Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Maddenin özellikleri ezelî olur mu?

Bir önceki yazımızda, eğlenceli bir kitaptan söz etmiş ve bazı kısımlarını paylaşmıştık. Sadece eğlence mi? Hayır. Hayretimizi de artırıyor. Tespitlerimiz de oluyor. Tefekkürde derinleşiyor, tahkikte ilerlemeye çalışıyoruz. Hani şair diyor ya:

"Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın,
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın."

Aynen öyle oluyor.

Yakın bir zamanda, üniversite öğrenci yurdunun mescidinde gençlerle birlikteydik. Sosyal bölümlerin birinde okuyan bir kardeşimiz, daha önce bizi dinlemiş. Bizim geldiğimizi duyunca da koşarak gelmiş. Sohbetin devamında, kardeşimiz: "Hocam, bir soru soracağım ama çekiniyor ve korkuyorum." demesin mi? "Niçin çekiniyorsun?" diye sordum. Biz dedi, ilköğretim sıralarında Kur'an öğrenmeye giderken, hocalarımıza aklımıza takılan bazı soruları sorunca, onlar: "Aman çocuklar, bu tip soruları sormayın. Bu mevzuları sorgulamayın, imanınız gider." demişlerdi. Biz de o günlerden beri ağzımızı açamaz, sorularımızı sormak için, cesaretimizi toparlayamaz olduk." deyiverdi. Hatta bazı arkadaşların bu tip arayış ve soruları karşısında, biraz da çaresizlik içinde kalıp mahcubiyet hissettiklerini de ilave etti.

Öncelikle bu genç kardeşime, "İman, ancak cüz'i irademizi kullandıktan sonra, elde ettiğimiz bir nurdur." dedim. Yani biz aklımızda iman ediyoruz, ruhbanlar gibi taklitte kalmıyoruz. Daha da önemlisi, karşılığında ebedî saadet olan imanımızı, hem tahkiki şekilde elde etmek, hem de bu imanı, bir ömür boyu muhafaza edip işler kılmak, kime, hangi hakikatlere, niçin iman ettiğimizi bilmekle, anlamak ve kalbe yerleştirmekle mümkün.

Sonra Cenab-ı Allah, bizim aklımızın almayacağı, sorup öğrenmemizin mümkün olmayacağı bir hakikate, iman etmemizi teklif eder mi? Ebette, kayıtlı nazarımızla tam kavrayamayacağımız bazı iman hakikatleri vardır. Ama onları da kavrayamayacağımızı anlamamız, yine imanın bir gereğidir.

İşte, bu kardeşimiz gibi, öğrenme amacıyla da olsa küçük sorgusu veya sorgulaması bastırılan insanlar, özellikle gençler, böylece her şeyiyle düzgün işleyişi, sanatı maddenin hareketine; düzgün ve zamanında, devamlı aynı tarz bir şekilde olduğu için, kanun adını taktığımız birtakım düsturlara veren; bu kadar mucizeli sanatlara tabiatı, tesadüfü, başıboşluğu bulaştıran kitapların, birtakım gayr-i ciddi cahilâne konuşmaların tuzağına itiliyor.

Şimdi mezkûr kitapta sıklıkla geçen şu cümleye bakar mısınız? "Cisim nasıl düşmek hassasına mâlikse, yine öylece düşünmek hassasına da mâliktir." Devamı ise evlere şenlik: "Cisim taş halinde yere düştüğü gibi, dimağ halinde düşünür ve kendi kendine müdrik olur."

Cisim zamanla zerrelerin hızlı hareketi sayesinde, ruha ve idrâk sahibi oluyormuş. Maddeye ezeliyet veren bu anlayışın, "zamanla" kelimesini kullanarak, kendisiyle çeliştiğini geçelim. Çünkü ezelin yanında bütün rakamlar sıfırdır. "Madde zamanla şunu, şunu kazandı." diyemezsiniz. Ayrıca ölen bir insan da bir cisim veya zerreler topluluğu. O, niçin idrâk edemiyor veya konuşamıyor? Ağız, kulak, beyin, göz, burun birer tezgâh. Ruh, bu menfezler sayesinde, vücut tezgâhında faaliyetini gösteriyor. Bu tezgahların birinde arıza olduğunda, ruhun oradaki faaliyeti o arıza nispetinde aksıyor. Ama ruh çıkınca da o organlarımızın varlığının bir anlamı kalmıyor. Yani gören, göz; işiten, kulak değil; ama ne görmek, gözsüz; ne de işitmek kulaksız olabiliyor. Bu böyle diye de işitmek, görmek, koklamak gibi mucize faaliyetler, sırf göz, kulak, burun ve ağzın zerrelerine verilemez. Böyle olsaydı, öldüğümüzde de bu organlar aynı hareketli zerreleriyle bu işleri yapıyor olmaları gerekirdi.

Şimdi bu cisme, hatta en cansıza mesala taşa idrâk, düşünme, hissetme gibi ruha ait sıfatları veren mezkûr kitap, bu sefer maddenin yaratılmadığını kabul ettirmek için de maddenin sonradan kazandığı, hatta şekilden şekile, bir durumdan başkasına geçerken, yeniden yeniye kazandığı, başta mekân olarak birtakım özelliklerine de ezeliyet vermek gibi bir cehaleti de sergilemiş. Bir Allah'ın ezeliyetini aklına sığdıramadığı için, O'na ezeliyeti vermeyince, sonsuz derecedeki zerrelere ezeliyet, yani ilahlık verme zilletini kabul etmiş. Belli ki bu zihniyet, ezeliyetin de ne olduğunu bilmiyor.

Ezeli demek, birinin var etmesiyle olmayıp kendinden var demek. "Kendinden var, ne demek?" Var olmayı, tesir kabul etmeyi, değişimi yani münfail olmayı, nesneliği kabul etmeyen demek. Böyle bir varlık için, "büyük, küçük, soğuk, sıcak, uzun, kısa, şurada, burada" gibi maddenin ancak sonradan kazandığı, kazanabildiği özellikler, sıfatlar kullanılamaz. Bu sıfatlar, maddenin zamanla kazandığı 'a'razî" denen özelliklerdir. Başta, enerji iken maddeye dönen, yeni yeni özellikler kazanan madde, bu özellikleriyle anlaşılır, anılır ve anlatılır. Yani ne uzun ne kısa, ne soğuk ne sıcak olmayan madde olamaz. Sıcaklık, soğukluk, irilik, ufaklık gibi özellikler, ezeli değildir. Maddenin zamanla kazandığı hâl değişimleridir. Öyleyse, bu özelliklerle anılan madde de ezeli olamaz. Çünkü bunlarsız madde olamaz. Ve enerjiyken, cismaniyet kazanan madde, bu ilk değişiminde bile hâl değiştirmiş ve birtakım yeni özellikler kazanmıştır. Bu bile maddenin ezeli olmadığının delilidir.

Ezeliyet isnat edilen zerre, devamlı hareket halindedir. Hiçbir hareket öncelik ve geçmişi olmadan gerçekleşemez. Ezeliyet ise, önceliksizlik demektir. Yani hareket de bir özelliktir. Madde bunu sonradan kazanmıştır. Termodinamiğin "sıcak cisimlerden soğuk cisimler ısı geçişi" olarak özetlenen entropi kanunu bile bu ısı geçişi bitmediğine göre, maddenin ezeliyetini bitirir. Çünkü tükenmeye yüz tutan, ezeli olamaz. Bu durum, bu geçişin bir yerde başladığını gösterir. Ezelin yanında, rakamların değeri sıfırdır. Madde ezeli olsaydı, ileride olmasını beklediğimiz maddi olaylar da çoktan bitmiş olacak, Güneş sönmüş, kütlesini bitirmiş olacaktı. Sıcaklığı eşit hâle gelen maddeler ise, hiçbir bileşiğe giremeyecek; hâliyle birer bileşik madde olan tuzdan, suya hiçbir gıda oluşamayacaktı. Radyoaktif maddeler, atom değerlerini kaybedip başka elementlere dönüyor. Bu dönüşmelerin de bitmiş olması gerekecekti. Halbuki radyoaktif kaynaklar devam etmektedir. Bu da maddenin bir yerde vücuda geldiğini, radyoaktifliğin de sonradan ortaya çıktığını, onun bir ortaya çıkaranının olduğunu gösterir. Madde ezelî ama bir özelliği de sonradan oldu, mesela radyoaktifliği sonradan ortaya çıktı, diyemezsiniz.

Evet dostlar, hem madde ezeli diyor, hem yeni oluşumlar devam ediyor, diyor. Yani zamansızlığı zamanla ölçüyor. Hem madde ezelî diyor, hem maddede olan hayat nüvesi, sonradan ortaya çıktı, diyor. Ezelin yanında bütün rakamların sıfır olduğunu unutuyor. Bunun adına da felsefe diyor. insanı hiçbir yerden alıp hiçbir yere götüremeyen felsefe maalesef.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.