Alaettin TAŞKIN

Alaettin TAŞKIN

Materyalist bilim ve görünmeyene iman!

Kâinatta tüm zamanlarda, bütün mekanlarda bir tane nizamsız, mizansız ve gayesiz olan hiçbir şey yok, hiçbir olay yok. Ancak materyalist bilimciler, evrimciler tüm kâinatın, bütün var oluşun, her bir şeyin tesadüf ile, doğa/tabiat ile, evrim ile olduğunu açıklamaya çalışıyorlar. Bugün dünyada hâkim olan  bilim, baştan sona bu saçmalıkla doludur.

Bu materyalist bilime soruyorsun, "Kâinatı/varlıkları kim yaptı?"

Diyor ki, "Tabiat/doğa yaptı."

Diyorsun ki, "Yaa, bu tabiat/doğa dediğin şey de kâinattan ibarettir. Ben, sana kâinatı, yani senin anlayışın ile tabiatı kim yaptı, diyorum. Şimdi; tabiat, kendi kendisini mi yaptı?"

Bilimci diyor ki, "Evet, tabiat kendi kendisini yaptı."

Diyorsun ki "Yahu bir şeyin 'kendi kendisini yapması' gibi bir saçmalık olabilir mi? Bir şey; var olsa, 'kendisini niye yapma ihtiyacı hissetsin.' Bir şey 'yok ise kendisini nasıl yapsın.'

Bilimci diyecek bir şey bulamıyor. Diyor ki, "Ben gördüğüme/laboratuvarda incelediğime bakarım."

Peki diyorsun, "Bu tabiat dediğin şeyde, varlıkların varlık âlemine çıkmasında istisnasız olarak gözlemlediğin düzen, ölçülülük ve gayeliliği yapabilecek hiçbir özellik var mı? Sor kendine!

Hem, var oluşun hiçbir yerinde tesadüf sonucu olan bir şey gördün mü? Bir kere tesadüf sonucu bir şeyler olsa idi 'bilim' diye bir şey olamazdı. Bilim, var oluşta tesadüf 'olmamasının' eseridir, ifadesidir.

Hem laboratuvarda hiç varlıklarda 'şans eseri' olan bir olay, bir işleyiş gördün mü? Ama sen, laboratuvardan çıkınca bütün teorilerini şans ile açıklamaya çalışıyorsun. Var oluşun 'şansa' böyle olduğunu iddia ediyorsun.

Hem sor kendine, ‘Bu varlıkları kim var edebilir? Bu varlıklar arasından herhangi bir şeyin, herhangi bir varlığı yok iken var edebilecek özelliği var mı? Bu kâinatı, bu varlıkları yok iken kim/hangi güç varlık âlemine çıkarabilir?’ diye sor kendine ve laboratuvarda incelediğin varlıklara!"

Böylece sorguladığında, yani insan olmanın gereğince var oluşa muhatap olduğunda göreceksin, gözlemleyeceksin ki her an yeniden yeniye 'yapılma' hâlinde ve tüm kâinat çapında istisnasız geçerli olan mükemmel düzenlilik, mükemmel ölçülülük, mükemmel gayelilik hâlinde ve -bütün kâinat bir fabrika çarkları gibi- 'birlik' hâlindeki varlıkları; bu varlıkların cinsinden, onların içinden hiçbir şey yapamaz. Bir şeyin 'yapansız' olması ise aklen, mantıken, insaniyeten imkansızdır. Öyle ise bu kâinatı, bu varlıkları kainat cinsinden olmayan bir kaynak yapmıştır. Ve o kaynak, ‘mutlak/sonsuz’ olmak zorundadır. Çünkü bu kâinatta hiçbir şeyin, bir şeyi yok iken var etme özelliği yok. En başta kâinatta her şey, kendileri var edilmeye muhtaç olan şeylerdir. Kendisi var edilmeye muhtaç olan bir şey, başka bir şeyin varlık kaynağı olamaz. Çünkü bir şeyi var edebilecek bir özelliği olsaydı, en başta kendisini var ederdi. Öyle ise, bir şeyin varlık kaynağı olanın 'var edilmeye' muhtaç olmayan, varlığı kendinden olan olması zorunludur. Varlığı kendinden olan ise kâinat gibi olmayan, kâinat cinsinden olmayandır. Çünkü kâinatta hiçbir şeyin varlığı kendisinden değildir. Kâinat cinsinden olmayan bir kaynak ise ancak 'mutlak' kavramıyla ifade edilebilir.

Mutlak olan, adı üstünde tektir, eşsizdir. 'Mutlaklık' ayrılma kabul etmez; ortaklık, rakiplik, benzerlik kabul etmez. Yani mutlak olan kaynak, bir tane olur; eşsiz, benzersiz olur. Yani, Vâhid ve Ehad olur. İşte tevhid/vahdaniyet kavramı, Yaratıcı'nın mutlaklığını, kâinat cinsinden olmadığını ifade eder.

Ayrıca, her bir şeyin her bir özelliği (var oluşu, düzenliliği, ölçülülüğü, rengi, tadı, kokusu vs.) tevhidin/vahdaniyetin hak olduğuna, doğru olduğuna şahitlik yapıyor. Yani her bir şey her bir özelliğiyle, var edici kaynağın varlığını ve mutlaklığını zorunluluk derecesinde gerektiriyor. Çünkü tüm kâinatın varlığı, nasıl mutlak olan bir var edici kaynağı gerektiriyorsa, aynı şekilde her bir şey de mutlak olan var edici kaynağı gerektiriyor. Tezgâh ortalık kabul etmiyorsa, tezgâhtan çıkan ürünler de ortaklık kabul etmez. Kâinat ortaklık kabul etmiyor, mutlaklığı/vahdaniyeti gerektiyorsa; ‘kâinat tezgâhında' varlık âlemine çıkan her bir şey de ortaklık kabul etmez, mutlakiyeti/vahdaniyeti gerektirir. Dolayısıyla bir şeyi yapan, ancak her şeyi yapan olur.

Özetle, mutlak olmayan bir kaynağın; gördüğün, gözlemlediğin şu kâinatı, bu varlıkları yapamaz olduğunu aklen ve mantıken anlıyorsun. Mutlak olan ise, 'onun gibisi olmayandır'; bundan dolayı tek/eşsiz olandır, kâinat cinsinden olmayandır. O, var edilmeye muhtaç olmayan var edici kaynaktır. Onun dışındaki her şey ise, 'var edilmeye muhtaç' var edilenlerdir, yaratıklardır.

İşte, böyle muhakeme ettiğinde iman kavramını şöylece anlayacaksın:

Gördüklerimi var edebilecek bir 'kaynak' varlık âleminde yok. Bu varlıkların var olması için, yani var edilmesi için var edilmeye muhtaç olmayan/varlığı kendinden olan, kâinat cinsinden olmayan/yaratık olmayan, mutlak olan  bir var edici kaynak olması zorunludur.

Yaratık olan, yaratık olmayanı/ mutlak olanı göremez. Varlık mertebesi farklı olduğu için yaratık olan yaratıcıyı göremez. Yani, iman (yaratıkların mutlak olan bir yaratıcısı var) kavramı, tanım gereği 'görünmeyen' varlık kaynağının varlığından ve mutlaklığından emin olmayı ifade eder. Kısaca, niye Yaratıcı var? Görünmediği için..! Yani, ‘görünenler' zorunluluk derecesinde gösteriyor ki kendilerinin görünmeyen bir varlık kaynağı var. İşte böylece 'görünenleri' çalıştığımızda, 'görünmeyenin' varlığından ve mutlaklığından “görür gibi” emin oluyoruz.

Yani, 'gördüklerim' görünmeyen/yaratık olmayan/mutlak olan bir varlık kaynağını gerektirdiği için, gözlem + muhakeme ile kesin kes bir şekilde gördüklerimin 'görünmeyen', mutlak olan bir kaynağı olduğunu tasdik ediyorum. Bu sonucumun kesin doğru olduğundan tüm kâinatın, her bir şeyin şahitliğinde eminim.  Hem o mutlak olan var edici kaynağın rehberlik amacıyla bana göndermiş olduğu vahiy/ler ve peygamber/ler de bu haberi bana bildiriyorlar. Öyle ise vahiy/lerin ve peygamber/ler/in getirdiği haberin kesin kes doğru olduğuna kâinatın şahitliğinde emin oluyorum. İşte iman, böyle bir muhakemenin sonucunda ulaşılan emin olmayı ve emniyeti ifade eden bir kavramdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum