Kıyafet özgürlüğünden Ayasofya’nın özgürlüğüne

Devlet dairelerini hapishaneye çeviren baskıcı kıyafet yönetmeliği, memurlarımızın fiili eylemleri ile kaldırılmış oldu.

Aslında gerçekleşen katılımlı bir referandumdu aynı zamanda. Toplanan 12 milyon imza, bu milletin kararını da ortaya koymuştu açıkçası.

12 milyon imza, 12 milyon kişinin desteği demekti ve muhalefetten hükümete bu 12 milyon desteğe hayır diyebilecek olamazdı.

Elbette karanlık odakların, karanlık senaryoları hızını kesmeden devam edecektir. Milletin bu sessiz mutabakatını bozmak isteyen siyaset bezirganları, sinsi provakatörler elbette sahnelere çıkmaya devam edecektir.

Şu gerçeği ise unutmamak gerekiyor. Baskıcı, yasakçı uygulamaları kaldırmaya yönelik her ne yapılıyorsa, şu andaki hükümetin devleti şeffaflaştıran, devletin kurumlarını millete boyun eğecek şekilde yumuşatan demokratik uygulamaları neticesinde yapılıyor.

Tam da bu noktada, ülkedeki kıyafet yasağını, karakollardan mahkemelere fiilen delen ülkedeki ilk özgürlük direnişçisinin, yani Bediüzzaman’ın mücadelesi bir kere daha, hem de yüksek sesle anılmalıdır.

Elbette o kış günlerinin zorlu şartlarıyla, şimdiki bahar mevsiminin şeffaf ve görece özgür ortamını kıyas etmek imkansızdır. 

İşte bizler Bediüzzaman’ın işaret ettiği o bahar çağına ne derece yakın olduğumuzu, ruhumuzu ısıtan hürriyet güneşinin doğuşundan anlıyoruz:

“Ne yapayım acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.”

Şunu da ifade edelim ki, özgürlük baharının daha başlarındayız. Nisbeten de olsa, kıyafet yasaklarının fiilen kalkması güzel ve olumlu bir gelişmedir ama kesinlikle yeterli değildir.

Hükümetimiz yönetmeliklerde gerekli değişiklikleri yapmalı ve hürriyet alanlarını daha da genişletmelidir.

Mesela, dini inançlarından dolayı yabancı erkeklerle aynı ortamda çalışmak istemeyen bayanlar için de uygun çalışma ortamları ivedilikle hazırlanmalıdır.

En azından pozitif ayrımcılığın bir gereği olarak, bayanların atamalarında inancı yaşama özgürlüğü de göz önüne alınmalı ve atamalar buna göre yapılmalıdır.

Yine okullarımızda 4. sınıftan itibaren, isteyen öğrenciler tesettürlü olarak okullarına gidebilmeli, derslerine katılabilmelidir.

Karma eğitim zorlaması da kaldırılmalı, kız okulları, erkek okulları açılarak isteyenlerin bu okulları tercih edebilmelerinin yolu açılmalıdır.

Yani devlet, vatandaşının kıyafetini, hatta ideolojisini seçen, belirleyen ve dayatan “Dikta Devleti” görünümünün son kalıntılarından da bir an önce sıyrılmalıdır.

Yine her zaman söylediğimiz gibi eğitim müfredatı da seçmeli bir yapıya kavuşturularak özgürleştirilmelidir.

Çünkü şuurlu hiçbir Müslüman, Allah’ın varlığını yok sayan, Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerini hurafe gören tesadüfçü, tabiatçı felsefelerle eğitim görmek istemez.

Bu durumda talep eden velilerin çocukları, tabiatçı, tesadüfçü, materyalist felsefelerden arınmış ders kitaplarıyla eğitim görebilmelidir.

Açık söyleyelim ki, Osmanlıca Derslerinin seçmeli ders olması kadar gereklidir böyle bir seçmeli müfredat.

Elbette toplumdaki bireylerin özgürlüğü kadar “mabedlerin” özgürlüğü de önemlidir.

Secdelerle buluşma özgürlüğü yıllardır kısıtlanan ve yapılış amacının aksine bir turizm metaı haline getirilen “Ayasofya” da ibadet özgürlüğüne kavuşmalıdır.

Burada bahsettiğimiz özgürlük, ferdlerin Ayasofya Camiinde ibadet etme özgürlüğünden ziyade, Ayasofya Camiinin “ibadet edilen bir mekan olarak yaşayabilme” özgürlüğüdür.

Hükümetimiz kıyafet özgürlüğünde olduğu gibi, bu mabedin özgürleşmesini sağlayacak tetikleyici adımları atmalıdır ve inanıyoruz ki atacaktır.

Mesela, bu mabedin parayla ziyaret edilen bir turizm metaı olarak kullanılmasının önüne geçilmesi durumunda vatandaşlarımız zaten Ayasofya’yı asıl amacına uygun bir şekilde, ibadet amacıyla kullanmaya başlayacaktır.

Yine ilgili mabedin yönetmeliklerdeki ismi ve ünvanı her ne olarak belirtilirse belirtilsin, mabedler başka amaçlar için değil ibadet için kullanılabilir.

İnsanların ibadet ya da kıyafet özgürlüğü kısıtlanamayacağı gibi mabedlerin de “ibadete mekan olma” özgürlüğü kısıtlanamaz.

Yönetmeliklerdeki adı müze ya da başka bir sıfat olsa da, Ayasofya milletin gönlünde ve kendi varoluş felsefesinde mabeddir, camidir.

Yönetmelik değişmeden de Ayasofya’da 5 vakit ezan okunmaya, cemaatle 5 vakit namaz kılınmasına izin verilmeye başlandığı anda bu mabed câmiye dönüşmüş demektir.

İşte hükümetimiz tarafından bu gelişmenin önünü açacak tedbirler alınırsa, Ayasofya, yönetmeliklerdeki değişikliklere ihtiyaç duyulmadan asli haline yani kudsi bir ibadethâneye dönüşecektir.

Mesela ilk etapta Ayasofya, Cuma namazlarında cemaatiyle buluşturulabilir. Daha sonra da bu başlangıcın fıtri tekâmülünü seyretmek kalır bize.

Milletimiz Ayasofya’yı ivedilikle asli haline döndürecektir. Bütün camilerimiz turistlere açık olduğu gibi elbette Ayasofya da belli şartlar dahilinde turistlerin ziyaretine “ücretsiz” olarak açılabilir.

Diyanet İşleri Başkanlığımız bu mabede bir imam ve bir müezzin atadıktan sonra, yönetmelikteki ismi ne olursa olsun Ayasofya fiilen ibadete açılmış olur.

Bu arada millet de kendine düşeni yapmalıdır. Kıyafet özgürlüğü için 12 milyon imza toplandığı gibi Ayasofya’nın ibadete açılması için, mesela 20 milyon imza neden toplanmasın?

Yeter ki isteyelim ve “Bismillah” diyerek bu alanda çalışmaya başlayalım. Unutmayalım ki, Bediüzzaman “niyetinizde” değil “amelinizde rıza-yı ilâhi olmalı” der.

O halde sahih niyetlerimizi, hayırlı amellere dönüştürelim. Sadece hayalllerimizle, niyetlerimizle değil fiil ve amellerimizle gidelim, Allah rızası için Ayasofya’yı ibadete açalım. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum