Kim izzet, şan ve şeref istiyorsa, o hâlde bilsin ki izzet tamâmıyla Allah’ındır

Kim izzet, şan ve şeref istiyorsa, o hâlde bilsin ki izzet tamâmıyla Allah’ındır

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Fatır Suresi 9-11. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

9 . Ve Allah O (Rabbiniz)dir ki, bulutları hemen harekete geçiren rüzgârları gönderdi. Sonra onu (o bulutları) ölü bir beldeye sevk etmişizdir de, onunla o yere ölümünden sonra hayat vermişizdir. İşte (öldükten sonra) dirilme de böyledir!

10 . Kim izzet (şan ve şeref) istiyorsa, o hâlde (bilsin ki), izzet tamâmıyla Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir; sâlih amel de onu (o güzel sözü) yükseltir. (*) Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için (pek) şiddetli bir azab vardır. İşte onların tuzağı yok mu, (bil‘akis) kendisi darmadağın olur.

11 . Allah ise sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş bir hulâsadan) yaratmış, sonra da sizi (erkek ve dişi) çiftler kılmıştır. Fakat O’nun ilmi olmadan hiçbir dişi, ne hâmile kalır, ne de doğurur. Kendine ömür verilen bir kimseye(daha çok) ömür verilmesi de, onun ömründen kısaltılması da ancak bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da yazılı)dır. Şübhesiz ki bu, Allah’a göre pek kolaydır.

(*) “Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli vazîfesi اِلَيْهِ يَصْعَدُ اْلكَلِمُ الطَّيِّبُ [Güzel söz O’na yükselir] âyetinin sırrıyla, güzel ve ma‘nîdâr (ma‘nâlı) ve îmânî ve hakîkatli kelimelerin kalem-i kaderin istinsâhıyla (çoğaltmasıyla) ve izn-i İlâhî ile intişâr etmesiyle (yayılmasıyla) bütün küre-i havadaki melâike ve rûhânîlere işittirmek ve Arş-ı A‘zam tarafına sevk etmek için kudret-i İlâhî kaleminin mütebeddil (değişebilen) bir sahîfesi olmaktır. Mâdem havanın kudsî vazîfesinin, hikmet-i hılkatinin (yaratılış hikmetinin) en mühimi budur. Ve rûy-i zemîni (yeryüzünü) radyolar vâsıtasıyla bir tek menzil (yer) hükmüne getirip nev‘-i beşere (insan nev‘ine) pek büyük bir ni‘met-i İlâhiye olmaktır.

Elbette ve elbette beşer, bu pek büyük ni‘mete karşı bir umûmî şükür olarak, o radyoları herşeyden evvel kelimât-ı tayyibe (temiz sözler) olan Kelâmullâh’ın (Allah Kelâmı’nın), başta Kur’ân-ı Hakîm ve hakîkatleri ve îmânın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu vezarûrî menfaatlerine dâir kelimâtları olmalı ki o ni‘mete şükür olsun. Yoksa ni‘met böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.” (Emirdağ Lâhikası-II, 88)