İsrâiloğulları âlimlerinin Kur'an'ı kitaplarında görmesi, onlar için bir delil değil midir?

İsrâiloğulları âlimlerinin Kur'an'ı kitaplarında görmesi, onlar için bir delil değil midir?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Şuara Sûresi 196-209. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

196 . Ve şübhesiz ki o(nun zikri) daha öncekilerin kitablarında da elbet vardır. (*)

197 . İsrâiloğulları âlimlerinin (**) bunu (kitablarında görerek) bilmesi, onlar için bir delil değil midir?

198,199 . Eğer onu Arabca bilmeyen kimselerden birine indirseydik de, (o kimse) onu onlara (Mekkeli müşriklere) okusaydı, (yine de) ona îmân eden kimseler olmazlardı!

200 . İşte onu (o küfrü) günahkârların kalblerine (yalanlamalarındaki inadları sebebiyle) böyle sokmuşuzdur.

201 . Elemli bir azâbı görmedikçe ona îmân etmezler.

202 . İşte (bu azab) onlara haberleri olmadan, ansızın gelecektir.

203 . Bunun üzerine (onlar): “Biz (acabâ îmân etmemiz için) mühlet verilen kimseler (olur) muyuz?” derler.

204 . Şimdi (alay ederek) bizim azâbımızı mı acele istiyorlar?

205,206 . Söyleyin bakalım! Eğer onları senelerce (yaşatıp) ni‘metlendirsek, sonra da o tehdîd edilmekte oldukları (azab) başlarına gelse (ne yapacaklar?)

207 . Faydalandırılmakta oldukları şeyler (ni‘metler o gün) kendilerine bir fayda vermez.

208,209 . Hâlbuki (biz) hiçbir memleketi, (halkına) nasîhat vermek üzere kendisine (gönderilen) korkutucuları (peygamberleri) olmadan helâk etmedik. Ve (aslâ) zâlimler olmadık.

(*) “Evet mâdem o kitablar semâvîdirler ve mâdem o kitab sâhibleri enbiyâdırlar (peygamberdirler); elbette ve herhâlde onların dinlerini nesheden (kaldıran) ve kâinâtın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nûr ile ışıklandıran bir zâttan bahsetmeleri, zarûrî ve kat‘îdir. Evet küçük hâdiseleri haber veren o kitablar, nev‘-i beşerin (insanlığın) en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı haber vermemek kābil midir?” (Zülfikār, 19. Mektûb, 66)

(**) Burada geçen İsrâiloğulları âlimlerinden murad, Abdullah bin Selâm radıyallâhü anh ve emsâli zâtlardır. (Nesefî, c. 3, 287)