Kastamonu Lâhika Düsturları (24)-Nimeti ikrar etmek

İkrar etmek; gizlemeyip açıklama, kabul etme, tasdik etme manalarına geliyor. Bir fıkıh terimi olarak ise; kendi aleyhine başkasına ait bir hakkı haber vermek demektir.

Mahviyet düsturunu işlediğimiz yazımızda nimetlerin tahdisi konusuna biraz değinmiştik. Şimdi Kastamonu Lahikasının ikinci mektubunda yer alan bu cümle çerçevesinde konuyu ele alacağız:

“Lillâhilhamd, Risaletü'n-Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senânız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem. Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakiyete sizin gibi hakikatli talebelerin iştirak ve sa'y ve gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim.” [i]

Said Nursî, talebelerden medihlerle dolu pek çok mektuplar almıştır. Bu mektuplara verdiği cevaplarda her zaman kendisini senâya lâyık görmediğini ifade etmekle beraber Cenab-ı Hakk’ın lütf-u ihsanını her dâim nazara vermiştir. O zamanki zor şartlar altında talebelerin hüsn-ü zanlarını kırmamak, şevklerine halel vermemek için Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi namına o medihleri kabul etmiştir. Çoğu zaman yukarıdaki mektubdaki gibi, bu muvaffakiyetin gayretli ve ihlaslı Nur Talebelerinin iştirakleri ile olduğunu söylemiştir.

Esâsen bu cümlede, Risale-i Nur’un bu asrı ve geleceği nurlandırması konusu da pek mühimdir lâkin biz düsturlar üzerinden gittiğimizden bu konuyu şimdilik ele almıyoruz.

Îman ve Kur’an nuruna Üstadları Bediüzzaman vasıtasıyla kavuşan nur talebeleri elbette kendisine pek müteşekkirdirler ve bunu da çok defalar ifade etmişlerdir. Bediüzzaman, bu mektuplardan neşredilecek olanları çoğunlukla tâdil etmiştir. Kendi şahsına dair medihleri Risalelere tevcih etmiştir.

Burada en dikkat çeken husus budur ki; şöhret ve enaniyetten kaçınmak adına nimetleri inkar etmemek gerekir. Önemli olan o nimetlerin sahibini nazara vermektir.

Bediüzzaman bunu Sikke-i Tasdik-i Gaybî mevmuasının314. Sayfasında çok açık bir misalle izah ediyor. Misalde bir zât süslü güzel bir libası birine giydiriyor ve o da bu elbise ile pek güzelleşiyor. Şimdi ona “ne kadar güzelsin, güzelleştin” demelerine mukabil “nerede güzellik” dese nimeti inkar etmiş, küfrân-ı nimet etmiş olur ve o elbiseyi kendine giydiren san’atkar terziye de hürmetsizlik etmiş, san’atını inkar etmiş olur. Eğer “evet ben çok güzelim, benim gibisi var mı” dese gurura girer. Eğer dese “evet ben güzelleştim fakat güzellik bana ait değil elbisenindir ve elbiseyi bana giydirenindir” hem gururdan hem de küfrân-ı nimetten kurtulur.

Bediüzzaman Said Nursî de aynen bu misaledeki gibi, verilen nimetleri ikrar etmiş ama kendi şahsına almayarak nimetleri vereni nazara vermiş ve hamd etmiştir.

“…hakaik-i Kur'ân'ın güzelliği namına, Sözler namındaki âyinelerinin güzelliklerini ve o âyinedarlığa terettüp eden inâyât-ı İlâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.” [ii]

Bu cümle İnâyât-ı Seb’a Risalesi olan 28. Mektubun 7. Meselesinde geçmektedir. Burada Bediüzzaman tahdis-i nimet olarak Risale-i Nur’a terettüb eden pek çok inayetlerden yedi inayet-i Rabbaniyeyi ve bu inayetlerin yazılmasının sebeblerinden yedisini beyan etmiştir. Konuyu meraklılarına havale edelim.

Yine aynı konuda bir başka misal:

“Ben kendimde fazilet var diye fahir suretinde dâvâ etmiyorum. Fakat nimet-i İlâhiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki:Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir.” [iii]

İhsan ve ikramların izhar edilmesi, açıklanması nimetin şükrü manasını taşırken, kerâmetlerin izharı ise zarardır, gizlenmesi gerekir. Fakat bu noktada Bediüzzaman kerâmeti ikiye ayırıyor. Eğer biri şuuru taalluk ederek, bilerek bir kerâmet göstermiş ise, nefs-i emmaresi de varsa kendi nefsine isnad etme tehlikesi olduğu için bunu gizlemesi gerekir. Fakat bir kimse bilmeden bir kerâmete mazhar olup sonradan fark etse ve bunu bir ihsan-ı İlâhi olarak kabul ederek nefsine isnad etmezse bunun izharında sakınca yoktur.

Bediüzzaman Risale-i Nur’a dâir medihlerinin kendi eseri olması hasebiyle olmadığını böyle ifade etmiştir:

“Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur'ân'ın bir tefsiri ve Kur'ân'dan mülhem bir tercüman-ı hakikîsi ve imanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum.” [iv]

Hazret-i Ali (ra) ve Gavs-ı Azam Abdülkadir-i Geylâni (ks) nin Risale-i Nur’a dair gaybdan verdikleri haberlerin yer aldığı 8. Şua ve 8, 18 ve 28. Lem’alar yazdırıldığında; kerâmetlerin gizlenmesi gerekmez mi? bunları neden izhar ediyorsunuz diye soranlara Bediüzzaman böyle cevap vermiştir:

“Bu, bana ait bir keramet değildir. Belki, Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsinden tereşşuh ederek has bir tefsirinden keramet suretinde bizlere ve ehl-i imana bir ikram-ı Rabbânî ve in'âm-ı İlâhîdir. Elbette mu'cize-i Kur'âniye ve onun lem'aları izhar edilir. Ve nimet ise, şükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i nimettir.” [v]

Risale-i Nur talebeleri de mazhar oldukları bazı inayetleri tahdis-i nimet için zikretmişlerdir. Bir misali Hulusi Bey’dir ki mektubunda; suhuletle Risale-i Nur’un intişarına çalışabilmesi, halkların kendisine teveccüh etmeleri, eski hocalarının kendisinden Risale-i Nurları ders almaları gibi hususları bir himayet ve siyanet neticesi olarak ifade etmiştir. Bu muvaffakiyeti, Risale-i Nur talebeleri arasındaki samimi ihlas ve tesanüdün bir tezahürü olarak yorumlamıştır.

Evet, insan kendisine verilen nimetlerin sahibi değildir ve o nimetler kendisine bir meziyeti için verilmiş de değildir. İnsana düşen; nimetleri fark etmek, tasdik etmek, Allah tarafından verildiği şuuru ile şükretmek ve “Rabbinin nimetlerini anlattıkça anlat” [vi]  emrine imtisalen bir Rabb-i Kerîm tarafından verilen nimetler olarak tadad etmektir.                                                                                           

[i] Kastamonu Lâhikası s.6-7 (Envar N. 1995)

[ii] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s. 314 (erisale)

[iii] Tarihçe-i Hayat s. 231 (erisale) dasd

[iv] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.140 (erisale)

[v] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s. 166 (erisale)

[vi] Duha Suresi 11. Âyet (93\11)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum