Kanaat ekonominin anahtarıdır

Kainat bir sırlar kutusu, bir sırlar mekanıdır, hepsi de çözülmeyi, açılmayı bekler. Çoğu zaman bu sırları açması gereken anahtar da açılması gereken de bir muamma yumağı olabiliyor.

Sırlar, esrarengiz ve kapalı olan şeyler çok merak edilir. Merakı çok olanları adeta çıldırtır. Açmak için elinden ne geliyorsa yaptırır. “Merak ilmin hocasıdır” derler ama aynı zamanda anahtarıdır da. Sevgi, aşkın ve şefkatin anahtarıdır mesela.

Anahtar çeşidimiz çok. Yeri gelince insanın kendisi, yeri gelince bir duygusu, yeri gelince de yapmış olduğu bir sanat eseri anahtar olabiliyor. Hazinenin çokluğuna ve büyüklüğüne göre anahtar çeşidi ve sayısı da artıyor. İnsanoğlu teknolojiye hizmet ettiği sürece de bu sayı artacaktır. Bazı olaylar için parmak izleri, dokunmatikler için parmak uçları, bakmatikler için de gözbebekleri birer anahtar değil midirler?

Gelelim kainata. Kainat Allah’ın isimlerinin tecellisinden ibarettir. İlahi isimler başı sonu olmayan gizli birer hazinedir. Bütün bu gizli hazinelerin anahtarı da insanın eline verilmiştir. İnsandaki benlik, kainatta ne kadar tılsımlı şeyler varsa çözecek ve açacak kabiliyettedir. Ama o benlik denen anahtar da çözülmesi ve açılması gereken tılsımlar yumağıdır, adeta bir muammadır. Benliğin mahiyeti, insana veriliş nedeni ve hangi işlerde kullanılması gerektiği bilinememiş ve anlaşılamamışsa, o benliği açmanız mümkün olmayacaktır.

Bu kadar girizgahtan sonra artık ekonomiden söz edebiliriz. Dünya ekonomisi bugünlerde perişan, hele Avrupa ülkelerinin ekonomileri yıkılmış durumda. Bu sonuca aç gözlü ve çok hırslı olan insanların ve devletlerin yanlış tutumları ile ulaşıldığı açıktır. Sömürge ve gasp esasına dayalı ekonomiler elbette çökmeye mahkumdurlar. Burada kanaatsizlik hırsa, hırs da hırsızlığa kapı açar. Çünkü hırs, normal prosedüre uymayı asla kabul etmez. “Daha yok mu? Daha yok mu?” dedirtir, insanlık dışı zulüm ve katliamlara, gasp ve çalmalara yol açar, kötü bir anahtar hükmüne geçer.

Kanaat ve iktisat hiçbir şeyle değişilemeyecek kadar büyük bir servet, büyük bir hazinedir. En basitinden kimseden bir şey istemezseniz, kimsenin minneti altına girmezseniz, dünyanın en başı dik ve şerefli insanı olursunuz.

Tarihte Hâtem-i Tâî adında çok zengin bir adam varmış. Misafirlerine büyük ziyafet ve hediyeler verdiğinde çöle gezmeye çıkarmış. Orada sırtında dikenli çalı ve geven taşıyan yaşlı fakir bir adam görmüş. O adama, “Hâtem-i Tâî hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; şu sırtına batıp kanatan beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın. demiş. O muktesit ve kanaatkar ihtiyar adam ne dese beğenirsiniz? Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî''nin minnetini almam demiş. Hâtem-i Tâî, o muktesit ihtiyarı kendisinden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert görmüş.

Kanaatkar adam, aç gözlülük etmez, gözü toktur, kimsenin lokmasına ya da malına göz dikmez. Elindeki ile de idare etmesini bilir. İktisat/tasarruf eder, verilene razı olur, memnun olur, şükreder, bereketlendirir. Kanaat tasarrufun, tasarruf memnuniyetin, memnuniyet de şükrün kapsını açar. Tersini düşünürsek; şükürsüzlük memnuniyetsizliğin, memnuniyetsizlik israfın, israf da kanaatsizliğin kapısını açar. Bu da “Ben tok olayım da başkası açlıktan ölürse ölsün bana ne? Sen çalış ben yiyeyim.” zalimane anlayışının kapısını açar. Daha sonra da mahrumiyet ve zillet kapıları açılır.

Kainatta israf edilen ve lüzumsuzca çarçur edilen hiçbir şey yoktur. İnsanın da kanaatkar davranışı ve iktisatlı olması Allah’ın yarattıklarından murad ettiği hikmetlere uygun hareket etmek anlamına gelir. Hayat sebepler silsilesi ile örülmüştür. Bu sebepler bir sonraki sebebe anahtar olmakta, bir sonraki de bir öncesinin kapısı, ya da sırrı olmaktadır. İşi ters çevirip olumsuz cümleler kurduğunuzda, kapılar anahtara dönüşmekte ve varlık yokluğa doğru dürülmektedir. Olmayanı düşünemezsiniz bile. Var olan şeyler üzerinden düşünülür, düşünce üretilir, merak edilir, kanaat edilir, hatta –istenilmez ama-kavga edilir. Aslına bakılırsa dünyadaki bütün kavgaların esası menfaate ve ekonomiye dayanıyor. Siyaset gibi görünüşteki şeyler hep birer araçtırlar.

Herkes elindekine kanaat etmiş olsa, fazlası olan paylaşsa mesele hallolacak ve kavgaya lüzum kalmayacaktır. İslamdaki zekat müessesesi, bu ekonomik problemleri çözmek için biçilmiş bir kaftandır. Bu müessese işlediği sürece zenginlerin şefkat ve merhameti, yoksulların hürmet ve itaati toplumu kavgadan alıp birbirine kaynaştıracaktır. Avrupa’da böyle ya da buna benzer müesseseler olmadığı için, çok büyük sosyal patlamalara neden olmuşlar, burjuva patronları işçileri ezmişler, koministler zenginlerin mallarını yoksullara peşkeş çekmişlerdir. Böylece insanlar birbirlerine karşı düşmanca davranmışlar, tahribat yaparak ekonomilerine daha çok zararlar verdirmişlerdir.

Dünya geniş, nimet bol, açgözlülüğe ve düşmanlığa lüzum yok. Hayat zaten çok kısa ve böyle lüzumsuz nizalara değmiyor. İnsan dünyaya bile hâkim olsa ne çıkar? Bırakıp gitmek zorunda kalmıyor mu? Öyle ise saadet; kanaat, iktisat ve şükür üçlüsünü elde etmekten geçiyor. Bunlar hem şahsi ekonomimizi, hem toplumun, hem de dünyanın ekonomisini düzeltme hususunda çok esaslı düsturlardır, yeter ki uyulmuş olsun.

Kanaat, iktisat ve şükür hem birbirine anahtardırlar, hem de kapıdırlar. Tersinden olumlu bir şekilde yol almak bile insanı servete ve hazineye kavuşturur. Şükür, iktisat kapısını, iktisat da kanaat kapısını açar. Düzü de tersi de çok ekonomik, hiç israf yok değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.