Lütfen, kendimize gelelim!

Bir zamanlar bir ülkede, kerametleriyle ünlü âlim, fâzıl ve âbid bir zât yaşıyormuş. (Lâ Edri) Her devirde olduğu gibi, bu zatın da aleyhine olanlar bu zâtı Padişaha şikâyet ediyorlar.
-Efendimiz, bu zât sizin saltanatınızı küçümsedi. Hatta sizin makamınız için “onun makamı, sağlıklı bir büyük abdest yapmaktan bile değersizdir” dedi. Diyorlar.
Bunun üzerine Padişah, o zâtın huzura getirilmesini emreder ve bu iddianın doğru olduğunu teyit ettirir. Âlim zât söylediklerini itiraf eder ve o sözlerinden hiç geri adım atmayınca, zindana atılır.
Pek tabiidir ki, bu haksızlık karşısında âdili İlâhi, sınav gereği o padişaha çok ciddi bir kabızlık ve bâsur hastalığı nasip eder. O günkü hekimler çaresiz kaldıkları için, hapse atılan zâtın âhının tuttuğu düşünülerek, padişaha bir teklifte bulunulur:
-“Padişahımız, sizin bu derdinizin çaresi, zindana attırdığınız o mübarek zâtta olabilir.” Diyerek, padişahı ikna ederler. Âcil emirler verilir, o zât huzûra getirilir. Bu âcil durum kendisine izah edilerek, padişahı bu sıkıntıdan kurtarılması istenir.
O zat gayet kararlı ve otoriter bir ses tonuyla:
-“Padişahım, ben sizi bu dertten kurtarabilirim, fakat tek bir şartım var. Karşılığında, sadece Padişahlık makamınızın bana devredilmesini istiyorum.” Bu merdane teklif karşısında padişah önce hiddetlenir, kükrer, fakat ne yazık ki çaresizdir. Dayanılmaz sancılar içinde kıvranmaktadır. Bir an evvel bu dertten kurtulmak zorundadır. Herkesin huzurunda; “..sağlığına kavuşması halinde, padişahlığını o kişiye vereceğini” ilân eder.
Bu gelişme üzerine fiilî ve kavlî dualar sonrası, izn-i İlâhi ile Padişah şifa bulur. Derin bir “Oohhh” çektikten sonra, aylar önce yapmış olduğu hatayı da itiraf ederek:
-“Ben bunları hak ettim. Padişahlık makamı, çok doğru söyleyen, fakat haksızlıkla zindan cezası çeken bu zâtın hakkıdır” der ve bundan sonra sade bir vatandaş olarak yaşamaya razı olduğunu bildirir.
Şimdi bütün gözler ve kulaklar pürdikkat o âlim, fâzıl ve keramet sahibi zâttadır.
Kim bilir, belki de bundan sonraki yalakalıkları, ona yapacaklarını düşünüyorlardır.
O mübarek zât ise tüm insanlığa ışık tutacak şu ibretli cümleleri haykırır:
-“Padişahım!... Sağlıklı bir büyük abdest yapmaktan bile değersiz olan bir padişahlığı, ben neyleyeyim? Bunu siz de anladınız ya, o bana yeter!...” diyerek oradan uzaklaşır.
Padişah ise bu balyoz gibi söz karşısında, tevbe-i istiğfar etmek üzere secdeye kapanır…
***
Evet, sevgili dostlar.
Bugünkü tıbbi tespitlere göre yaklaşık 2000 küsur çeşit hastalık vardır. Her birisi insanı, yukarıdaki gibi kıvrandırabilir ve bizleri âciz duruma düşürebilir. Bu durumda, fiili dualarla birlikte, bu hastalığı bir gaye ile göndereni hatırlayıp, O’na c.c. iltica edilmelidir. Zaten hastalık görevini yaptıktan sonra izn-i İlâhî ile gidecektir.
Bildiğiniz gibi hastalık veya musibetlerin bize gelişi üç sebeple olabilir.
1.Şahsî kusurlarımız nedeniyle olabilir. Yani; üşütürsek, bulaşıcı hastalıklı ortamda maskesiz dolaşırsak, radyasyona maruz kalırsak, sigara-içki gibi muzır şeylere dûçar olursak v.s. Bir de yukarıdaki padişah gibi gazabı İlâhiyi celp edici bir kusur işlersek. Bakınız: Şûrâ Sûresi, 30. Âyet: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder...”
2.Yüce Rabbimiz tarafından, bizim günahlarımıza kefaret olması için veya cezalandırma amaçlı olabilir. En’âm Sûresi, 42. Âyet: “Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.” En’âm Sûresi, 120. Âyet: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.” Sebe Sûresi, 17. Âyet: “Nankörlük ettikleri için, onları böyle cezalandırdık…”
3.SINAV gereği olabilir. Sınav olduğu bilinip sabredilirse, ecir ve mükâfatlandırılacaktır. Vereni fark etmeyip isyan ederse, cezayı hak edecektir. Tevbe S. 126. Âyet: Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belalarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar!...
***
Konumuzu, ilginç bir kıssa ile taçlandıralım:
Şehir keşmekeşinden uzaklaşarak, bir mağarada inzivaya çekilen bir âbid, 20 yıl burada ibadet eder. Sadece haftada bir, kilometrelerce uzaktaki küçük bir köye inip gıda ve temizlik ihtiyaçlarını karşılayarak, gündüzlerini oruçlu, gecelerini de ibadetle geçirir. 
Bu 20. yılın sonlarında, içinde şöyle bir duygu oluşur. “Ben artık kurtuldum, bana bahşedilen bütün nimetlerin şükrünü îfâ ettim. Herhalde bu kadar ibadet yeterlidir…” Yani ÜCUB denilen hastalığa kapılır. Bu âbid zâtı sınamayı murad eden yüce Rabbimiz, ona çok şiddetli bir diş ağrısı verir. İbadetlerinin de tadı kalmamıştır. Gece ve gündüzü, acı ve sancıdan kıvranmakla geçer. Yüce Rabbimiz Hızır A.S.’ı o mağaranın önünden “köyleri dolaşan bir diş hekimi” kılığında geçirir.
Bu diş hekimini gören âbid, büyük bir sevinç ile ona yalvarmaya başlar.
-“N’olur beni bu dertten kurtar, artık dayanamıyorum v.b.” ..der. Diş hekimi ise:
-“Bu iş benim için çocuk oyuncağı gibi kolay, yeter ki sen benim şartımı kabul et” der. Ve, kendisinin para istemediğini söyler, ancak 20 yıllık ibadet karşılığının kendisine bağışlanmasını ister.
Bunu duyan âbid önce isyân eder fakat çaresizdir. Diş hekimi kılığındaki Hızır A.S. ile çatır-çatır pazarlık eder. Nihayet 5 yıllık ibadetini bağışlayarak bu dertten kurtulur.
Diş hekimi ayrılmak üzereyken, rahatlayan o âbide şöyle birkaç soru sorar:
-“Senin ağzında, bu yaşına kadar ağrısız tutulan, daha kaç tane dişin var?... Onların karşılığı kaç yıl ibadet eder…”
-“Ya tıkır-tıkır işleyen diğer organlarının ibadet karşılığı, ne kadar olabilir?...”
Âbid, kısa bir tereddüt ve tefekkür geçirerek secdeye kapanır. Hüngür-hüngür ağlamaya başlar...
•Secde Sûresi, 7,8,9. Âyetler.: Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken siz, çok az şükrediyorsunuz.
Lokman Sûresi, 33. Âyet: EY İNSANLAR! Rabbinize karşı sorumluluğunuzu unutmayın ve Ondan korkun. Ne hiçbir anne-babanın çocuğuna herhangi bir faydasının erişebileceği, ne de hiçbir çocuğun anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı o Gün'den korkun! Unutmayın, Allah'ın [yeniden diriltme] vaadi gerçektir. Öyleyse, bu dünyanın ve Şeytanın sizi ayartmasına izin vermeyin ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerinizin sahte cazibesine kapılmayın! (M.Eset meâlinden.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.