Kayıp Kuşağa Mektuplar-4

Kayıp Kuşağa Mektuplar-4

Yusuf Tosun

                              4. MEKTUP

“Ruhumun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tıfıl vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız”
(S. KARAKOÇ –GÜN DOĞMADAN s:42)


Sevgili Dost,
 Anılarım ve özlemlerimin yanı sıra en ulvi ideallerimin de sende saklı olduğunu itirafta beis yok sanırım. Pür dikkat  üzerine titreyerek, deyim yerindeyse dişimizi tırnağımıza takarak oluşturmaya çalıştığımız “insanlığın gelecek tasavvuru” demek istiyorum yani... Ne büyük proje değil mi(!) İnsanlığın geleceği üzerine “yol haritası” oluşturmaktan daha büyük ideal ne olabilir ki? Bu nedenle kemale ermeden kayıplara karıştığımızı kimse inkar edemez. Ya da farkında olmadan tek tek kendi inlerimize çekildiğimizi...  Yoksa   ‘kayıp kuşak’ olarak tanımladığım;  “80 Kuşağı” bir savrulma mı yaşadı? (-ki öyle…) Daha önce de satır aralarında tanımlamaya çalıştığım bu kuşak, kayıp şimdilerde. Kimi iş hayatında, kimi aş–eş maratonunda... Ne siyasette, ne de bürokraside esamisi bile okunmuyor kayıp kuşağın. Ticaret bezinde de tarakları etkin değil. Yani ne hayatın içinde, ne de dışında bu kuşak. Peki   nerede saklı bu kuşak?  Aslına bakarsan her yerde, ama bana sorarsan; HİÇBİRYERDE…

Sevgili Dost,
Bütün bunları niye mi ifade etmeye çalışıyorum? Hemen itiraf edeyim ki; insanlığın kötü bir sona doğru yol aldığı, uçurumdan yuvarlanmaya ramak kaldığı bir demi yaşıyoruz. Ne ticarette, ne siyasette ne de bürokraside ahlak, etik, adalet, vicdan... kalmadı be azizim. Her sabah evden çıkıp asansörde mutsuz, benzi soluk, robotlaşmış suratları gördükçe içimdeki alev bir kat daha harlanıyor. Yeme, içme ve eğlenmenin ötesinde fonksiyonel bir tarafımız kalmadı. Velhasıl; insanlık zor anlar yaşıyor güzel dostum. Kritik bir süzgeçten geçiyoruz. İnsanlık bir kurtarıcı, yönlendirici, uyarıcı bekliyor sanki. Kendi özüne, inanç değerlerine bağlı; toprağını, vatanını, geçmişini sahiplenen-savunan-seven kayıp çocuklarını arıyor bu millet. İnsanlığın bu kötü gidişatına dur diyebilecek; ahlak, adalet ilkelerini yeniden ihya edecek güçlü bir ses arıyor insanlık. Yani bu toplum, kendini arıyor aslında. Belki de seni, beni, onu…Yani kendimizi...

Sevgili Dost,
İçimdeki his; aranan bu sesin sen, ben, o olduğu adresini veriyor. Hayatın cafcaflı yürüyüşü içerisinde sağa-sola, ileriye-geriye, tavana, çatıya, köşeye sıkışıp kalmış çocuklarını…  Yani saklı kuşağı... Çünkü bütün veriler bu saklı cevheri tarif ediyor da ondan. O kuşağın güçlü yürüyüşünü yeni baştan seyretme aşkıyla bütün gömleklerimden sıyrılıyorum her sabah uyandığımda. Attığım her adımda onun ayak ritmiyle karşılaşıyorum. Büyük bir aşk ve heyecanla en yeni mektuplarımı sürüyorum namluya. Tıpkı yare yazılan incilerle bezenmiş şiirler gibi. O ince ruhu gözlerimin ulaştığı ve yüreğimin değdiği her duvara kazıyorum. Her cumartesi akşamı meyhanenin o loş ışıltılarına gömülen kırık umutlar gibi, DUVARDİBİ’ne yaslıyorum sırtımı. Usulce bir kürsüye yumulup Orhan Abi’den demli  bir çay alırken; “buna da  şükür” nüktelerine bırakıyorum avuçlarımı. DUVARDİBİ’nde terbiyeli bir oturuşla seninle paylaştığım ideallerimi gözden geçiriyorum bir bir. Bir yandan da hala proje üreten DUVARBİDİ müdavimlerine kulak kesiliyorum. Gel-gitler yaşıyor ama elimi eteğinden ayıramıyorum bir türlü. Umutlarıma asılı vaziyette öylesine bakakalırken, içimde güçlü bir ses;  “Ulan rıza hala uslanmadın mı” çığlıklarına boğuyor beni.

Sevgili Dost,
Söylemek istediğim; hala nehir kıyısında yüzme antrenmanıyla meşgulüz. Bir o tarafa, bir bu tarafa koşuyor, ama bir türlü nehre girip yüzmeye cesaret edemiyoruz. Nehre girip kulaç atmadan da yüzme öğrenilmiyor ki dostum. Böylece yüzmeyi öğrenmeden sele kapılıp gidiyoruz. Bunca emek ve zahmetle elde ettiğimiz yüzme dersleri de selin üzerindeki köpüğe dönüşüyor. Bir süre sonra geriye dönüp baktığımızda; yığınlarca hurda, esvap ve çürük suratlar... Tıpkı savaşçının meydan muharebesinde geride bıraktığı enkaz gibi.  Ama  unutma ki; mücadele devam ediyor ve ilelebet de devam edeceğe benziyor. O nedenledir ki; önemli olan mücadeledeki sürekliliktir. Doğrulara sebat ve yürüyüşe devam yani…

Sevgili  Dost,
İnsanlığın yaşam mücadelesinin kıyasıya devam ettiği ve her geçen gün de bu temponun artacağının gün gibi aşikar olduğu bu dönemde sana düşen; kurda–kuşa yem olmadan saklandığın/kaybolduğun yerden yeniden dirilerek; inancın, ahlakın ve asaletinle mücadeleye kaldığın yerden devam etmendir. Geçmiş tecrübelerini şimdiki hale dönüştürerek, geleceğe hızla koşman gerekmektedir. Çünkü senin koşuya sıfır kilometreden değil, kaldığın yerden devam etmen gerekiyor. Geleceği geçmişinle aydınlat ve koşuyu en önde bitirmeye bak güzel dost.  Bilesin ki; ancak senin bu aşk ve cehdinle karanlıklar aydınlanabilecektir.

Sevgili  Dost,
Kiminle mi bu mücadele? Tabiî ki kötülük ve kötülük odaklarıyla... Kötülük ne midir? Aklın, inancın, insafın, vicdanın, adaletin karşısında olan her şeydir. Senin birinci vazifen; insanlığı bu kötü gidişattan kurtarıp, doğru istikameti göstermendir. Çünkü bilesin ki; senin bu topluma, bu coğrafyaya, bu insanlara karşı sorumlulukların tamamlanmamıştır. Önce kendine güven aziz dost. Aklını, sağduyunu ve ferasetini kullanarak adımlarını sağlam atman ve oyunu kuralına göre oynaman şart. Kuralına göre oynarken de doğrulardan ayrılmaman gerekiyor.

Sevgili Dost,
Sana nasihatvari bir üslupla hitabımı bağışla.  İçim öyle dolu, öyle yüklü ki… Aslında sana nereden ve nasıl ulaşacağımı, damarlarına nasıl nüfuz edeceğimi birbirine karıştırıyorum çoğu kez. Umarım böylesi bir yaklaşımdan ötürü beni yanlış anlamaz ve algılamazsın.

Hatırlatmam gereken önemli bir husus da; birey olarak bulunduğun birim, pozisyon ve makamdaki performans, verim ve özverinin geleceğe atılan güçlü bir adım olduğudur. Biline ki; bir zamanların moda deyimiyle “ devinimin” önce içimizde gerçekleşmesi gerektiğidir. Öncelikle  kendi yüreklerimizde temiz bir toplum, ahlaklı bir belde oluşturmalıyız. Unutmamalı ki; kendine yar olmayandan, başkasına yar olması beklenmemelidir.

Umarım sesime yankı bulup, saklı olduğumuz kafeslerden çıkarız.

O’na emanet…Sağlıcakla kal...