Karanlığa esir edilmiş maddenin kurtuluşu

Masmavi bir gökyüzünün altında gözlerini açmıştı insanoğlu. Başını gökyüzüne kaldırdı ve bakışlarıyla o maviliğin enginliğinde hayretten hayrete dolaştı durdu.

Ruhuna ve aklına ilhamlar veren o masmavi göğü oluşturan maddeyi keşfetmeye çalıştı. İşte o göğün maviliğinin sunduğu ilhamlardan doğdu Esir (Ether) kavramı...

 

Esir (Ether) Yunanca kökenli bir kelimedir aslında. Önceki ifadelerimizden de anlayacağınız gibi göğün maviliği anlamına gelir.

İnsanoğlunun göğü oluşturan o temel maddeyi arayışı, dünya semasının maviliğiyle boyanarak terimleşti o günden beri. Daha sonra Aristo, gökteki yıldızların ve gezegenlerin de “Esir”den oluştuğunu savunarak yeni bir kapı aralamıştı maddeyi anlamak adına.

 

O gün bugündür tartışılıyor esir maddesi. Aslında bu maddenin var olmadığını hiçbir araştırma ispat edemedi bugüne kadar. Sadece Fizik bilimi, atom altı parçacıkların kesif dünyasında takıldı kaldı.

Bilimin gönüllü olarak dalıp gittiği bu enginliğin her bir zerresi ayrı cevaba sahip farklı bir soruyu gösteriyordu. Bu sorulara esir olan bilimin “Esir” maddesi konusunda konuşmaya mecali kalamazdı zaten.

 

1890’lı yıllarda, Lorentz ve Fitzgerald matematiksel yöntemlerle “Esir” maddesinin varlığını inkar edilmeyecek bir kesinlikte ispat ettiler. Ama bilimin şahlanmış gururu, binlerce yıllık bir kabulün doğruluğunu itirafa elbette yanaşamazdı. (https://194.27.7.1/bdfe/2007/040557012/isik_hizi/isik_hizi.htm)

 

Yani siz bakmayın bugün “Esir” maddesini çok eski çağların bilim dışı bir iddiasıymış gibi göstermeye çalışanlara. Açıktır ki, bu maddenin varlığı akli ve bilimsel bir gerekliliktir.

 

saidnursi_higgsbozonu.jpgİşte 12. Lem’a’da Bediüzzaman bu nedenle “esir” maddesi hakkında şöyle bir temel kaide dile getiriyor:

“Birinci kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki “esir” dedikleri madde ile doludur.”

 

Önceleri “Esir” maddesi adıyla anılan ve kainatın temel maddesi olarak tahayyül edilen bu gizemli madde, Modern Fizik tarafından reddedilmiş gözükse de, aslında farklı terimlerle yaşamaya devam etmektedir.

Yapılan sadece basit bir kelime değişikliğidir, maharetli bir illüzyondur. Eskilerin “Mavi Madde” (Esir) dediğini şimdiki bilim adamları, “Kara Madde” (Karanlık Madde) olarak adlandırmaktadır.

 

Kainatın kütlesinin yüzde 90’ını oluşturan bu Karanlık Madde, Bediüzzaman’ın terminolojisinde gelenekten tevarüs bir kullanımla “Esir Maddesi” olarak telaffuz edilir.

 

Adına ister Esir, ister Mavi Madde, isterseniz de Karanlık Madde deyin, kainatın unsurlarını oluşturan bütün atom altı parçacıkların hammaddesi olan bir temel parçacık vardır ve bilim CERN gibi deneylerle işte o maddeyi bulmaya çalışıyor bugün.

Bilimin bugün keşfettiği “Higgs Bozonu”nun varlığı, o temel hedefe, yani bütün parçacıkların esası olan Karanlık Maddeyi keşfe büyük bir kapı araladığından dolayı çok değerlidir.

 

Bediüzzaman, bugünkü bilimin Karanlık Madde için ortaya koyduğu iddiaları daha o günlerde Esir adı altında dile getirir:

“Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.”

 

Bediüzzaman, eskilerin hareketsiz, bölünemez, hayali ve ulaşılamaz bir madde olarak kabul ettiği Esirin “madde” cinsinden bir parçacık olduğunu, Modern Fizik’in “Karanlık Madde” anlayışına paralel bir şekilde şöyle zikreder:

“Arşı su üzerindeyken...” Hûd Sûresi, 11:7. âyeti, şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esirii halk ettikten sonra, cevâhir-i ferde (parçacıklara) kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır. (İşaretül İcaz Bakara 29)

 

Bediüzzaman’ın yukarıdaki izahlarında kullandığı “Cevahir-i Ferd” (temel parçacıklar) kavramı oldukça manidardır.

Karanlık Maddenin bütün atom altı parçacıklara kaynaklık ettiğini gösteren bu tefsir, tamamıyla Modern bilimin verileriyle uygunluk arz etmektedir.  

 

29. Lem’ada da geçen bu Cevahir-i Ferd terimiyle Bediüzzaman yıldızların, güneşlerin bu temel parçacıklardan oluştuğunu şöyle ortaya koyar:

"Hem nasıl ki cevâhir-i ferd üzerine esir zerrâtıyla bir Kur'ân-ı hikmet yazmak, semâvat sayfaları üzerine yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle bir Kur'ân-ı azîm yazmaktan cezalet itibarıyla daha aşağı değildir.”

Bu tefsirinde Bediüzzaman açık bir şekilde “esir zerratıyla” tabirini kullanarak “Esir” maddesinin zerrelerden (parçacıklardan) oluşan bir madde olduğunu da ortaya koymuş olur.

 

Bediüzzaman’ın 16. Söz’de dile getirdiği hakikatler ise “Esir” maddesinin modern bilimin “Karanlık Madde” tanımlarına uygun bir şekilde hareketli olduğunu ortaya koyar:

“Evet, nasıl cismâniyâta cam ve su gibi şeyler ayna olur; öyle de, ruhâniyâta dahi hava ve esîr ve âlem-i misâlin bâzı mevcûdâtı ayna hükmünde ve berk ve hayal süratinde bir vâsıta-i seyir ve seyahat sûretine geçerler. Ve o ruhânîler, hayal süratiyle o merâyâ-i nazîfede, o menâzil-i latîfede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.”

 

Yukarıdaki ifadelerde geçen “berk” tabiri Karanlık Maddeden müteşekkil fotonlar gibi kimi parçacıkların “ışık” hızında hareketini resmeder.

Yine aynı ifadelerde geçen “hayal süratinde” tabiri ise “Esir” maddesinin (Karanlık Madde) ışıktan daha yüksek hızlarda hareket edebilme kabliyetine de vurgu yapar.  

 

1970'li yıllarda Washington Carnegie Enstitüsü'nden Vera Rubin ve arkadaşları yaptıkları bilimsel deneylerde yıldızların hızlarının düşmek yerine sabit kaldıklarını ortaya koyarak karanlık maddenin varlığını bilimsel olarak da ispat etmiştir.

Bilim adamları Magellan Bulutsusunda bir yıldızın yavaşça parladığını ve yavaşça da parlaklığını yitirdiğini gözlemlerler ve bu olayı “Karanlık Madde”nin varlığı için delil gösterirler.

 

Bilim adamları kendi çekirdekleri etrafında dönen galaksilerin sadece çekirdeğin çekim kuvvetiyle değil “karanlık madde” olarak anılan maddenin çekim kuvvetiyle dağılmaktan kurtulduğunu ortaya koymuşlardır.

Galaksilerin hareketlerini, galaksi kümelerinde bulunan sıcak gazların varlığını da  “Karanlık Madde”nin varlığına delil olarak gören bilim adamları, galaksi hareketleri için karanlık maddenin çekimine ihtiyaç olduğunu bilimsel delillerle ortaya koymaktadırlar.

Yine bilim adamlarına göre, galaksi kümelerinin etrafında bulunan sıcak gazlar da “Karanlık Madde”nin çekim kuvvetinden kurtulamadıkları için galaksi kümesini terk edememektedirler.

 

Bediüzzaman bu kanıtların benzerlerini çok önceleri kullandığını aşağıdaki ifadelerden açıkça anlarız:

“Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek elbette müşküldür. Fakat, hak o kadar parlaktır ki, körler de görebildiği için biz de deriz ki: Fezâ-i ulvî, bilittifak esir ile doludur. Ziyâ, elektrik, hararet gibi sâir seyyâlât-ı latîfe, o fezâyı dolduran bir maddenin vücuduna delâlet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sümbüller, tarlalarını; balıklar, denizini bilbedâhe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarûre, menşe'lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu aklın gözüne sokuyor.

 

Esirden yapılmış; elektrik, ziyâ, hararet, câzibe gibi, seyyalât-ı lâtifenin medârı olmuş ve hadîste “Sema, dalgaları karar kılmış bir denizdir.”  işaretiyle, seyyarat ve nücumun harekâtına müsaid olmuş ve Samanyolu denilen mecerretü's-semâ'dan tâ en yakın seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, herbir tabaka âlem-i Arzdan, tâ âlem-i Berzaha, âlem-i misâle; tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder.  (31. Söz)

 

Bediüzzaman’ın 12. Lema’da Modern Bilimin Karanlık Maddeyi ispat için kullandığı “çekim (cazibe) ve itim (dafia)” terimlerini daha o dönemlerde, Esir maddesinin varlığını ispat için kullanması ise oldukça ilginçtir:

Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.” (12. Lema)

 

Karanlık maddeyi ortaya koyabilmek için yapılan bilimsel çalışmalardan birisi olan “çekimsel mercek olgusundan” tam da bu noktada bahsetmekte yarar var sanırım.

Bildiğimiz gibi güneş ışınları dünyaya gelene kadar epey bir yol kateder. Eğer karanlık madde ışık fotonlarını nakletmeyen bir madde olsaydı belki de hayat da devam etmeyecekti.

Ancak ışınlar farklı maddelere çarptıklarında bükülmektedirler haliyle. İşte çekimsel mercek olgusu yöntemiyle bu bükülmeye sebep olan maddelerin bir haritası çıkarılabilmektedir. Bu yöntemle “karanlık maddenin” varlığı da tespit edilebilecektir.

 

Bu arada Bediüzzaman’ın kullandığı Esir maddesi kavramının “Karanlık Enerji” kavramını da kapsadığını söylemekte yarar var sanırım.

Bediüzzaman’ın ayetlerin ışığında serdettiği “karanlık maddeden 7 çeşit parçacığın oluşabileceği” görüşünü tekrar hatırlayalım:

“Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-yi esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.”

 

İşte CERN deneyiyle yapılan da “karanlık maddeden” yaratılmış parçacıkları bularak onlar yoluyla karanlık maddeye yani esir zerratına ulaşabilmek. Mesela Higgs bozonu, “Esir”den yaratılmış maddelerden birisi...

Karanlık Madde teorisine göre de bütün atom altı temel parçacıklar Karanlık maddeden oluşmaktadır ki, Bediüzzaman Kur’an-ı Kerim’den istihrac ettiği 7 tabaka yorumuyla bu parçacıklara da işaret ediyor gibidir.

CERN deneyindeki “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” işte bu temel teorinin tezlerini ispat etmeye çalışıyor ki, Higgs Bozonu’nun keşfi bu noktadan da değerli bir buluş.

 

Karanlık Maddeyi açıklamak için son olarak geliştirilen Süper Simetri kuramına göre bizi Karanlık Madde’ye götürecek 7 temel parçacık vardır:

1-Skuarklar, 2-Sleptonlar, 3-Photino, 4-W-ino, Z-ino, 5- Gluino, 6-Gravitino, 7-Higgsinolar

 

Standart Modele göre de Higgs’i merkeze aldığımızda 7 temel parçacığın varlığından söz edebiliriz:

1-Kuarklar, 2-Leptonlar, 3-Foton, 4-W, Z Bozon, 5-Gluon, 6-Gravition, 7-Higgs (https://www.hephy.at/project/theory/SUSYspectrum.gif)

 

Görüldüğü gibi iki modelde de son zamanda keşfedilen Higgs parçacığı ile birlikte 7 temel parçacığın varlığı açıkça gözükmektedir.

 

Sıfır spinli Higgs Parçacığı bütün diğer parçacıklarla etkileşime girebilen bir parçacıktır. Çünkü bütün o parçacıkların kütleleri Higgs parçacığı vesilesiyle yaratılmıştır.

Tabii ki o İlahi Parçacık diğer parçacıklarla etkileşime girerek onları etkileme vazifesini kendi istediği için ya da kendisinde olmayan ilim, kudret ve iradesine dayanarak  bunları yapamaz:

“Hem her bir zerre, öyle bir nakş-ı san'atta işler ki; ya bütün zerratla münasebettar, herbirisine ve umumuna hem hâkim ve hem herbirisine ve umumuna mahkûm bir vaziyette bulunmakla, o hayretfezâ san'atlı nakşı ve hikmetnümâ nakışlı san'atı bilir ve îcad eder. Bu ise, binler defa muhaldir.”

 

O halde Bediüzzaman’ın Kur’an tefsiri sadedinde söylediği 7 tabaka tabirinin neye işaret ettiği bu manada da açıktır:

“Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.”

 

Yaratılan her parçacığın bir zıddı ya da çifti de yaratılmaktadır. Bediüzzaman bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

“Mümkinâtta zıdlar birbirine girebilmiş; mertebeler tevellüd ederek, ihtilâfât ile tegayyürât-ı âlem neş'et etmiştir.” (Yirmi Dokuzuncu Söz)

 

Sicim terosine göre ise kainatın her noktasında 7 boyutlu bir yumak kainat bulunmaktadır. Karanlık Madde, sicim evrenlerin yani parçacıkların bu 7 boyutunun da kendisinden oluştuğu madde olmaktadır.

 

Bediüzzaman’ın dile getirdiği aşağıdaki ifadeler ise Sicim Teorisinin bir gelişmiş şekli olan M-Teorisi’ndeki (Her Şeyin Teorisi’ndeki) madde tanımına oldukça yakındır:

“Tahavvülatı zerrat, Nakkaş-ı ezelinin kalem-i kudreti, kitab-ı kainata yazdığı ayat-ı keviniyenin hengamındaki ihtizazatı (dalgalanması, titreşimi) ve cevelanıdır (akışıdır).”

“Tahavvülât-ı zerrât … kelimât-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekâttır ve mânidar ihtizâzâttır (dalgalanmalar, titreşimlerdir).”

“Demek harekât-ı zerrat; o kitabetten, o istinsahtan; mevcûdat âlem-i gaybdan âlem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekâttır.” (Otuzuncu Söz)

 

M-Teorisinin tanımı ise şöyledir:

“Rölativite ve Kuantum Teorileri birleştirilerek üretilen ve on boyutlu bir hiper-uzayda tanımlanan “Sicim teorisi” ve 11. boyutu da katan M-Teorisine (Her Şeyin Teorisine) göre, mikro sicimler titreştiğinde evrende bulunan atom altı parçacıkları yani notaları üretiyor. Bu notaların oluşturduğu melodiler “madde”, bu melodilerin yarattığı senfonilere de “evren” deniliyor. Bu sicimlerin yarattığı armonilerin fizik yasaları olduğuna inanan araştırmacılar, sicimler hareket ettiğinde, etrafındaki uzay ve zamanı eğip, büktüklerini fark etmişlerdir.” (https://physicsclb.blogspot.de/2012/02/sicim-kuram-herseyin-teorisi-m-teorisi.htmlainattaki) (https://www.weltderphysik.de/typo3temp/pics/

2002_SUSYTeilchen_desy_0027079b14.jpg)

 

Yukarıdaki ifadeler Risale-i Nur’daki ibarelerle birlikte düşünüldüğünde “Kün” emrinin kainattaki varlıkların yaratılmasındaki hareket ettirici fonksiyonunu da ortaya koyar niteliktedir. 

Yani adı ister Esir, ister Karanlık Madde olsun, bütün bu madde besteleri ne kör tesadüfe, ne sebeplere, ne de tabiata dayanır. Madde ihtizazlarının tek bestekarı sadece ve sadece Allah’tır.

 

Bediüzzaman Otuzuncu Söz’de bu gerçeği şu örnekle açıklar:

“Evet nasılki bir acemi, ham, âmi, âdi, hem kör bir adam; Avrupa'ya gitse; bütün fabrikalara, tezgâhlara girse, üstâdâne kemâl-i intizâm ile herbir san'atta, herbir binada işler, öyle eserler yapar ki nihayet derecede hikmetli, san'atlı, herkesi hayrette bırakıyor. Zerre miktar şuuru olan bilir ki: O adam, kendi başı ile işlemiyor, belki bir üstad-ı küll; ona ders verir, işlettirir.”

 

Bediüzzaman daha sonra kör, aciz, akılsız, sağır zerrelerin kainat çapındaki bu önemli işleri tek başlarına yapamayacaklarını, ancak Allah’ın yönlendirmesiyle bu işleri yapabileceklerini ortaya koyar:

“Elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve hikmetleri bozmayacak bir tarzda yerleştirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir Zâta mahsustur.”

 

Karanlık Madde’yi (Esir’i) oluşturan zerreler de ancak böyle anlamlı olabilirler. O zaman bu maddenin manası adem (yokluk) karanlığından kurtulur, esma-yı hüsnaya “Ayna Madde”ye dönüşür bir anda.

 

Bu arada CERN deneyini gerçekleştiren bilim adamlarına da samimi bir teşekkür borçluyuz. Çünkü yılar süren bu zorlu ve maliyetli araştırmalar yapılmamış olsaydı Bediüzzaman’ın sözlerinin bilimsel boyutu hakkında kesin konuşamayacaktık hiçbir zaman.

Bu deneylerin bu anlamlı sonuçları sayesinde anlıyoruz ki, ilham denilen olgu bilim için önemlidir. Yüksek bir dehaya sahip olmakla birlikte Bediüzzaman, Allah vergisi bazı latifelerini de kullanabilmekte ve bilimin bugün ulaştığı noktayı o günden haber vermektedir.

 

Tabii ki şu da bir gerçektir. Allah Kur’an-ı Kerim’de bütün ipuçlarını zaten vermiştir. Kur’an’dan başka hiçbir kaynağa müracaat etmeyen Bediüzzaman, ayetlerden aldığı ilhamla bu hakikatleri ortaya koymaktadır.

Yani onun yaptığı bu tutarlı tesbitler, böylece Kur’an’ın hesabına geçer. Kur’an-ı Kerim bu gibi örnekleriyle, varlığı yoktan var edenin sözü olduğunu açıkça ortaya koyar, ispat eder. Bediüzzaman ise bu hakikate kabiliyetleriyle, dehasıyla mikrofonluk etmiştir.

 

Karanlık madde ile ilgili Bediüzzaman’dan son olarak 30. Söz’den nakledeceğimiz ifadeler şöyle:

“Harekât-ı zerrat hikmetsiz değil, belki kendine lâyık bir nevi Kemalâta koşturuluyor.”

 

Yıldızların, gezegenlerin, galaksilerin oluşmasında önemli bir role sahip olan karanlık madde de elbette yaratıldığı günden bugüne bir kemal noktaya doğru ilerlemektedir.

İlk başlarda Baryonik madde (3 kuark-3 anti kuark) kütleleri, karanlık madde ile yoğunlaştılar. Zamanla bu yapılar tekamül ederek gökadalarını oluşturdular.

Kainatın yüzde 95’ini oluşturan karanlık madde ve karanlık enerji, bütün kainata bu şekilde yayılıp gelişebildiyse elbette bir tekamül ettiricinin izni ve yardımıyla bu olay gerçekleşmiştir.

 

Gezegenler, yıldızlar, galaksiler, nebülözler, kara delikler, kırmız devler, süper novalar, solucan delikleri, ak delikler, cüce yıldızlar, kuasarlar ve nice gök oluşumlarının oluşmasında katkısı olan “esir” zerreleri bütün bu işleri elbette hikmetsiz ve tesadüfi olarak yapmış olamazlar.

CERN deneyi örneğinde olduğu gibi bilimsel araştırmalar elbette maddenin mahiyeti konusundaki merakları tatmin etmek, bilimin, teknolojinin gelişmesini sağlamak adına oldukça önemli ve takdire şayan.

 

Kur’an-ı Kerim ise maddenin gerçek mahiyetini bizlere göstererek, o sanatların ardındaki Rabbimizin varlığını ortaya koyar. O atom altı parçacıkları yoktan var eden kimse, elbette Kur’an-ı Kerim’iyle bizlere seslenen de O’dur.

 

Bütün bu kainatı kendisini bulabilmemiz, güzelliklerini görebilmemiz için bir imtihan meydanı suretinde yaratan da O’dur. Neş’e-yi ulayı (İlk Yaratılışı) delil göstererek bizlere, neş’e-yi uhrayı (son yaratılışı) yani “ebedi” bir hayatı vaad eden de O’dur.

 

Rabbimiz “esir” maddesi ile bütün bu kainatı ve bütün bu çeşitlilikleri bu derece kolay ve sanatlı yaratmışsa elbette, perde kapandığında, beklenen son geldiğinde yani kıyamet koptuğunda da o maddeleri zıdlarından ayrıştırarak yeni bir sonsuz kainatı da yaratabilecektir.

 

Büyük patlamadan kısa bir süre sonra bileştirilmiş olan zıdlar; eksi artı, negatif pozitif, iyi kötü, soğuk sıcak vb. bu kainatın tohumundan sümbüllenecek ahiret alemlerinde yeniden ayrıştırılacaklardır.

Tüm iyilikler, güzellikler, artılar cennete; tüm kötülükler, çirkinlikler ve eksiler ise cehenneme akacak...

 

“Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten (yaratılış ağacından) ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. (sonundadır) Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakili aşağı tarafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır... Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin (akıcı varlıkların) iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin (akıntının) durduğu ve tecemmu' ettiği (toplandığı) yerdedir. Yani habîsatı (pislikleri) ve müzahrefatı (çöpleri) esfelde (aşağıda), tayyibatı ve safiyatı (temizleri) a'lâdadır (yukarıdadır).” (Mektubat)

 

Risale-i Nur, evet bu gibi bilimsel hadislere de işaret etmektedir ama onun asıl amacı, o kesif madde boyutunda boğulup kalmamıza vesile olmak değil,  Kur’an-ı Kerim’in vaad ettiği ebedi hayatı ve o ebedi hayatı bize verecek olan Rabbimizi bizlere bildirmektir.  

 

Karanlık madde olarak anılan “esir” de, Higgs parçacığı da bizler tarafından Allah’ın esmasının tecellilerine mazhar aynalar ve birer ilahi sanat olarak kabul edildiklerinde bizleri ebedi bir saadet hayatıyla buluşturacaklardır...

 

Bilimin keşifleri bizlere Rabbimizin sonsuz kudretini, ilmini, kayyumiyetini, hayy oluşunu ve diğer isimlerini göstererek, o varlıkları böyle hikmetlerle var eden Rabbimizin “vahyine” itaat etmemize vesile olmalıdır öncelikle.

 

Kainat kitabını bu derece sanatla, hikmetle, mükemmel ve hayretengiz mucizelerini gösterecek şekilde “esir” mürekkebiyle yazan Rabbimizin kelamına uymak, elbette birinci vazifemizdir.

 

NOT: Higgs Bozonu yazımıza yazdıkları yorumlarla ve gönderdikleri e-mektuplarla destek veren, yol gösteren değerli dostlarımıza teşekkürler. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
35 Yorum