Kim o sudan içerse, artık benden değildir

Kim o sudan içerse, artık benden değildir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Suresi 249-251. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

249 . Böylece Tâlût ordu(su)yla (Kudüs’ten) ayrılınca (onlara) şöyle dedi: “Muhakkak ki Allah, sizi bir nehirle (de) imtihân edicidir. Buna rağmen kim ondan içerse, artık benden değildir. Eliyle bir avuç alan müstesnâ, kim de ondan (izin verilenden fazlasını) tatmazsa, işte şübhesiz o bendendir!” Fakat içlerinden pek azı müstesnâ, (hepsi) ondan (kana kana) içtiler. Derken o ve berâberindeki îmân edenler onu (nehri) geçince, (sudan içenler): “Bugün Câlût ve ordusuna karşı bizim tâkatimiz yoktur!” dediler. Gerçekten kendilerinin Allah’a kavuşacak kimseler olduklarını sezenler (yakînen inananlar) ise şöyle dediler: “Nice az (sayıdaki) topluluk, (daha) çok (sayıdaki) cemâate Allah’ın izniyle gālib gelmiştir!”(1) Çünki Allah, sabredenlerle berâberdir.(2)

250 . (Tâlût ve ona itâat eden mü’minler) Câlût ve ordusuna karşı çıktıklarında ise şöyle dediler: “Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebât ver ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!”

251 . Nihâyet Allah’ın izniyle onları hezîmete uğrattılar ve Dâvûd Câlût’u öldürdü, Allah ona saltanat ve hikmet (peygamberlik) verdi ve dilediği şeylerden ona öğretti.(3) Hâlbuki Allah’ın, insanların bir kısmını (diğer) bir kısmı ile def‘ etmesi olmasaydı, yeryüzü elbette fesâda uğrardı; fakat Allah, (bütün) âlemlerekarşı ihsan sâhibidir.

1- “Üç elif ittihâd etmezse (birleşmezse), üç kıymeti var. Eğer sırr-ı adediyet ile ittihâd etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet (kardeşlik sırrı) ve ittihâd-ı maksad (maksadda birlik) ve ittifâk-ı vazîfe (vazîfe birliği) ile tevâfuk edip (birleşip) bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakîkî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedâkâr kardeşlerin kıymet ve kuvve-i ma‘neviyesi (ma‘nevî gücü) dört binden geçtiğine, pek çok vukūât-ı târihiye (târihî hâdiseler) şehâdet ediyor. Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakîkî ve samîmî bir ittifakta, her bir ferd, sâir kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güyâ on hakîkî müttehid (birleşmiş) adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi el ile çalışıyor bir tarzda ma‘nevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” (Lem‘alar, 21. Lem‘a, 168)

2- “Sabırsız adam teennî (ihtiyat) ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksud damına çıkamaz (maksadına ulaşamaz). Onun için hırs mahrûmiyete sebebdir. Sabır ise müşkilâtın anahtarıdır (zorluklardan kurtuluşa vesîledir) ki, اَلْحَر۪يصُ خآَئِبٌ خاَسِرٌ [Hırs gösteren mahrumdur, zarardadır] اَلصَّبْرُ مِفْتاَحُ الْفَراَجِ [Sabır, ferahlığın anahtarıdır] durûb-ı emsâl (atasözü) hükmüne geçmiştir. Demek Cenâb-ı Hakk’ın inâyet ve tevfîkı (yardımı ve muvaffakıyeti), sabırlı adamlar ile berâberdir.” (Mektûbât, 23. Mektûb, 106)

3- Hz. Dâvûd (AS) saltanatla nübüvveti kendisinde toplayan şanlı bir peygamberdi. İsrâiloğulları, kendilerini yurtlarından çıkaran Câlût’a karşı, hükümdarları Tâlût komutasında harb ettiler. Cenk için er dileyen Câlût’u, Dâvûd (AS) öldürdü. Tâlût bunun üzerine kızını ona verdi. Daha sonra öldüğünde yerine Dâvûd (AS) geçti. Kudüs’ü başkent yaptı. Oldukça geniş birsaltanat üzerinde adâletle hükmetti. Bir müddet sonra da Cenâb-ı Hakk kendisine peygamberlik verdi. O, çok ağlar ve çok ibâdet ederdi. Çok güzel ve dokunaklı sesi vardı. Bir gün oruç tutar, diğer gün iftar ederdi. Hz. Dâvûd (AS), zırh yapıp satmakla geçimini te’mîn eder, elinin kazancından başka bir şey yemezdi. Allah ona kuşların dilini (ilmini) öğretmiş ve dört büyük kitabdan Zebûr-ı Şerîf’i ona inzâl eylemişti. (Bilmen, c. 1, 261)