Kumdan kaleler

Yer Üniversite. Yıl 2009.
Sınıfta “Bir kompozisyon yazın ve istediğiniz bir şeyi serbestçe eleştirin” diyen üniversite hocası.
“- Neyi eleştirelim?
- Nasıl eleştirelim?
- Adımızı yazmak zorunda mıyız?” ve mırıldanarak “Nereden çıktı şimdi bu?” diyenler de her türlü zorluğu yenerek üniversiteye girebilme şansını ve mutluluğunu yakalayan, gelecekte ülkeye hizmet etmek üzere yetişen gençlik.

Yıllarca, beşte dört oranındaki yanlışın arasından beşte bir oranındaki doğruyu seçmek üzerine kurulu çoktan seçmeli mantıkla yüzlerce sınava girmiş yarının büyükleri.
Ailelerin ekmeğinden tasarruf edip okutma zahmetini çekerek yaptığı en büyük yatırım.
Fikirlerinin altına imza atmaktan korkan aydın namzedi bir gençlik ve bu duruma iten sistem.
Dünyadan kopuk, ezberci bir eğitim.
Düşünmeden, sorgulamadan gelip geçen onca yıl.
Her yıl bir öncekinin tekrarı olmaktan öte geçemeyen veya yurt dışında yayımlanan yazıları Türkçeye çevirip, belki çevirtip değişmez bilimsel gerçeklikmiş gibi sunan akademik model.

Eleştirmek, elemek kökünden gelir. Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük’e göre  “Bir düşünceyi, bir eseri, bir yargıyı inceleyerek doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek, tenkit etmek”. Doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya çıkarmak, işte anahtar ifade bu.

Eleştirmeksizin gelişmek mümkün mü? Diyelim ki bir yazar, ilk kitabını yazdığı andan itibaren hiç eleştirilmesin, eleştirilmişse de kulak asmasın, dikkate almasın. On beşinci kitabını yazdığında da aslında başladığı yerde değil midir?
“Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.”(Mektubat-Onaltıncı Mektup) düsturunu şiar edinmemiz gerekmez mi?

“Ümmetimin ihtilafı rahmettir” buyuran, alemlere rahmet olan Zat-ı Ekrem (S.A.V.) bizim rehberimiz değil mi?
Dostlardan meydana gelmiş bir sohbet meclisinde hiç aykırı söz söylenmesin, söyleyenler susturulsun. Tek kale sohbet, muhabbet ve istişarelerle nereye varılabilir? Hangi hakikat ortaya çıkar?

Hayatı boyunca kahraman olarak anlatılanın hafifçe sarsıldığında kahraman, hain denilenin de aslında hain olmadığını bilme imkanı varken, sarsmamak. Dahası bir insanın kahraman ya da hain olmadan da tarihe mal olabileceğine inandırılmamak.
Sorgulayamadığımız, eleştiremediğimiz kişi, kurum ve kavramları saymakla bitirebilir miyiz?

Önemli gün ve haftaların birbirinin tekrarı niteliğindeki sıkıcı resmi törenlerinde her yıl aynı söylemleri dinleyen, aynı şiirlerin okunması ve aynı sloganların atılmasını artık kanıksayan ve bunu hiç sorgulamadan yetişen bir kuru kalabalık.
Buna mı yanarsınız?
Yoksa, aynı devletçi gelenekle yetişmiş, bu törenlerin bir benzerini kendi içlerinde uygulamaya çalışan, sadece şekilde farklı davranarak gerçeği aradığını sanan, orada toplananların zaten bildiği şeyleri, kendileri gibi düşünenlere ve kendileri gibi düşünenler tarafından bir kez daha aktararak “malumu îlam’dan öteye geçemeyen güya sivil toplumlar tarafından düzenlenen faaliyetlere mi?

Neden, hangi şeyden korkuyoruz?
Eleştirmek ve eleştirilmek gelişmenin lokomotifi ve tetikleyicisiyse, gelişmekten mi?
Çocukların sahilde yaptıkları bir dalga geldiğinde dağılan kumdan kaleler, daha mı sağlam ortalarda boy gösteren gerçeklerden?
Yıllarca savunduğumuz, sığındığımız hatta belki de nemalandığımız kaleler, ilk dalgaya dayanabilecek güçte mi?
İçimden sözlerimi şöyle bitirmek geldi: İşte ben, eleştirilemez derecede doğru ve aynı derece güzel bir yazı yazdım!

Hariçten gazel:
Durur ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette,
Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilâf-ı  re’yi ümmetten
                                                                    Namık Kemal

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum