Kayıp Kuşağa Mektuplar-14

Kayıp Kuşağa Mektuplar-14

Yusuf TOSUN'un yazısı.

 "Kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!”
(Necip Fazıl Kısakürek- GENÇLİĞE HİTABE’den)

 

Sevgili Dost,

Her geçen gün sermayeden tükettiğimizin fakında mısın? Zamanın hızla geçtiğinin ve artık yolun yarısını arşınladığımızı hatırlatmanın pek hoşuna gitmeyeceğini biliyorum. Bekleme salonundaki hayallerimizle avunup duruyoruz. Geçenlerde bir cafede oturmuş, sana mektup yazmaya çalışırken; “Lale devrinin çocuklarıyız biz” şarkısı çalınıyordu. Hüzünlü ve dramatik bir melodi... Her kuşağın kendisinden bir şeyler bulabileceği sözler var bu şarkıda. Beni de gençlik yıllarıma götürdü “lale devrinin çocukları...” Uzunbir mefkurenin mücadelesinin hatırladım. Altı boş dünyayı kurtarma teorilerimizi anımsadım. O dönemde doğru – yanlış bir fikir/ideal sahibi olmaya çalıştığımızı ve bir gelecek tasavvurumuzun olduğunu düşündüm. Ve akabinde yeni gençliğin içler acısı halini gözlemledim oturduğum masadan içim akarak. Gayri ihtiyari kulağım kaydı yan masaya. Konuşmaları, sakalaşmaları, gülüşmeleri senin de tahmin edebileceğin şekilde....   Lise veya üniversite çağlarında gençlerdi. Pırıl pırıldı suratları. Gözlerinin içi gülüyordu adeta. Masum duruşları vardı. Henüz kafalarının ve yüreklerinin boş olduğu  her hallerinden belliydi. Bir an, kırık kürsülerde oturarak çay ocaklarında yaptığımız o hararetli tartışmaları anımsadım. Amerika’dan Avrupa’ya, Afganistan’dan İran’a bütün yeryüzü coğrafyasındaki her hareket bizi ilgilendiriyordu sanki.  Ve her soruna çözüm arıyorduk. Yargılamadığımız ülke, savaşmadığımız bölge yok gibiydi. Bir beyin ve eylem fırtınası yaşıyor gibiydik adeta. Oysa şimdilerde yan masada kızıl saçlı genç sevdiği kızla arası bozulduğundan, yelkenleri suya düşmüş vaziyette fosur fosur sigara tüttürürken; bir diğeri Chat yaparken tanıştığı aşkından dem vuruyordu. Araya giren seviyesiz espri ve el hareketleri ise için cabası... Üzüldüm, sinirlendim, bozuldum, kızardım, bozardım... Sonunda içimin derin boşluğuna bıraktım hafakanlarımı.

Sevgili Dost,

Biz, savaşmadan kaybeden yorgun savaşçılar gibiyiz şimdilerde. Ve tekrar savaşıp savaşmayacağımız da meçhul.... Ancak, gelecek üzerine yapılan projelendirmelerde, gençliğin o eşsiz rolünü bilmem tekrar hatırlatmaya gerek var mı? Diyelim ki biz kaybettik, ya çocuklarımız? Gençlerimizi de kaybetmek ve geleceğimizi karartmak istemiyorsak; gençlere fikir, ideal, gelecek içeren umutlar aşılamak gerekmez mi? Onların kim oldukları, nereden gelip nereye gittikleri hatırlatmasında bulunmalıyız. Gençlik kendi kültür, gelenek, görenek ve dinini iyi öğrenmeli. Sen öğretmezsen şunu iyi bil ki; o farkında olmadan senin olmaktan çıkıyor. Fikirsiz,  idealsiz, geleceksiz içi kof bir gençlikle karşı karşıya olduğumuz aşikar ortada azizim. Serada yetişen sebzeler gibi tatsız ve vitaminsiz  bir gençlik... Ancak unutmamalı ki, böyle bir gençliğin doğuşuna zemin hazırlayan bizler olduk. Kendi  yolumuz kapanınca, arkamızdan gelen gençler de yolu kaybettiler. Kayıp bir kuşak olarak, hala büyük sorumluluklar taşıdığımızı bilmem yeniden hatırlatmaya gerek var mı? Unutmamalı ki; gelecek, bizim fedakarlığımızla  yeniden inşa olabilecektir. Ancak bu şekilde bizim yaşadığımız acı tecrübelerin bir başka versiyonunu yeni gençlerin  yaşamasının önüne geçebiliriz.

Kıymetli Dost,

Yine büyük laflar ettiğimin farkındayım. Ama inan ki, büyük hedefler taşımayanların büyük işler başarmaları da mümkün değildir. Sen yoksan, ben yoksam öyle bil ki; hiç kimse yok..... Sen ve ben oluruz hepimiz. Bu nedenledir ki yaşadığımız /kazandığımız tecrübeleri yeni nesle aktarmakla mükellefiz. Bu işin yolu, yöntemi de yok. İçinden nasıl geliyorsa ve ne kadar yapabiliyorsan... Ama yeter ki, bu duruma karşı duyarlı ol ve sorumluluk taşı. Yüreğini ve umutlarını avuçlarına alarak bu toplumun geleceğine sahip çık aziz dost. Başkalarından çok, senin sahiplenmeni bekliyor bu toplumun gelecekten bihaber  zavallı gençliği. Yüce ellerinle o kutlu idealler hala senin ev sahipliğini bekliyor.

Sevgili Dost,

Zaman zaman kayıp kuşaktan gün yüzüne çıkanlarla sohbet ettiğimde, söz dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor. Bal kavanozunun camını yalayıp duruyoruz. Hala o eski ama eskimez alışkanlıklar peşimizi bırakmıyor. Belki de kronik davranışlar... Hayat; araya sıkışmış, hala tadını bulamamış bir kuşak üzerinden geleceğe yeni bir sayfa açmak üzere... Bu yeni sayfanın gençliğin elleriyle şekilleneceği ise şüphe götürmeyen bir gerçek. Öyleyse, söz yine gençlikte...

İnan, Kayıp Kuşağın da kurtuluşu, gençliktedir. Gençlerimizi içine düştükleri bataklıktan kurtarmak ve onları olmaları gereken yere getirmekle sorumluyuz. Bu kendimize, kuşağımıza karşı taşımamız gereken en büyük sorumluluktur.

Aziz Dostum,

Bilmem kırık- dökük de olsa ızdırabımı ifade edebildim mi? Kayıp da olsa, hala o diri ruhun bir yerlerde kıvrandığını hatırlatmaya çalıştım. Hatırlatıp yeniden harekete geçirmek için... Öyleyse gel aziz dost, yeniden kendimize, gençliğimize dönelim ve unutmayalım ki; umut gençlikte!...Tıpkı Üstad Necip fazıl KISAKÜREK’in o meşhur Gençliğe Hitabe‘de dediği gibi;
 “...bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah'a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır....”