Kur’an Mealleri Üzerine

Meal, teknik anlamda tercüme ile tefsir arasında, tercümeden bir parmak aşağıda tefsirden ise bir kalem önde orta bir yerde durur. Esasen meal, bir gecede binlerce kişiyi cahil bırakan harf inkılabiyla birlikte yeni nesillerin Kuran’ın mesaj ve muhtevasıyla doğrudan yüzleşmesi daha doğrusu tanışması için ortaya çıkmış İslami bir faaliyet. Daha anlaşılır bir ifadeyle ‘uluslaşma sürecinde ortaya çıkan bir bidat-ı ecnebiye.’ Türkçe hutbe, Türkçe namaz, Türkçe ezan,  Türkçe Kur’an (meal) hasılı “Türkçe ibadet” gibi teşebbüslerin hepsi ulus devletin birer projesiydi.

Bu işin imkanı veya imkansızlığı noktasında ulema mabeyninde ciddi fırtınalar kopmasına rağmen neticede tercümeden bir parmak geride bulunan “meal”de karar kılınmış. Karşı çıkan, muhalif gurupların en itibarlı dayanakları; Cumhuriyet döneminde İslam’a rağmen yürütülen ladini faaliyetler. Sebep ne olursa olsun meal, günümüzde kütüphane raflarımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki meali olmayan orijinal Kur’anlara talep ve rağbet gün geçtikçe azalıyor.

Meal’in “Kuran’ın anlaşılması” noktasında hayati bir vazife ifa ettiği gerçeği izahtan vareste. Ancak vahyin her asırda genç, taze ve nezih lisanı olan Arapçaya karşı bir soğukluk, bıkkınlık ve hatta bazı çevrelerce yer yer düşmanlık oluşturduğu gerçeği dahi inkar edilemez. Bu durum uyanık bir zekanın yerinde ifadesiyle “geleneksel Kur’an algısında kutsal kitap-kul ilişkisi bakımından ciddi bir kırılma demek.”

Hiçbir meal, tercüme veya çeviri Kuran’ın bizatihi kendisi değil, başka bir dile mana bağlamından koparılarak aktarılması demek. Çünkü “doğal bir dildeki ifade birimlerini anlamsal ve işlevsel eşdeğerlilik sağlayarak başka bir dile aktarmak” tek kelimeyle beyhude bir gayrettir. Kur’an, son tahlilde muayyen bir toplumsal ve siyasal yapının egemen olduğu bir zeminde nazil olmuş. Nazil olduğu daha doğrusu üzerine kurulduğu mana bağlamını (vakıasını) hesaba katmadan onun evrensel nitelikteki mesajını anlamak/kavramak mümkün değil. İşbu noktada meal ve tercümenin kifayetsizliği yerini, geniş kapsamlı ve derin muhtevalı tefsirlere bırakır. İslam tarihi boyunca Kur’an’ı anlama çabası açısından binlerce tefsirin kaleme alınmış olması hep aynı amaca matuf. Salt mealin en büyük tehlikesi ‘tefsir mirasımızın insafsız bahanelerle ihmal edilip modern okurun bir boşluğa itilmesidir.’

Allah’ın tarihe müdahalesinin diğer adı olan Kur’an”  içeriğinde birçok anlam katmanını (sarihi, işari, telmihi, imai, remzi) barındırıyor. Tercüme ise yüzlerce anlam katmanından sadece birisine ayna olabiliyor, diğer yan anlamlar okuyucu nezdinde saklı kalıyor. Bu gerçek Zemahşeri, Bakıllani, Cürcani, İbn-i Hazm ve İsfahani gibi lisan ve gramer dehaları tarafından şüpheye yer bırakmayacak ölçüde ispatlanmış bulunuyor. Yakın zamanlarda merhum Bediüzzaman’ın meal girişimini, “sathi, soğuk ve nakıs”, Ercüment Özkan’ın ise “tuzak” olarak nitelemesi bu endişeden kaynaklanıyordu. Ancak hiçbir çekince ve itiraz meal yazımına engel olamadı.

Çeviri furyası, gün geçtikçe ilerledi ve sadece ülkemizde elliyi aşkın meal-çeviri kaleme alındı. Bu hareketin piri hiç şüphesiz ki Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır. Elmalılı, çalışmasını tercüme tuzağından korumak amacıyla meal ismini tercih etti. Halbuki ondan istenen meal değil, motamot bir tercümeydi. Hazretin bu kıvrak tavrı “Kur’an tercüme edilsin ta ne mal olduğu anlaşılsın” şeklindeki meşum ve sinsi planın akim kalmasına neden oldu. Bu çalışma meal-tefsirden ziyade lafzi modern tabirle literal bir hüviyet arz eder. Bunun nedeni yazarın ilahi kelamın büyüleyici şiirsel üslubunu okuyucuya tattırmak daha açık bir ifadeyle sezdirmek. Zaten mevcut çeviriler içinde Kuran’ın ritmik şiirsel dilini en güzel bir biçimde Türkçeye aktaran çalışma Elmalılı mealidir. Diğerleri üslup ve beyandan ziyade mana ve muhtevaya ağırlık vermişler. Hasan Basri Çantay meali, Elmalılıdan bir parmak geride kalsa bile ciddi bir emek mahsulü. Literal kaygılardan doğan bazı aksaklıklar hesaba katılmazsa tabi.

Muhammed Esed’te, meşhur Kadıyani Muhammed Ali Lahuri’nin tesiri oldukça belirgin. Klasik anlayış ile barışmayan nice modernist etki taşımak ve hakim “notlandırma stili” ile yer yer mesajı gölgelemekle birlikte binlerce batılı insanı Kur’an ile tanıştırması/buluşturması bakımından takdire şayan bir çalışma. Suat Yıldırım ve Ali Ünal’ın mealleri, bariz bir şekilde Risale-i Nur ve Gülen etkisi taşımakta. Birincisi daha akademik ve daha bilimsel ancak her ikisi de üslup yönünden topal ve sarsak. Ali Bulaç, orta bir yerde her kesime eşit bir mesafede duruyor. Tek eksiği Dücane’nin deyişiyle “Türkçesinin bozukluğu ve yetersizliği.” Yaşar Nuri Öztürk Meali, “Kur’anla ilişki kurmak istedikleri halde kendi sınıfsal ve statü ayrıcalıklarına uygun bir dini retorik arayan kesimlerce” bulunmaz bir kaynak. Son olarak kaleme alınan bir diğer çalışma M. İslamoğluna ait. Çalışma Mustafa Öztürk’ün deyişiyle “Muhammed Esed’in mealinden büyük ölçüde etkilenmiş” görünüyor. Mealin “secili ve sükseli” üslubu kimine göre itici ve soğuk; kimine göre çekici ve sevimli…

Netice itibariyle yanlış olan bizatihi meal’in kendisi değil mealcilik olmasına rağmen dikkatli bir gözden kaçması mümkün olmayan şöyle paradoksal bir gerçek duruyor karşımızda: Elliyi aşkın mealden sonra modern muhatapların eskiye nazaran daha da dindarlaşması ve iyi bir mü’min olması beklenirken tam tersine meal okuyucularında bilhassa dine ve kutsala karşı görünür bir lakaytlık, bir istihfaf ve sekülerleşme söz konusu. Diğer bir deyişle meal okuma ile dindarlaşma arasında ters bir orantı mevcut. Her duyarlı ilim erbabının bu husus üzerinde birazcık tezekkür etmesi icap eder.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum