Mehmet Akif Ersoy Özgürlük Peşinde-2

Edebiyat tarihlerinin verdiği bilgilere ek olarak bu kitapta Akif’in nasıl bir insan olduğu, uğraşları, nelere ilgi duyduğu, bilgi ve beceri arayışı anlatılır.

Akif edindiği bilgilerin doğru olmasına çok dikkat ederdi. Bir gün çok tartışmalı bir eseri okumak istedi. Ama bu eseri doğru anlamalıydı. Öyleyse onu en iyi bilen kimseyi bulacaktı. Nihayet o eseri defalarca evine gidip gelerek de olsa Musa Kazım Efendi’nin rehberliğiyle okudu. İkdam Gazetesinde dil hakkında imzasız bir yazı yayınlanmıştı. Bu yazıdan çok etkilenen Akif, yazarın kim olduğunu araştırmaya koyuldu. Yazıyı felsefe profesörü Emrullah Efendi yazmıştı. Tanışıp kısa zamanda dost oldular, bu yeni dost Akif için yeni bir okuldu. Akif, Edirne’de Hafız Emin’le tanıştığı günden beri “Ben de hafızım, müzik bilgim olmalı” diyordu. Hafız Emin’in tanıştırdığı Neyzen Tevfik’ten ney ve nota dersleri aldı. Neyzen Tevfik Akif’in dünya görüşüne uygun bir yaşantıya sahip değildi. Ama Akif’in ruh dünyasında yeri hazırdı. Akif bu çok sevdiği insanın hiç benimsemediği halleri karşısında şefkatle dolar, bazen de gözyaşlarını tutamazdı. 1906’da görevine ek olarak Halkalı Ziraat Mektebi’nde Resmi Yazışmalar öğretmeni olarak görevlendirildi. Aynı yerde okumuştu. Üstlendiği bu görev sayesinde aile ocağı gibi gördüğü okuluna borcunun bir kısmını ödeyebilecekti. Bu görev onu mutlu etmişti.

1908’de 32 yıl önce kapatılan meclis yeniden açıldı. Akif de bu gelişmeye sevinenler arasındaydı. O hürriyetin insan haysiyetinin korunması ve toplumun gelişebilmesi için vazgeçilmeyecek bir şans olduğuna inanıyordu. Bu yeni dönemde birçok gazete ve dergi çıktı. Bunlardan biri de 27 Ağustos 1908’de yayımlanan haftalık, din, felsefe, edebiyat, hukuk ve ilim dergisi Sırat-ı Müstakim’di. Derginin sahibi Eşref Edip, başyazarı ise Mehmet Akif’di.

Mehmet Akif’in hem yıllardır elden ele dolaşan hem de yeni şiirleri yayınlandıkça, Sırat-ı Müstakim yazıhanesi onu görmek isteyenlerle dolup taşıyordu. Akif’in değerli bilginlerden ve sanatkarlardan oluşan dost halkası o günlerde gittikçe genişledi. Ünlü şair ve yazar Süleyman Nazif de o halkaya dahil olanlardandı. O Akif’i her gördüğünde, onun bir başka yönüne hayret ediyordu. “Arapçası ne kadar müdhiş, Fransızcası mükemmel, ne olgun bir insan, fen bilimlerinden de çok iyi anlıyor, ne büyük karakter.”

O yıllarda İslam ülkelerinin neredeyse tamamı Batılı devletlerin esareti altındaydı. Osmanlı Devleti de sömürgeci güçler tarafından kuşatılmıştı. Bütün İslam coğrafyası Batı karşısında geri kalmışlıktan doğan sorunlar içinde çırpınıyordu. Sırat-ı Müstakim bu sorunlar karşısında Akif’in görüşlerini yansıtan bir dergi oldu. Ona göre Müslümanlar yeniden akla, bilime önem vererek uyanıp güçlenmeli ve bağımsızlıklarını kazanmalı sonra da mutlaka birlik olmalıydılar.

Akif’in Osmanlı Devleti’nin eski gücünü kaybetmiş olmasından duyduğu ıstırap Sırat-ı Müstakimden bir çığlık gibi taştı. Ona göre devletin ve toplumun yeniden güçlenmesi için cehaletten, tembellikten, sorumsuzluktan kurtulmak gerekiyordu. Fen bilimlerine çok önem verilmeliydi. Yeniliklere ayak uydurulmalıydı. Fakat bunlar yapılırken de toplum kendi kültür ve medeniyetine bağlı kalmalıydı. Sırat-ı Müstakim bütün İslam dünyasında okundu. Akif özellikle Rus esareti altında yaşayan Türklerin ilgisinden çok memnun kaldı. Dergide Türker’in ana yurdu Orta Asya’nın en az ilgi gösterilen bir coğrafya olması eleştirildi. Mehri köklerimizle niçin ilgilenmiyorduk.

Mehmet Akif, 24 Kasım 1908’de Darülfünun edebiyat bölümünde Osmanlı edebiyatı hocası olarak atandı. Bir taraftan da halka açık Arapça dersleri veriyordu. Çoğu yüksek eğitimli olan öğrenciler bu dersleri tıklım tıklım dolduruyordu. “Sanat toplum içindir” görüşünü savunan Akif sanatını davasının hizmetine vermişti. Şiirlerini toplumu uyandırmak için yazıyordu. Şiirlerinde cehalete, yoksulluğa, adaletsizliğine ve zalim devlet adamlarına isyan etti. Toplum bu sorunlardan kurtulabilmek için suskun ve çaresiz bekleyişine son vermeliydi. Şöyle haykırıyordu. “Hangi güçlük ki gayrete gelince kolaylaşmasın, hangi korkunç şey var ki insandan korkmasın.”

1911 başlarında Akif, Ziraat Nezaretinde Baytarlık işleri dairesinde müdür yardımcısıydı. Bir gün daireye yeni bir katip geldi. Bu gencin adı Emin idi. Gazetelerde yayımlanan ilanlar üzerine Nezarete başvurmuş, sınavı kazanarak memur olmuştu. Mülkiye mektebinde son sınıf öğrencisiydi ama bunu gizlemiş sınava idadi mezunu olarak girmişti. Çalışmaya ihtiyacı vardı. Oysa öğrenci olması sınava kabul edilmesini engelleyebilirdi. Yeni katip daireye geldiği ilk gün heyecanlıydı. Etrafına bakındı “Müdür bu olsa gerek” diye düşünerek herkesin saygı gösterdiği sakallı zatın yanına gitti. Ürkek bir tavırla kendini tanıttı. O zat “Tebrik ederim” diyerek yanındaki koltuğu işaret etti: Yeriniz burası.

Bu zat müdür değildi. Öyleyse kimdi? Üçüncü gün başkatip o zatı arayan müfettişe Akif bugün üniversitede deyince yeni katip bütün cesaretini toplayıp sordu. “Niçin oraya gitti?” Başkatip şaşırdı. “Siz Akif beyefendiyi tanımıyor musunuz? Sırat-ı Müstakim’i hiç okumadınız mı? Orada şiirleri çıkan Mehmet Akif bizim dairenin müdür yardımcısıdır. Edebiyat Fakültesinde de hocadır.” Emin “ya” diyebildi! Sırat-ı Müstakim‘i alırdı. Hatta hastayı okuduğunda ağlamıştı. Ama o Akif Bey’in bu Akif olduğunu işte o zaman öğrenmişti.

Akif, birkaç gün sonra “Siz niçin yüksek tahsile heves etmediniz” diye sordu? Katip Emin korku dolu bir sesle “Ben Mülkiye’nin son sınıfındayım efendim” dedi. Akif bu cevaba sevindi. “O halde neden okulunuza gitmiyorsunuz?” diye sordu. Katibin hayalini kurduğu andı bu; “izin verirseniz gideceğim.” İzin verilmişti. Emin okuluna gitmeye başladı. Fakat işe başlayalı henüz on gün olmuştu ki, başkatip ona bir yazı getirdi. İşine son verilmişti. Başvurduğu kimseler ona bunun sebebini açıklayamadılar. Yanız emir verenin bizzat Nazır olduğunu öğrenebildi.

Niçin işine son verildi? sorusu beynini kemirirken aklına Akif’in iki gündür dairede olmadığı geldi. Acaba o mu kendisini beğenmemiş ve kovdurtmuştu. İşine son verildiği bildirilirken orada bulanmak istemediği için mi iki gündür ortalarda görünmüyordu?

Hem ailesi hem katip üzüntüden perişandı. Beş gün sonra Nezaretten bir yazı geldi. “İşinize dönünüz.” Katip büyük bir sevinçle daireye koştu. Akif Bey oradaydı, Katib’e “yerinize geçin işinize devam edin...” dedi. Katip meraktan çıldıracaktı. Bir fırsatını bulup başkatibe, “Neler oldu böyle?” diye sordu. Başkatip de olan biteni anlattı.

Akif Bey memurluk sınavında size en yüksek notu vermiş. İşte böyle girdiniz. Fakat birisi Nazır Bey’e asılsız bir ihbarda bulunmuş, o çocuk sınavda o yazıyı yazamaz. Akif Bey ona yazıp vermiştir. Bunun delili de okula devam etmesi için o çocuğa izin vermesidir demiş. Nazır Bey işine son verilmesini emretti. Akif Bey hastaydı, iyileşip gelince sizi sordu, olanları anlattım. Hemen kağıda birşeyler yazıp bana, “Bunu nazır denen adama götür” dedi. Baktım istifa etmişti. Nazır Dimitraki Mavrokordato çok telaşlandı. Müdür Bey’e Akif Bey’in evine gidip görevine dönmesi için ısrar etmesini emretti. Akif Bey, cimri diye müdür beyi sevmezdi, ama baytar mektebinde cerrahi hocası oluğu için onu kırmak da istemedi. Göreve dönmeyi kabul etti. Tabii sizin yeniden işe alınmanız şartı ile. İkide bir çocuk geldi mi? diye sordu durdu. Bir memurun işine son verilmesi belki başkasının umurunda olmazdı. Ama o Akif’di. Başkasına yapılan bir haksızlığa gerekirse hayatını ortaya koyacak kadar karşı çıkardı. Genç katip için yaptığı gibi. Eğer katip de işine dönsün şartı kabul edilmeseydi Akif işsiz kalacaktı. Bunu göze almıştı. Genç katip Erişirgil sonradan felsefe profesörü oldu, içişleri bakanı olarak görev yaptı.

Akif bir gün Halkalı Ziraaat mektebine giderken Katip Emin’i yanına aldı. Trende sohbet ediyorlardı. Akif bir ara “Pasteur’un hayatına dair bir eser okudunuz mu?” diye sordu. Emin “Hayır Efendim” deyince Akif üzüldü. Hemen okumalısınız. Okur yazar bir müslüman gencin Pasteur’u bilmemesi ayıptır. Peki en beğendiğin hukuk alimi kim? Deguit. Kimdir? Sorbon Üniversitesinde profesör. Hayatını bilir misiniz? Hayır. O halde nasıl seviyorsunuz? Düşüncelerini seviyorum. Kitaplarını mı okudunuz? Hayır. Düşüncelerini nerden öğrendiniz? Hocamız Babanzade İsmail Hakkı Beyden. Hayatını, fikirlerini, nasıl yetiştiğini de öğrenmelisiniz?

Akif ona uzun uzun güreşe ilgisini, annesinin üstünü başını zeytinyağı içinde görünce nasıl endişelendiğini, Çatalca’ya yürüyerek gidip güreşmesini, pehlivanların, günah bilmeyen temiz insanlar olduklarını anlattı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.