Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Kendini Konuşan Değil, Kendisi İle Konuşan Yazar: Hüseyin Kara

Hüseyin Kara, kadim bir dostumuz, abimiz, eğitimin her basamağında, bulunduğu yerin hakkını vermiş bir mücadele insanı. Fakat onun yazarlık yönünden haberdâr olmamız, garip bir şekilde oldu. 80'li yılların ortalarında olduğunu hatırladığın bir tarihte, basınla da alakadar olduğumuz bir dönemdi. İstanbul'dan Ali Toker aramış ve Köprü dergisinin bir yarışmasında birincilik kazanan, Trabzonlu bir yazar Cemil Karakullukçu ile röportaj yapmamızı istemişti. Fakat bu isimde birini tanımıyorduk. Birkaç gün, soyadı benzerliği olan ve tanınan kimselere sormuş; fakat bir iz bulamamıştık. Nihayet bir kitapçı arkadaşla olan diyaloğumuzda, kitapçı arkadaş, Cemil Karakullukçu'nun Hüseyin Kara olabileceği konusunda bizi uyarmıştı.

O dönemde, Görele İmam Hatip Lisesi'nde belki de kurucu müdür olarak da okulu açan ve müdürlük yapan Hüseyin abiyi aramıştım. "Cemil Karakullukçu ile görüşmek istiyorum." deyince, meşhur kahkahasına atarak, sonradan öğrencim de olan şimdi Ankara'da bir bakanlıkta önemli bir görevde bulunan ortanca oğlu M. Cemil'in ismini kullanarak yazılar yazdığını anlatmıştı. Bir akşamüstü, röportaj için okula gitmiştik. Hem akşam üzeri hem de elektrikler kesilince, karanlıkta, bir mum ışığında röportaj yapıp İstanbul'a göndermiştik.

Sonradan, daha sıkı görüştük Hüseyin abi ile. Eynesil Milli Eğitim Müdürlüğü, hatta vekâleten aynı ilçede uzun süre kaymakamlık da yapan, emeklilikten sonra Ankara'ya yerleşen ve yine kadim dostlarımız Bestami Said Çiftçi ve Hasan Tanrıverdi ile Yeni Eğitim Dergisi'ni çıkardığı dönemde de dergiye abone olmuş ve destek vermeye çalışmıştık. Sağlığı el vermeyince, Trabzon'a taşındı. Fakat yazarlığı bırakmadı veya yazarlık onu bırakmadı diyebiliriz.

Daha önce çıkmış kitapları da vardı ama son üç kitabı, Ankara merkezli Merak Yayınlarından (Yayınevi irtibat telefonu 0543 964 45 21) çıkmış. Hüseyin Kara abinin Son Şahitler Sempozyumlarına katıldığını biliyordum. Hatta bazı konuşmalarını da dinlemiştim. Fakat bu konuda, bu kadar geniş ve güzel kitapları yazdığından haberimiz olmamıştı.

kendimle-diyalog-huseyinkara.jpgŞimdi elimde ilk baskısı 2012'de Merak Yayınlarından çıkmış 470 sayfalık "Çağımızda Bir Havari Zübeyir" kitabıyla; yine ilk baskısı 2021'de yapılmış 330 sayfalık "Kendini Bilmeyen Adam Tahiri" kitapları var. Ayrıca yine ilk baskısı 2022'de yapılmış,133 sayfalık "Kendimle Diyalog, Özgürlük İçimizde" kitabını elde ettik. Özellikle bu son kitabı okuma fırsatımız oldu. Son şahitler kitapları, bir biyografi olmalarına rağmen, gerçek rivayetler, hikâye tadında verilmeye çalışılıyor. Hizmetin ilklerinden, bu iki aksiyon insanının hayatları, örnek ve bilinmeyen yönleriyle geniş bir şekilde ortaya konuluyor. Israrla, okunmasını tavsiye ediyorum.

Bu yazımızda "Kendimle Diyalog" kitabından bahsedip bazı kısımlarından nakiller yapmaya çalışacağım. Kitapta Hüseyin Kara, kendini anlatmıyor; ama kendisiyle konuşuyor. Önemli hakikatleri, kendisiyle konuşarak vermeye çalışıyor. Bunu, arka sayfada "Kendimiz olmak ise, kendimizi konuşmaktan değil; kendimizle konuşmaktan geçer. Kendimizi tanıdıktan sonra ise, özgürleşme yolu açılmaya başlar önümüzde." cümleleriyle veriyor. Nurun önemli hakikatlerini, merak ettiklerimizi, diyalog tarzında okuyucu ile buluşturuyor.

Kitap, dokuz bölümden meydana gelmiş. İlk özgürlük sorusu, Birinci Bölümde "Habil mi yoksa Kabil mi Özgür?" başlığıyla soruluyor. Bu sualin cevabında geçen "Kaybeden kimdi? Özgür olmayandı elbette." diyaloğu ile de asıl özgürlüğün nerede ve nasıl olduğunu veya olabileceğinin ipuçlarını vermiş oluyor.

İkinci Bölümün "Özgürlüğümüzün Özü: Ene" adıyla verilen başlığı, o kadar çok şey anlatıyor ki kitabı okumanın yanında, bu konuyu Hüseyin abiden esprilerle dinlemek isterdim doğrusu. "İçimde bir ben vardır. Sanırım bu 'ben' çözümlense, çok şey, çorap söküğü gibi sökün edecek ve içimin tutumları netleşecek." cümlesi, doğrudan "Ene Risalesinde geçen "Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır.Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir miftah (anahtar) vermiş ki âlemin bütün kapılarını açar....Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendi açıldığı gibi, kâinat da açılır." cümlelerini hatırlattı bana.

Gerçekten öyle değil mi? Görünüşte her şey biliniyor, açık ve anlaşılır. Ama bu kadar aşikârlıkta, insan kendisinin hâliyle yaratılış gayesinin ve o gaye için insanı bu dünyada misafir eden şefkatli Sultanının farkında bile değil. Hüseyin Kara bunu anlatmaya çalışıyor ve haklı olarak "Ene, bende son derece önemli bir anahtar, bir mihenk. O bende olmazsa ne kendimi ne de kâinatı tanıyabilir ve ne de beni ve kâinatı yaratan hakkında sağlıklı bilgiye sahip olabilirim." tespitinde bulunuyor. Bu uzun, yirmi dört sayfalık bölüm boyunca diyaloglarla, ene ve mahiyeti çözülmeye bu yolla özgürlüğün sınırları belirlenmeye çalışılıyor.

Üçüncü Bölümde ve devamında ise, alışkanlıkları sonradan kazanılmış birer kölelik olarak görüyor Hüseyin Kara. Onlardan kurtuluşun adresini ise, yine kendimizi ve Allah'ı tanımaya bağlıyor. "Kendimizi tanıdığımız kadar biz oluruz. Yaratanı bildiğimiz ve ona inandığımız kadar, kölelikten kurtulur, özgür oluruz." isabetli tespitlerini bu bölümlerde görüyoruz.

Beşinci Bölüm korkuyu inceliyor. "Korkan insan, nasıl özgür olabilir?" diye soruyor. Bölüm boyunca "Sultan-ı kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir. O'nu bulan her matlubunu bulur, hadsiz korkulardan kurtulur." hakikati diyaloglar ile verilmeye çalışılıyor.

Altıncı Bölümde, insanı hayal dünyasında yaşatan, sanki her şeyin ulaşmak istediğimiz nesne ve arzuda olduğuna inandıran, göze, akla ve kalbe perde olan hırsı anlatmak için, yer verilen bir küçük hikâye ile sona doğru gidelim.

Avcının biri bir kuş avlamış. Ama kuş dile gelerek:

- Beni ne yapacaksın, diye sormuş.

- Avcı:

- Kesip yiyeceğim, demiş.

- Kuş:

- Vallahi ben ne et ihtiyacını gideririm ne de bir açın karnını doyururum. Beni kesip yemekten bir şey çıkmaz. Gel beni kesip yemekten çok daha değerli üç öğüt vereyim. Ancak birini elinde iken, diğerini uçup da dala konduktan ve öbürünü de ovaya açıldıktan sonra söylerim, demiş.

- Söyle bakalım demiş ve avcı kuşu salıvermiş.

- Kuş:

- Elde edemediğin şeyin hasretini çekme, demiş.

Avcı kuşu salıvermiş.

İkinci öğüdünü söylemiş:

- Olmayan şeyin olacağına inanma.

Bunun üzerine avcı, ovaya doğru yol almakta olan kuşun üçüncü öğüdünü söylemesini istemiş.

- Kuş:

- Ey ahmak, beni kesseydin, benim karnımda yirmi miskal ağırlığında iki tane inci çıkaracaktın der demez:

- Avcı:

- Eyvah, diyerek yere yıkılmış.

- Kuş devam etmiş:

- Sen daha şimdiden, önceki öğütleri unuttun. Üçüncüsünü söylemenin ne yararı var?

Elde edemediğinin hasretini çekme!

Mümkün olmayanı doğrulama!

Ahmak herif, ben kanat ve kemiklerimle yirmi miskal gelmem. Yirmi miskal incileri, nasıl karnımda taşıyabilirim?

Evet dostlar, dokuz bölümlük hacmi küçük, fakat mesajı büyük kitabın son bölümünde yer alan: "Bedenim yok olmaya yüz tutsa da gam yok. Her şeyin yarını var çünkü. Benim sonsuzluk duygum öte dünyanın güzelliklerine vurgun. Geçici zevklere yönelişim ise, elbette bir yanılgıdır." cümlesiyle yazımızı bitirelim.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum