son eser özel bir çalışma olacak kadar zengindir. Özellikle birinci ikinci ve son birimlerde psikanalitik  tahlil harikaları vardır. Şair bayrak ile konuşur onun ruh hali  ile milletin ruh  hali arasında empatiler kurar. Son kısımda bir analist gibi bayrağı ikna etmiştir, tıpkı hastasını ikna eden bir psikanalist gibi , tatmin olan bayrağa  terapi  bitmiş huzur dolu bir ağızla konuşur.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!

Ebediyen sana yok  ırkıma yok izmihlal

Hakkıdır hür yaşamış  bayrağımın hürriyet

Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal. (Safahat s 523)

Büyük edipler ve şairleri olan bir milletiz , batının yaptığı psikanalitik tahlil örneklerini onlara uygulayabiliriz. Bizim yaptığımız bir tadımlık bir psikanalitik eleştiridir.

Freud  sanatçıların  hayatının hem biyografik  verilerden hem  de eserlerinden hareketle yeniden kurgulanmasını  ve kurgudan yararlanarak eserlerinin yeniden yorumlanmasını hedefleyen psikobiyografi  türünü doğurmuştur. (Cebeci, Psikanalitik Edebiyat Kuramı . s 8) Akif’in sanatı ile sanat eserleri böyle bir yeniden gözden geçirme ile onun bir psikobiyografisinin ortaya çıkacağı  görülecektir. Edebiyat eleştirisi , özellikle ülkemizde belli şeylerin dışında  verilere inmemektedir. Shakespeare üzerine Freud’un  eleştirileri vardır, psikanalist onun kahramanlarının  ruh hallerini ve bu ruh hallerine göre tiyatrolardaki  tematik  seyirleri anlatır. Holland ‘da yapılan bu bütün eleştirileri Shakespeare ve Psikanalizm isimli eserinde uzun  uzadıya anlatır. Akif’in biyografisine  psikanalitik verilere göre bakarsak onda sanatçı kişiliğin oluşumu  dış dinamiklerle , iç dinamiklerin birleşmesinden meydana gelir. Mehmet Akif  Yunus gibi verili bir sanatçı  değildir bir tanrısal ilhamdan ziyade çalışan elde eden bir sanatçıdır. İlahi ilhamla hareket eden sanatçı elde ettiği ilhamı geliştirmek sureti ile çalışmadan çok ıztırabın sıcağı altında gelişir. Akif’in sanatının oluşmasında ıztırab varsa da sanatçı  kimliğinin oluşmasında aileden gelen iç dinamiklerle , dış dünyadan gelen tetebbuat, gözlemler, hayat okumaları , vaka  gözlemleri  birlikte onun sanatçı karakterini oluştururlar. Onun gözlemciliği birçok eserinde , özellikle hikayelerinde ruh halini harekete geçiren bir akşam vakti veya bir gece, olağan üstü ruhu harekete geçiren ortamlardan sonra eserler verdiğini görürüz.İlham değil gözlemin şairidir. Kufe’de bir sabah vaktidir şairin gözlem anı

Beş on gün oldu ki mutada inkıyad ile ben

Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden

Bizim mahalle de  İstanbul’un  kenarı demek

Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek  Safahat s 24

Hasır  da böyle bir  gözlemle başlar.

Geçende yayla  civarında bir ufak cevelan

Bahanesiyle bizim eski aşinalardan

Bir atarın  azıcık  gitmek istedim yanına

Ki her zaman beni davet ederdi  dükkanına. (Safahat s 32)

Meyhane şiiri akşam vakti yapılan gözlemdir.

Canım sıkıldı dün akşam  sokak sokak gezdim

Sonunda bir yere saptım ki önce bilmezdim

Bitince   bir sıra ev sonra bir de virane

Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane. (Safahat s 39)

Mezarlık hikayesi yine bir sabah vakti gözlemlerden doğar.

Geçen sabah idi   Eyyub’a doğru  çıkmıştım

Aşıp  da surunu  şehrin atınca birkaç adım

Ufuk değişti  önümden çekildi  eski  cihan

Göründü  karşıda füshatseray-ı kabristan. (Safahat s 47)

Bayram,Selma Seyfi  Baba, İstibdad. Hürriyet,Mahalle Kahvesi,Köse İmam  vb  böyle gözlemlerden  sonra metne dönüşürler. Akif ilhamın değil çalışmanın gayretin, emeğin, göz nurunun, çilenin, ıztırabın sonunda  eserlerini vucut sahasına getirir.Bir sanat eserinde  dış dinamiklerin başarısı , iç dinamiklerin başarısından sonra ortaya çıkar. Sanatçı Akif  iç gözlemlerinde babanın dikkatli eğitimi sayesinde küçük yaşta dil eğitimi ile iç dünyasını zenginleştirir. Daha sonra kelime acısından zenginleşen   şiir doğunun ve batının gözlemlerden hareket eden büyük ediplerinin gözlem-yorum mantığından etkilenir. Zola ve Seyh Sadi her ikisi de farklı düzeyde de olsa olaylarndan , günlük hayattakı olaylardan hareketle  sanatçı bakışlar ortaya koyarlar. Akif bakma ve görmeyi Zola’dan ve Sadi’den etkilenerek kazanmıştır. Akif’in sanatını iç dinamikleri ile batı ve doğudan aldığı gözlem üzerine kurulu dış dinamikler ortaya çıkarmıştır  denebilir.

Akif ‘in mizacı melankoliktir. Hüzün duyguları, hüzünlü ilgi ve insiyatıf, kendini suçlama  , hatta hırpalama, pişmanlıklara gömülme , aradığını bulamamanın verdiği  eziklikler onun melankolik mizasının sanatına yansımasıdır. Şiirleri huzursuzluklardan, gerginliklerden, elemlerden  ortaya çıkmıştır denebilir. Onun sanatını anası ıstıraptır. Yahya Kemal de de bir iç melankoli hissedilir ama o bunun üstünü kapatır, çok nadir bu melankolik hal görülür. Akif’in şiirlerinde neşenin ve şetaretin, huzurun ortaya çıkardığı   şiir sayısı çok azdır , neredeyse yoktur. En elemsiz  siiri bir aile şiiri olan Bebek Yahut Hakkı  Karar’dır.

“Bizim Cemile , Feride’yle beraber

Unutma Beybaba  akşam birer hotozlu bebek

Getir kuzum dediler. Ben de kızların  keyfi

Kırılmasın diye reddetmedim  bu teklifi

Kiraz dudaklı  üzüm gözlü  inci dişli iki

İki edalı yosma getirdim . Aman o akşam ki

Sevinme halini bir görmeliydi yavruların.“ (Safahat  s 148)

En epik şiiri İstiklal Marşı’nda bile bir hüzün atmosferi görülür. Hilali sorgulama ile başlar şiir, sonra kendini savunur, üzgün olmaması konusunda onu ikna eder ve ona , millete istiklalin ruhsal ve sosyal analizini yapar, nisbi bir  hüzünsüzlük ile şiir sona erer.

Bülbül şiiri bütün bir  ağlayıştır, bülbülün ruh hali ile kendi ve milletinin o günkü hazin ruhu arasında gel-gitlerle  bu yürek burkan şiiri yazmıştır. Bir başka açıdan Akif hiçbir şiirinde milletinin protopi  olan kendi hırpalamamıştır.

Bugün hanümansız bir serseriyim öz diyarımda

Koca şahaserde iki ağlayan c anlı  vardır, biri bülbül şiirin üçte birlik bölümünde ağlar, ağlaması evreni tabiatı ihtizaza getirir. Sonra şair başlar ağlamağa, ama bu ağlamalar  düşünce ağırlıklı ağlamalardır. Sonunda bülbülü susturur.

Benim hakkım sus ey bülbül senin hakkın değil matem  diyerek şiiri bitirir.

Akif’in kişiliği  ve eserlerindeki  ruh analizine bakınca bu kadar  ıztırabı nasıl bastırıp yaşadığı konusunda insan hayrete düşer. Ama  Akif her zaman güçlüdür, kendini dağıtmaz, hayatı boyunca toplumu insanı ,  milleti için ruh buruklukları , kırılmaları yaşayan şair , ömrünün sonunda elemlerine içine gömer, ama yaşamaktan ve yeryüzüne gelmekten pişmandır.

Bu vahdet zara  güya geldim amma bin peşimanım

Bazı arzularına kavuşamamışsa da Akif mutlu ölmüştür, yıkılışın ,çöküşün  başladığı yıllarda hayata gelen Akif , mutlakiyet , meşrutiyet  , mütarekeyi görmüş ama Cumhuriyet ile buluşmuş bir toplumda hayata gözlerini yummuştur. Akif’in kafası batıdan ve doğudan edinilmiş öyle ideal örneklerle doludur ki böyle bir insanın  düşünce arşivi daima galeyanda ve heyecandadır. Huzurlu olması imkansızdır, zaten 1850 ile 1950 arasında huzurlu kaş şairimiz var ki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum