Prof. Dr. Kenan ÖREN

Prof. Dr. Kenan ÖREN

Bediüzzaman’a Göre Çocuk Terbiyesi ve Terakki Unsuru-1

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri, ahir zamanın en önemli âlimlerinden ve müçtehidlerinden biri ve hatta birincisidir. İçtimaî hayattaki her kesime hitap eden ve onlara hem dünyada hem de ahirette saadet ve huzurun rehberliğini yapan en önemli ahir zaman hocasıdır. Böyle bir hocanın gençlere, ihtiyarlara ve hanımlara yönelik rehber niteliğinde eserleri bulunmakla birlikte diğer kesimlere de eserlerinde rehberlik etmiş; ancak eserlerinin çeşitli yerlerinde bu kesimlere hitap etmiştir. Bu bağlamda toplumun istikbalini teşkil eden çocuklara da önemli uyarılarda bulunmuş ve onların hem dünya hem de ahiret saadetlerinin sağlanması konusunda bilhassa ebeveynleri ve ilgili eğitim camiasını uyarmıştır.

Çocuklar geleceğin Türkiye’sinin mimarları olacakları için, onların iyi yetiştirilmesi konusunda Bediüzzaman’ın tavsiyelerine oldukça fazla ihtiyaç vardır ki, bu düşünceyle böyle bir eserin vücuda getirilmesi gerektiğine kanaat getirmiş bulunmaktayız.

Bediüzzaman’ın çocuk terbiyesi konusunda dikkatimi çeken en önemli sözü şu olmuştur: “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”

Üstad Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin bu sözü tahlil edildiğinde, aşağıdaki unsurlar oldukça önemli bir şekilde vurgulanmıştır:

  • Çocuğa eğitimin temeli anne tarafından atılır ki, Bediüzzaman’ın annesinden bir yaşından itibaren aldığı derler ve telkinler bir tohum hükmünde dimağında yer etmiş ve diğer hocalardan aldığı derler bu tohumlar üzerinde yeşermiştir.
  • Bediüzzaman’ın validesinden aldığı dersler manevî derslerdir. Yani Bediüzzaman ahlâkî, imanî ve dinî manâdaki telkinatlar validesi tarafından zihnine bir kanaviçe gibi işlenmiş ve geleceğin âlimine güçlü bir temel atılmıştır.
  • Bediüzzaman’ın validesi olan Nuriye hanım, Bediüzzaman’a çocukken verdiği manevî dersleri hiç bıkmadan devamlı tekrar etmiş ve beynine adeta kazımıştır.
  • Bediüzzaman’ın validesinden aldığı güçlü ve istikametli dersler, kendisine sırat-ı müstakim temin etmiş ve bu sırat-ı müstakimden hiç inhiraf etmemiştir.
  • Bildiğimiz kadarıyla Bediüzzaman’ın annesi, Bediüzzaman’ı bebekken hiç abdestsiz emzirmemiş; babası da asla haram yedirmemiştir. Hatta inekleri otlatmaya götürürken, ağızlarını bağlarmış ki, komşularının mahsullerinden otlayıp da haram bulaşmasın…

Bediüzzaman Said Nursî çocuk eğitimi konusunda vurguladığı en önemli konu “şefkat” unsurudur. Yani çocukları eğitirken şefkatle yaklaşımı esas alır ve çocuğun şefkatle eğitilmesine önem verir. Ancak Bediüzzaman’ın şefkat yaklaşımı sadece dünyevî değil; aynı zamanda uhrevîdir.

“Bediüzzaman’a göre çocuk “peder ve validesini dindar” görmelidir. Çocuk, eğitim süresince dünyevi olduğu kadar, uhrevi olarak da bir eğitim süreci geçirmelidir. Bilakis anne-babasından yeterli iman dersini alamayan çocuklar, onları dindar olarak görmezlerse ve imandan, maneviyattan boş olarak yetişirlerse anne-babasına saygısını kaybederler ve hatta o saygıya layık anne ve babaya isyan bile edebilir ve hatta onları rencide edebilirler. Böyle çocuklar zamanla anne ve babalarının varlıklarından bile onu rahatsız olup, bir an önce ölmelerini arzu ederler. Bediüzzaman hazretleri, böyle çocukları, “İnsan bozması canavarlar” olarak tesmiye etmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri, yukarıda vurgulandığı gibi, çocuk eğitiminde sürekli “şefkat”i öne sürer, “şefkat”i vurgular ve “şefkat”i çeşitli örneklerle dillendirir. Meselâ bir tavuğun yavrusunu korumak için ite saldırıp kafasını ite kaptırdığını misal olarak verir. Bu da gösteriyor ki, gerek insani ve gerekse hayvani valideler, evlatları için gerekirse canlarını feda edebilmektedirler. Bu yüzden, Bediüzzaman çocuğun şefkatle eğitilmesine ağırlık verir. Bu bağlamda bebeklikten, gençliğe ve yetişkin olarak hayata atıldığı zamanlarda şefkatle yaklaşılmasını tavsiye eder.

Çocuk dünyaya gözünü açar açmaz, ilk olarak anne ve babasını görür. Bilahare hayatının sonraki yıllarında sürekli annesiyle birlikte geçirdiği için ve anneler de şefkat kahramanları olduğu için, annede yaşadığı en önemli duygu, tek yaklaşım ve anneden öğrendiği tek davranış şekli şefkattir.

Günün önemli bir kısmında çocuk, daha çok annenin ya kucağında; ya yanında ya da kontrol altındadır. Bediüzzaman’ın şefkat kahramanı diye nitelendirdiği anne profili, kendi hayatından ziyade hayatını önemli bir kısmını çocuğuna göre ayarlar. Öyle ki, şefkat daha önceleri annenin kalbinde dururken, çocuk söz konusu olur olmaz bütün duygularına hâkim olmuş, bütün azalarına sinmiş, bütün davranışlarına yansımıştır.”

Anne bu şefkat duygusunu doğru biçimde kullanmalıdır. O yüksek şefkat duygusunu çift yönlü olarak; yani hem dünyevi hem de uhrevi olarak ve aklını katarak kullanırsa çocuğunu yetiştirmede çok büyük bir başarıya imza atar. Mesela ders çalışmaya davet ettiği gibi, namaza; bilhassa sabah namazına da davet ederse, o çocuk aklını geliştirdiği gibi, kalbini ve vicdanını da geliştirir. Zira namaz insanı birçok kötülükten beri kılar.

Yani Bediüzzaman çocuğun dünyasının mamur edilirken, ahiretinin tahrip edilmemesi gerektiğine dikkat çeker. Bu bağlamda şöyle der:

“Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var.

Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur:

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor.

Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek.

Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a’mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.

Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:...” (24. Lem’a /Lem’alar)

Bediüzzaman hazretleri yukarıdaki tavsiyelerinde aşağıdaki unsurlara dikkat çekmiştir:

  • Kadınlar ve hayvanî valideler çocukları için büyük fedakârlıklar gösterirler ve hatta onlar için canlarını tehlikeye atarlar.
  • Kadınlardaki bu kahramanlık duygusu çocuklarının sadece hayat-ı dünyevisi için değil; aynı zamanda hayat-ı ebedisi için istimal edilmelidir.
  • Çocukların sadece dünyevi istikballeri için fedakârlık edilmemeli; aynı zamanda ebedi hayatları için de fedakârlık edilmeli. Bu bağlamda Üstad, “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor,” ifadesiyle çocuğun ebedi hayatının tehlikeye atılmaması gerektiğine misal veriyor. Zira çocuğun dünyevi olarak önemli makamlara gelmesi, sadece dünya hayatını kurtarır; ancak eğer terbiye-i İslamiye ile terbiye edilmezse ve ahiretini kurtaracak telkinlerle donatılmazsa Cehennem gibi bir dehşetli ceza ile ebedi hayatının tehlikeye girebileceği uyarısında bulunuyor.

Bediüzzaman hazretlerinin bu uyarısı o kadar önemli ki, Sultan 2. Abdülhamid zamanında Avrupa’ya eğitim için gönderilip Osmanlı devletinin çeşitli kademelerinde vatan için hayırlı hizmetler yapmaları hedeflenen Osmanlı gençleri “Jön Türkler” olarak döndüler. Bilahare İttihad ve Terakki Cemiyeti’in kurulmasında önemli rol oynayıp Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinde ve Osmanlının on yıl içinde yıkılmasında etken oldular. Dünyalarını kazanıp görünüp ahiretlerini tehlikeye attılar. Bu yüzden Abdülhamid han onlar için müfsid kelimesini kullanmıştır. Bu bağlamda İslam Ansiklopedisi’nde şöyle denir: Kavramın belirli şahıslar için değil bir zümre için kullanılır hale gelmesi II. Abdülhamid’i fazlasıyla rahatsız etmiş ve Temmuz 1901 tarihinde sâdır olan bir irade gereğince “Jön Türk” tabirinin yerine “müfsid” kelimesinin kullanılması emredilerek (BA, BEO, Mahremâne Müsveddat, 129, 8 Temmuz 1901) bu tarihten sonra resmî evrakta bu tabir yerine “erbâb-ı fesad” ibaresi ikame edilmiş, Fransızca muhâberatta ise “agitateur” kelimesi tercih edilmiştir (Paris Büyükelçiliği Arşivi, D. 244, 17 Temmuz 1901/nr. 30)[1].

Devam edecek


[1]İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/jon-turkler Erişim Tarihi: 26.06.2024

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.