Mehmet Abidin KARTAL

Mehmet Abidin KARTAL

Nur Söndürülemez

Rabbimiz, Alemlerin Rabbi, insanlığa gönderdiği son ilahi mesaj Kurʼân-ı Kerîm ile kıyamete kadar gelecek olan bütün inanmayanlara meydan okudu:

(Rasûlüm!) De ki: Andolsun bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini meydana getiremezler.”[1] buyurdu.

Batıl yolun yolcuları, o gün de bugün de Kur’ân’ın bir benzerini getirmekten aciz kaldılar. Cenâb-ı Hak Kur’ân’a herhangi bir yönden biraz olsun benzeyen bir söz getirmelerini istedi. Fakat inkâr edenler, bu meydan okumalara da herhangi bir şekilde cevap veremediler.

Kur’an insanlığın imdadına yetiştiğinde dünyada saadet asrı yaşanmaya başlıyordu. Kafirler Kurʼânʼın mucizevi beyanları karşısında fikrî bir mücadele veremeyip çaresizliklerini örtme telaşıyla, alay, hakaret, iftira ve kaba güce başvurmuşlardı.

Bugün de İslam’ın hakikatlerinden, gelişmesinden, yayılmasından rahatsızlık duyan bazı karanlık vicdanlar, Kur’an karşısında aciz kalanlar, geçerli bir söz söyleyemeyenler zaman, zaman Kurʼân sayfalarını yakmakla, yırtmakla kendilerini avutuyor, kin ve nefretlerini İsveç’te, Danimarka’da, Hollanda’da, Kanada’da… kusuyorlar. Batıl haktan rahatsız oluyor. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.”[2]

Kurʼân’ı yakmakla nuru söndürülemez. Ortadan kaldırılamaz. Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Kur’an’ı yakmak isterlerken Kur’an, nurunu alevlendireceklerdir.

“Köpeklerin ağzı değdi diye deniz kirlenmez!..” diyor Mevlana hazretleri.

“Meyveli ağaç taşlanır.”

“Hırsız, kuyumcu dükkânını soymak ister, eskici dükkânını değil.”

“Güneş balçıkla sıvanmaz.”

“Hakiki insaniyet İslamiyet’tir.”

İslamiyet’in dışındaki hiçbir dinin, sistemin insanlığa verebileceği bir huzur yok.

İnsanlığın kurtuluş ve huzur reçetesi, Kur’an Medeniyetidir.

Kur’an sönmez ve söndürülmez manevi bir güneştir

1898 yılında, Van valisi Tahir Paşa’nın gazeteden gösterdiği bir haber, Bediüzzaman’ın hayatında bir dönüm noktası oldu.

Habere göre; İngiltere’de başbakanlık ve sömürgeler bakanlığı yapmış olan Gladston, mecliste yapmış olduğu bir konuşmada elinde tuttuğu Kur’an’ı göstererek şöyle diyordu: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ya bu Kur’an’ı onların elinden almalıyız yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.” Diyordu.

Bu haber Bediüzzaman’ın ruhunda fevkalade bir tesir meydana getirdi. “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diye karar verdi ve bütün hayatını Kur’an’ın müdafaasına adadı, bu uğurda Risale-i Nur eserlerini telif etti.

Telif ettiği eserler ile küfür ve dalâletin istinad ettiği bütün muhkem kalelerini ve dayanaklarını yerle bir etmiştir. Fikir sahasındaki bu muzafferiyetini, Bediüzzaman şöyle ifade buyurur:

“Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesad şebekesinin Âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir.” [3]

Kur’an-ı Kerime yapılan alçak saldırılara nasıl cevap vereceğiz?

Ölçümüz, "… medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir." olmalıdır. Küfür bataklığındaki insan, zorlamalarla değil, ikna metoduyla yola gelebilir.

Her şeyden önce, her bir Müslüman Kur’an’ın öğrenilmesi, okunması, ezberlenmesi, manasının anlaşılması ve yaşanması noktasında gayret göstermelidir. Hayatımız Kur’an’la şekillenmelidir. İnsanları ikna etmenin en tesirli yolu Kuran’ın yaşanmasıdır. Kur’an’ı yaşıyor muyuz? Eğer yaşamıyorsak, hayatımızda Kur’an yoksa yakmaktan daha vahim iş yapıyoruz demektir. Çünkü, Kur’an okunup anlaşıldıktan sonra, hayatımıza hakim olmak istiyor. Yaşanan olaylar, Kur’an’ı anlamayan, yaşamayan bizlere, İslam aleminin ensesine vurulan bir tokattır. Anlayabilirsek tabi…Kur’an’ı hayatımızın ölçüsü yapmadık, O’nun hakikatlerini yaşantımızda gösteremedik. Kur’an’ı fiilen yakmadık ama manen yaktık.

Kainatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namaz. Namaz kılıyor muyuz? Zekat veriyor muyuz? Yoksa bankalara paramızı yatırıp faiziyle mi yaşıyoruz? Kısacası Kur’an’ın emir ve yasaklarına uyuyor muyuz? Sorulara doğru cevap veremiyorsak zaten her gün Kur’an’ı yakıyoruz demektir. Önce iğneyi kendimize batıralım. Sabahtan akşama kadar bal diyen kişi balı yemezse, balın lezzetini alabilir mi?

Kur’an yakmayı, yıkmayı değil, yapmayı, yardımlaşmayı, güzel ahlakı, merhameti, şefkati, adaleti, iki cihan saadetini emrediyor. İnsanlık Kur’an’a muhtaç. Söz anlamayan vahşiler Kur’an’ı yakabilirler ama nurunu söndüremezler. Bunu biz de biliyoruz, yakanlar da çok iyi biliyor. "Kur'ân'ı indiren Biziz; onu Biz koruyacağız."[4]

İslam ülkeleri Kur’an’a saldırıda bulunan, yakılmasına seyirci kalan ülkelere en sert tepkiler göstererek, ambargo uygulamalıdırlar. Bu rezaletlere sebep olan ülkelerin malları boykot edilmelidir. Kınıyoruz, tepki gösteriyoruz ifadeleriyle bu rezaletler kapatılamaz. Ukrayna işgal edildi diye Rusya'ya ambargo uygulayan bütün batı bir olurken, Kur'an yakılırken petrol zengini İslam ülkeleri batıya niye petrol satmama ambargosu koymuyor?

Maalesef Türkiye ve İslam ülkelerinde ses getirecek ciddi bir tepki şu ana kadar göremedik.

Bütün Müslümanlar Kur'an'a ve Peygamber Efendimize (sav) yapılan hakaretlere, fiili saldırılara karşı tek yürek ve tek ses olmalı, hep birlikte ayağa kalkmalıdırlar. Nerede sivil toplum örgütleri, vakıflar, dernekler. Niçin başta İstanbul olmak üzere değişik şehirlerimizde mitingler düzenlenmiyor?

Görevimiz, “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” Bunun için, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, İlahiyat fakülteleri, İmam Hatip liseleri ve diğer kurum ve kuruluşlar, Kur’an ve İslamiyet hakkında sempozyumlar düzenleyebilirler. Bu sempozyumlar Ulusal ve Uluslararası boyutta dünyanın değişik ülkelerinde yapılabilir. Bütün dünya ülkelerinden ilim adamlarının bu sempozyumlara katılmaları sağlanabilir. Böylece Kur’an’ın mesajlarının insanlığa ulaşması yolunda güzel işler yapılmış olur.

Bu sempozyumlarda, insanlığa, huzuru, mutluluğu yaşatacak Medeniyetin kapısı çalınarak, ‘esfel-i safilin’ çukurundan çıkış yolu gösterilip ‘eşref-i mahlukat’ olduğunu hatırlatılabilir.

Çünkü; ‘’…Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette burhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'ân hükmedecek. ’’[5]

"Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, ittibâ-ı Kur'ân'dır."[6]

"İstikbal, yalnız ve yalnız İslamiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş. "[7]

[1] - İsra suresi, 88. Ayet

[2] - İsrâ Suresi 81. Ayet

[3] - Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Cilt. 2, Mesnevi-i Nuriye, Zerre, Nesil Basım, İstanbul 1996,s. 1339

[4] - Hicr Suresi 9. Ayet

[5] - Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Cilt. 2, Hutbe-i Şamiye, Nesil Basım, İstanbul 1996,s. 1963

[6] - Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Cilt. 1, Mektubat, Hakikat Çekirdekleri. Nesil Basım, İstanbul 1996,s. 570

[7] - Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Cilt. 2, Hutbe-i Şamiye, ,s. 1962

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum